ANA SAYFA

28 Ocak 2016 Perşembe

Hatırladıkça iç burkan garibanlık anıları

Evime yakın bir şehirde okudum üniversiteyi. Evde kalıyordum. İki-üç haftada bir, hafta sonları gelirdim eve. Cumadan gelir, pazar akşamı dönerdim.

Birinci sınıftayım. Ocak veya şubat ayı. Cuma günü geldim yine eve. Kar kış kıyamet bir soğuk var. Akşam yemeğinden sonra sıkılırdım genelde evde. Sene 95 falan; internet yok, cep telefonu yok. Arabayla şehri turlamayı severdim. Çıktım evden, arabayla gezmeye başladım. Dışarıda müthiş bir fırtına var, öyle böyle değil. Gece yarısına yakın bir saat. İki tarafı da boş, açık bir alandan geçiyorum. Karanlık, ıssız bir yol. O vakitler toplu taşıma falan da bulunmuyor o saatlerde. Az ötemde bir adamla bir kadın yürüyordu. Yavaş gittiğim için adamın kucağında bir şey olduğunu fark ettim. Dikkatli bakınca anladım ki, adam, battaniyeye sarıp sarmaladığı bebeğini taşıyor kucağında. O ayazda, o soğukta ve kuvvetli fırtınada kucağında bebeği, arkasında karısı, o karanlık ve ıssız yolda ilerlemeye çalışan adam... Boğazım düğümlendi, çok kısa süreliğine daldım adama bakarken.

                                                                **********

İlkokul ikinci sınıftayım. Babam dükkânı açalı üç-dört sene olmuş ama işler çok çok kötü. Ciddi bir yokluk çekiyoruz. Kız kardeşlerimden biri ilkokul birinci sınıfta, diğeri iki yaşında henüz. Biz kardeşimle çaya ekmek batırıp yaptığımız "kahvaltıyla" gidiyoruz okula. Evde soba yanmıyor, yakacak bir şey yok çünkü.

Sonbaharın ortaları veya sonları. Okuldan çıktık kardeşimle, eve gidiyoruz. Sağanak yağmur yağıyor. Herkesin üzerinde mont, yağmurluk, biz yalın önlük katınayız. Ayakkabımın altı su alıyor ama bizimkilere söylemiyorum. Babamın parası yok, alamazsa çok üzülür. Islana ıslana yürüyoruz iki kardeş. Yanımızda çok lüks bir spor araba durdu. Adamın yüzü hâlâ aklımda. Kırk-kırk beş yaşlarında, temiz yüzlü bir adam. Hüzünle baktı bize; acıyarak değil, hüzünle, kederle...

- Gelin çocuklar.

Kardeşim yüzüme baktı, ne yapacağımızı merak ederek. Başımla onayladım. Bindik arabaya. Evimizi sordu adam, tarif ettim. Gidiyoruz. Kardeşim arka koltukta, ben ön koltuktayım. Adam, çok kısa bir bakış attı bana. Bugün düşünüyorum o yüz ifadesini yine. Adamda acımadan çok bir hüzün vardı. Kendi geçmişini düşünüyordu belki de, bilmiyorum. Bir çocukla konuşur gibi değil, yetişkin biriyle dertleşir gibi konuşuyordu bizle. Evin önüne geldik. İndiğimizde bir bana, bir kardeşime baktı adam, içini çekip kafasıyla selam verdikten sonra gitti. Evde anneme anlattım. Gülümsemeyle ağlamak arasında oldu annemin yüzü. Yutkundu. İlk sorduğu soru:

- Teşekkür ettiniz mi?

+ Ettim anne.

- Ben de ettim anne.

+ Yine de bir daha tanımadığınız hiç kimsenin arabasına binmeyin.

- Soğuktu ama anne. Bi’ de çok ıslanmıştık.

+ Binmeyin.

- Tamam anne, binmeyiz.

İki gün sonra kardeşimle bana yeni birer mont alındı.

                                           
                                                       **********

Durdum adamın yanında. Pencereyi açtım;

- Abi gel.

Önce eğilip arabanın içine baktı, biraz dikkatle yüzüme baktı sonra. Bebek gibi temiz yüzlü bir gençtim o zaman, şimdiki gibi meymenetsiz değildim. Doğruldu adam, bir karısına baktı, bir bebeğe, bir de yola baktı uzun... Arka kapıyı açıp karısını bindirdi, kendisi de yanıma oturdu.

- Allah razı olsun delikanlı.

+ Cümlemizden abi... Ne tarafta oturuyorsun?

Söylediği yer şehrin diğer ucu, en az 3-4 kilometrelik bir yol. Kaloriferi sonuna kadar açtım.

- Allah bağışlasın abi. Kaç aylık?

+ Sağ olasın, sekiz aylık... Sen hayırdır bu saatte burada, geziyor muydun?

Utandım, geziyorum diyemedim.

- Yok abi, öyle bir akraba ziyaretinden dönüyordum.

Yol boyunca sohbet ettik. Orduluymuş adam, buraya çalışmak için gelmiş. Yeni yerleşmişler henüz. Tarif ettiği yere gittik. Asfalt yol bitti. Gece iyi göremediğim için yavaşlayıp gözlerimi kıstım, yolu arıyorum. Her taraf çamur deryası. Adam, arabanın kirleneceğini düşündüğümü sanmış olmalı ki;

- Tamam, biz burada inelim. Gerisini yürürüz zaten, çok bir şey kalmadı.

Yakın civarda ev yoktu oysa.

- Olur mu abi öyle şey? Sen yolu tarif et.

+ Vallahi zahmet etme daha.

- Abi zahmeti mi olur? Bebek de var kucağında.

Evinin önüne geldik. Tek kat bir gecekondu. Kapıyı açtı indi, karısının kapısını açtı. Bana dönerek;

- İki dakka bekle, gelicem şimdi.

Adamın bir şey vereceğini anladım. Tam, "gerek yok abi" diyecekken vazgeçtim. Aklıma ilk olarak para vereceği geldi çünkü. "Gerek yok" diyerek, adamı durduk yere borçlu hissettirecektim. Susup beklemenin daha doğru olacağına kanaat getirdim. Kısa süre sonra siyah bir poşetle çıktı evden.

- Bizim memleketin fındığı meşhur. Çam sakızı çoban armağanı işte.

+ Abi niye zahmet ettin?

- Lafı mı olur genç? Hakkını helal et. Allah da razı olsun senden.

+ Helal olsun abi, sen de et.

- Bahtın, yolun açık olsun...

Eve geldim, elimde bir torba fındık. Annem baktı;

- Bu ne?

+ Fındık anne.

- Nerden çıktı?

Anlattım. Kadın, sevgiyle gülümseyip baktı yüzüme. Hiçbir şey söylemedi. Alnımdan öpüp aldı torbayı elimden.

Odama doğru yürürken, arkamdan seslendi annem;

- Teşekkür ettin mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder