Bir önceki yazımda, ulusalcı/Kemalist kitleyi sıklıkla eleştirdiğimi söylemiştim. Gerek bunun üzerine gerekse Twitter'da zaman zaman yaptığım eleştiriler nedeniyle çokça karşılaştığım "Ulusalcılarla ne alıp veremediğim olduğu" konusuna değinmek gerekiyor bir parça. Ulusalcıların, Kemalistlerin (ki esasen birbirinden çok farklı şeyler değil) bu ülkeye nasıl zarar verdiğini, bugün AKP'yi yaratan ve hatta AKP'nin bunca pisliğine rağmen iktidarda kalmasını sağlayan temel sebebin kendileri olduğunu, PKK sorununda da çok çok büyük payları bulunduğunu, nasıl hastalıklı bir kafa yapısıyla yaşadıklarını ve çok daha fazlasını anlatmak gerek. Esasen bunu daha önce Ekşi Sözlük'te farklı başlıklar altında yazıp anlatmaya çalışmıştım. Ancak büyük protestoyla beraber sildiğim 5000 civarı entry içinde onlar da gitti.
Bu yazıya bir şekilde (sosyal medya paylaşımları, Google aramaları vs) denk gelip hakkımda hiç fikir sahibi olmayanlar, beni kategorize etmeye çalışmaktan yazıya odaklanamayacaktır muhtemelen. Çoğumuz için bir fikrin ne anlattığından ziyade, onu kimin söylediği önemli. Kaynağı niteleyebilirsek, ona göre gardımızı alıp okuyor, dinliyoruz. Dolayısıyla konuya geçmeden önce okurun kafasını tamamen berraklaştırmak, olası önyargıları mümkün olduğunca kaldırmak gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle evvela kendimle ilgili kısaca bilgi vereyim, yazının orta yerinde iyice zihin bulanıklığı yaşanmasın.
Anlaşıldığı üzere ulusalcı/Kemalist değilim. Bu durumda yapıştırılan ilk etiketler; dinci, İslamcı, AKP'li, Atatürk düşmanı, Cumhuriyet karşıtı vb oluyor. Ateist olduğumu söylediğimde verilen mavi ekran sonrası toparlananlar, hemen ikinci kategoriye eklemeye çalışıyor; Kürt, Kürtçü, PKK'lı vs... Bunların hiçbiri değilim. 2016 itibarıyla kırk yaşında, özünde ateist olmakla beraber Alevi kimliğini de koruyan ("Bu nasıl oluyor?" sorusunun yanıtı için TIKLAYIN), yedi ceddine kadar Türk, ne yazık ki vergi mükellefi bir bireyim. "PKK'nın peşine takılan Türk sosyalisti" de değilim. Yeri geldiğinde fanatik Kürt milliyetçisi arkadaşlarla da gayet sert tartışıyorum. Son seçimde HDP'ye oy verdim ama HDP'li değilim. Kafamdaki devletsiz, milliyetsiz, sınırsız, ülkesiz bir yeryüzü hayalinin kısa ve orta vadede ütopik olduğunu bildiğimden, "Madem devlet olacak, hiç değilse sosyalist bir devlet olsun" düşüncesiyle sosyalist olduğunu söyleyen, esasen anarşizm yanlısı biriyim. Altmış yıldır aynı tekrarı yapan ve belirli bir kalıbın dışına çıkamayan sosyalist arkadaşlarla da çok tartışırım. Emekten ve tüm ezilenlerden yana bir devrimciyim. Sanırım bu bilgiler yeterince açıklayıcı olmuştur.
Ulusalcı, sözlük anlamıyla "milliyetçi" sözcüğünün eş anlamlısıdır esasen. On yıl öncesine kadar pek de kullanılan, bir kitleyi tanımlamaya yarayan bir sözcük değildi. Milliyetçi sözcüğü vardı onun yerine. Ancak milliyetçi dendiğinde, genelde muhafazakâr, MHP çizgisinde, hatta neredeyse direkt ülkücü kesim anlaşıldığından, bilhassa CHP çizgisindeki seküler, Kemalist kitleyi diğerlerinden ayırmak için, 2005-2006 döneminden sonra sık dillendirilen bir kavram oldu ulusalcılık. Fonetik olarak da kulağa daha hoş gelmesinin yanı sıra, milliyetçi sözcüğündeki o gizli olumsuz havayı da bertaraf eden bir tınısı vardır ulusalcı sözcüğünün. Yani tamamen Türk milliyetçisi, vatanına, devletine, bayrağına sıkı sıkıya bağlı, laik yaşam biçimini benimsemiş, sıkı bir Atatürk sevdalısı kitleyi tanımlıyor ulusalcı sözcüğü. İlk bakışta gayet hoş, hatta kendileri okuduğunda "İşte ideal yurttaş" dedirtecek bir profil gibi duruyor, değil mi? Bakalım öyle mi...
"Beyaz Türk" denen bir kavramdan söz ediyoruz ulusalcılardan bahsederken. Bu ülkede yaşama hakkını salt kendilerinde gören, dindarlara, Kürtlere, hatta sosyalistlere tahammülü olmayan, daha da açık anlatımıyla bilhassa dindarlardan ve Kürtlerden nefret eden bir kitledir ulusalcılar. Affedersiniz, yanlış oldu. Onların "Kürtlerle değil, Kürtçülerle" sorunu var. Yoksa vatanına, bayrağına, devletine bağlı, "Tek dil, tek devlet, tek millet" şiarını kabul etmiş, PKK'ye ana avrat söven Kürtlerle hiç sorunları yok. Yani özünde Kürt olacak belki ama Kürt kimliğine dair hiçbir şey taşımayacak, hatta Kürt doğduğu için hafif bir utanç içinde olacak, anadilini sadece evde -o da mümkünse fısıltıyla- konuşacak, dilinin devlet tarafından tanınması ve kabul edilmesi gibi bölücü, tü kaka talepleri olmayacak, bu ülkenin esas sahiplerinin biz Türkler olduğunu hiçbir zaman hatırından çıkarmayacak, bu ülkede rahatça dolaşabiliyor ve bin yıldır yaşadıkları Doğu ve Güneydoğu'da hâlâ varlıklarını sürdürüyorlarsa bunun, tarafımızdan sunulmuş bir lütuf olduğunu hep bilecek ve asla nankörlük etmeyecek, efendinin biz olduğunu asla unutmayacak ve ona tanıdığımız müsamaha nedeniyle kat'iyen şımarıklık yapmayacak... Kısacası tamamen asimile olmuş, Kürtlükle tek bağı kütüğü ve o kahrolası soyağacı olarak kalmış bir Kürt'le sorunları yok. Ama tabii yine de onun "ne olursa olsun bir Kürt" olduğunu da unutmamak, her an için Kürtlük yapabileceğini göz önünde bulundurarak ihtiyatlı davranmak gerekiyor. Zira bu ikinci sınıf "kuyruklu" yaratıklara fazla yüz vermeye de gelmiyor. Genleri de sorunlu olduğundan, her an için özlerine dönüp huysuzluk, huzursuzluk çıkarabilirler.
Dindar sevmiyorlar dedik ama o da doğru değil. Kimsenin inançlarıyla bir sorunları yok. Allah'a inansınlar tabii, elhamdülillah hep Müslüman'ız. Ama aşırıya kaçıp fazla inanmasınlar. Örneğin, isteyen başörtüsü de bağlayabilir ama (mümkünse bağlamasın ama yaa) hiç değilse örtünün altından saçı görünsün; hani şu babaannelerimizin bağladığı gibi. Tabii o başörtüsüyle okula falan gelmesin. Gelecekse de kapının önünde çıkarsın. Hele devlet daireleri vb kamusal alanda hiç görünmesinler. Hatta mümkünse en güzeli, evlerinde taksınlar örtülerini, sokağa çıkıp da görüntü kirliliğine neden olmasınlar. İbadetlerini yerine getirsin tabii canım. Orucunu tutsun mesela ama iftarı da rakıyla yapsın. Namaz dediğin de yılda iki kere bayram namazı, cenaze namazları (abdest de gerekmiyor hem, çok kolay), ayda yılda bir Cuma namazı şeklinde olmalı. Günde beş vakit camiye mi gidilir? Hem Allah'a inansın ama hem de Kuran'da açıkça yazan Allah'ın hükümleriyle değil de, moderen hukuka uygun kurallarla yaşasın. Allah'ın Kuran'da buyurduğu gibi iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine eşit görmesin (Bakara suresi 282. Ayet). Kuran'ın her hükmüne uymasın aslında, böyle yumuşak taraflarını alsın, diğer tarafları geçsin. Esasen Kuran'ı da okumasın zaten, biz okuyor muyuz? Tamam, Müslüman'ız da, o kadar Müslüman olmaya gerek yok.
Sosyalistlere, devrimcilere bakışlarını da görelim... Nazım Hikmet'i, Deniz Gezmiş'i, Aziz Nesin'i, Che'yi, Fidel'i vs severler. Şiirlerini, şarkılarını, sözlerini, resimlerini paylaşır, odalarına posterlerini asar, yıl dönümlerinde anmalarını yaparlar. Bu saydığım isimlerin hepsi de buz gibi komünist, kapitalist/faşist devlet karşıtı, kapitalist statükoyu yıkmak için silahlı eylem yapan ve/ya yapanları destekleyen isimler. Bu isimlere kulaktan dolma bilgilerle sempatiyle bakarken, bugün onların yolunda yürüyenlere, onların geçmişte yaptıklarını yapanlara da terörist damgası vururlar. Yani yasadışı silahlı örgüt mensubu, öğrenci lideri, gerektiğinde banka soyan, gerektiğinde mevcut rejimi yıkıp sosyalist/komünist bir devrim gerçekleştirmek için devletin polisine, askerine (er ve erbaşlar hariç) kurşun sıkan, çatışmaya giren Deniz Gezmiş'e bayılırlar da, onun ideolojisini bugün sürdürüp aynı eylemi yapan örgüt mensuplarına terörist derler. Yani ulusalcılara göre sosyalist dediğin; tıpkı kendileri gibi Deniz Gezmiş'i sevecek ama bu sevgi, odaya poster asmaktan öteye gitmeyecek, Deniz'ın anmasına katılacak ama Deniz gibi devrim yapmak istemeyecek, hele hele ekmeğini yiyip suyunu içtiği devletin üniformalı polisine zinhar karşı gelmeyecek, bilakis polisi sevip koruyacak, devlete değil hükumete karşı olacak ve bu kafa karışıklığını bilinçlilik ve aydın olmak olarak görüp kendini takdir edecek. Kendi elleriyle beslediği statükonun zulmü altında inlerken, yine de o statükonun devamlılığı için canını vermekten çekinmeyecek, ancak bunu da mümkünse reelde değil de sosyal medyada aslan kesilerek yapacak. Karşı olduğu hükumeti protesto etmek için sokağa çıktığında, karşı olmadığı devletin hükumeti koruyan polisinden dayak yediği halde "Biz devlete değil hükumete karşıyız" deyip polise karşılık verenlere küfredecek, Gezi'de tanımaya başladığı polisin "AKP'nin polisi" olduğunu söyleyip su satarak onurlu yaşaması tavsiyesinde bulunurken, aynı polisin Güneydoğu'da AKP'nin değil devletin polisi olduğu fikrine yatay geçiş yapıp karşı olduğu hükumetin politikasına alkış tutacak. Ezcümle, ne yaptığının, ne söylediğinin kendi bile farkında olmayıp kafa karışıklığı içinde yaşayıp gidecek sosyalist dediğin de...
Aşağı yukarı özetlediğim bu ulusalcı profili abartı gibi mi görünüyor? Kesinlikle en ufak bir abartı yok. Daha da açılabilir olduğundan "aşağı yukarı" diye bahsettiğim bu profili; yıllardır kendi çevremde, akrabalarımda, arkadaşlarımda, iş arkadaşlarımda, sosyal medyanın hemen her mecrasında çok daha fazlasıyla görüyorum, görüyoruz. Kendini Kemalist olarak tanımlayıp bu kadar travmatik bir kafa yapısına sahip olmayan çok çok az kitle de kendine bakarak "Üç beş örneği genelliyorsun" demesin. Üç beş istisnai örnek kendileri çünkü; geri kalan büyük çoğunluk bu. Zaten öyle olmasa, Kürt'ten, dindardan, sosyalistten bu kadar nefret edip ötelemiş, dışlamış olmasalar, ülke bugün bu kadar büyük sorunu yaşamazdı.
Toplumun kutuplaşması
Bugün AKP iktidarına, daha da doğrusu Tayyip Erdoğan'a yönelik en klişe eleştirilerden biri, Erdoğan'ın toplumu kutuplaştırdığı iddiasıdır. Doğru mudur peki bu? Erdoğan, iddia edildiği gibi kutuplaştırmış mıdır toplumu? Aslında hayır. Erdoğan'dan önce kutupsuz, tümden birleşik, birbiriyle barışık bireylerden, gruplardan oluşan bir toplum yoktu. Toplum zaten Kemalist rejimin ve taraftarlarının uygulamaları nedeniyle çoktan kutuplaşmıştı. Erdoğan, sadece bunu biraz daha keskinleştirdi. Halihazırdaki bir yangının üzerine benzini Erdoğan döktü belki ama, o yangını da Kemalist rejim ve taraftarları çıkardı. Bu kutuplaşma meselesi, özellikle dindarlarla ulusalcılar arasında yaşanan bir gerilim. Kürtlerin konusu apayrı bir sorun.
Yukarıda kısmen bahsettiğim bir tavrı vardı Kemalistlerin dindarlara karşı. Hani hep deniyor ya, "Eskiden bu kadar başörtülü yoktu. AKP, toplumu muhafazakârlaştırdı" diye, AKP'nin toplumu muhafazakârlaştırdığı az da olsa doğrudur da, eskiden bu kadar başörtülü olmayışının sebebi gerçekten sadece AKP iktidarıyla beraber insanların birden bire kapanması olabilir mi? Bu kadar insan başka bir gezegenden bir anda ışınlanarak gelmediyse buraya, bunu salt AKP'ye bağlamak akılla, izanla açıklanabilir mi? Eskiden bu kadar başörtülü yoktu, çünkü Kemalist rejim başörtülüleri toplumdan soyutlayıp evlerine tıkarak bir nevi tecrit etmişti. Kadın başörtüsüyle okula gidemiyor, işe gidemiyor, kamusal alana giremiyor... Evde oturmaktan başka ne seçeneği vardı? AKP, bu insanlara evden çıkıp toplum arasına karışmalarını sağlayacak özgüveni verdi. Yaşam alanı açtı onlara yani. Sermaye de el değiştirip İslamcılara geçince, kamusal alan özgürlüğüyle beraber toplum yaşamına dahil olmaya, gözle görülür hale gelmeye başladılar.
Adım gibi eminim ki, bir üst paragrafta anlattığım tabloya birçok ulusalcı itiraz edecektir. Böyle bir tecrit olmadığını, kimseyi soyutlamadıklarını söyleyeceklerdir mutlaka. Çünkü ne yaptıklarının da farkında değiller, bu ülkede neler yaşandığının da. Ve büyük çoğunluğu, o dindar kitleyi ya uzaktan tanıyor ya hiç tanımıyor. Evlerine girip oturmuşlukları, sohbet etmişlikleri, onları gerçekten dinlemişlikleri yok. "Yaa bizim iş yerinde bi AKP'li var, bazen konuşuyoruz..." gibi sığlığın da ötesinde bir basitlik değil buradaki konuşmaktan kastım. Çünkü o konuşmalarda ulusalcılar AKP'nin yolsuzluğunu, hırsızlığını anlatıp Erdoğan'ı eleştirirken, AKP'li de deli gibi Erdoğan'ı savunuyor. Bu, artık işin sonuç kısmından bile sonrası. Mesele temelde çok daha derinde ve tüm bunların evveliyatında. O savunun altında yatan bir refleks var. Yani bu insanlar aptal olduklarından veya tümden onursuz, omurgasız olduklarından savunmuyor bunca yolsuzluk iddiasını. Buzdağının görünen ve yanlış yorumlanan kısmı o. O deli gibi savunun altında yatan esas neden, Erdoğan'ın kendilerine açtığı özgürlük alanı. Çünkü biliyorlar ki Erdoğan giderse, tıpkı Erdoğan öncesinde olduğu gibi yine toplum dışına itilecek, yine tecrit edilecek, yine ikinci sınıf insan muamelesi görecekler. Bugün dalga geçtiğimiz, "mağduriyet hikayeleri uyduruyorlar" dediğimiz ve fakat aslında gerçekten ciddi zulüm hikayeleri barındıran 28 Şubat'ı yaşamış bir kitleden bahsediyoruz. Tabii tüm bu kopuşun ve kutuplaşmanın başlangıç noktası da 28 Şubat değil. O kitleyi (hatta Kürtleri de) anlamak için 1923'e dönüp, oradan itibaren incelemek gerekiyor.
Dindarlar konusu buradan itibaren biraz enteresan bir hâl alıyor. Zira devletin özellikle 1950 sonrası politikası o kadar enteresan ki, bir yandan Türk-Sünni-erkek profilindeki devletin yeşil kuşak yaratıp dindar kitleyi cesaretlendirdiğini, öte yandan da kontrolden çıkmalarını engelleyecek şekilde baskı altında tuttuğunu görüyoruz. Bir yandan her tarafa cami dikip Kuran kursları açan devlet, diğer yandan da buralarda yetişen kitlenin Kemalist rejim için tehdit oluşturmaması adına dindarları toplumdan tecrit etmeye çalışıyor. Yani devletin yapmak istediği şu; Düşünen, sorgulayan, aydın ve doğal olarak solcu bir nesil yerine biat eden dindarlar yaratalım. Hem gerektiğinde bunları (tıpkı ülkücüler gibi) solculara karşı kullanırız. Ancak rejim açısından da sıkıntı oluşturmasınlar, göz önünde durmasınlar. Travmatik bir durum var burada dindarlar adına.
Ta 1960'larda, 1970'lerde çevrilen filmlere, tiyatro oyunlarına, hatta romanlara baktığımızda, Kemalist rejimin klişe bir dindar tanımlamasını görürüz. Köyün imamı örneğin; ya çok kötü, çok acımasız, vicdansız, nefret uyandıracak bir karakterdir, ya da dalga geçilen, alaya alınan, hani kaba tabiriyle "taşak oğlanı" olmuş bir tiplemedir. Adını, hatta oyuncularını bile hatırlayamadığım çok sayıda film karesi kalmış belleğimde bu şekilde. Canavar gibi, sürekli kötülük yapan bir imam tiplemesi kazınmış beynime. Bunun da etkisiyle dindar insanları hep aşağılamış, dalga geçmiş, küçümsemişiz günlük yaşamımızda. Birçoğunuza yine abartı gibi gelebilir ama, bu ülkede birçok dindarın, kendisiyle dalga geçileceği korkusuyla, komik duruma düşecek olmanın utancıyla yaşadığını bizzat biliyorum. Utandırıyorduk çünkü bir biçimde onları. En basitinden içki içmeyen, diğer cinsten biriyle tokalaşmak istemeyen birine verdiğimiz tepkiler, en iyimser haliyle dalga geçen, aşağılayan tavırlardı -ki hâlâ da çok farklı değiliz bu konuda.
Yine bir parantez açarak, bu kitleyi de tümden masum ve sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışmadığımı belirtmem gerek. Dindar deyince, yekpare bir kitleden de bahsetmiyorum elbette. Saf itikat sahiplerinin yanında siyasal İslamcılar da, Maraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı kana bulayanlar da, her yıl Ramazan ayında üniversite kantini basıp oruç tutmayanlara saldıran o yayılmacı Emevi zihniyetindekiler de bu bütünün bir parçası. Ancak nasıl ki tüm dindar kitleyi topyekun masum göstermek doğru değilse, aynı şekilde hepsini vahşi ve yobaz kabul etmek de doğru değil. Burada da kurunun yanında yaşın da yanması öne çıkıyor. Kemalistlerin genelde savunusu şöyle zira; "İşte o yayılmacı Emevi zihniyetine dur demek için dindarları imha etmesi gerekiyor devletin. Yoksa görüyorsunuz, ne hale geliyorlar." Ne hale geldiklerinden ziyade, niye o hale geldiklerine bakalım mı?
Laik bir devlet ve 2002 öncesine kadar bir Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) var ortada. Bilhassa TSK, laik Cumhuriyetin teminatı, irtica yanlıların (mürteci) korkulu rüyası, di mi? 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'da gayrımüslimlere yönelik çok aşağılık ve faşizan bir talan yapıldı. Tarihe 6-7 Eylül Olayları olarak geçen bu faşizmi bizzat devletin, TSK'nin, hatta MİT'in birlikte tezgahlayıp düzenlediği belgelendi. Peki devlet kimi kullandı bu talan için? Milliyetçi muhafazakâr çevreleri. Kimi suçladı sonra? İçlerinde Aziz Nesin gibi yazarların, aydınların da olduğu solcuları. Olayların failleri bir tek ceza bile almazken, solcu yazarlar, aydınlar, sanatçılar tutuklanarak cezaevine tıkıldı. Aynı şekilde Maraş, Çorum, Sivas katliamlarına bakıyoruz. Sivas katliamı, canlı yayında, hepimizin gözleri önünde, devletin ve TSK'nin izleyici kaldığı şekilde gerçekleşti. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, ölen 33 canı görmeyip "Göstericilerden de ölen var" dedi. Devlet bu katliamı engellemediği gibi, faillerine de herhangi bir ceza vermedi, zaten son olarak Tayyip Erdoğan'ın "Hayırlı olsun" sözleriyle zaman aşımına uğradı dava. Her yıl Ramazan ayında üniversitelerde kantin basıp oruç tutmayan kitleye saldıranlar bizzat devletin polisi tarafından korundu, desteklendi. Bu saldırganlardan ceza almış hiç kimse yok. Tüm saydıklarım, din adına yapılan ve devletin bir şekilde ya desteklediği ya da görmezden geldiği şeyler. Din adına her türlü cinayeti, katliamı, darbı gerçekleştirebilen kitle, sırtını devlete yasladığı, devletten güç aldığı sürece engellenebilir mi? Bu kadar desteklediğiniz, yeri geldiğinde sırtını sıvazladığınız kitleyi, daha sonra rejim adına da tehlike oluşturabileceği kaygısıyla engellemeye, kamuya sokmamaya kalkarsanız, bu hareket siyasallaşır tabii. Gerektiğinde Alevilerin asimilasyonu ve hatta katledilmesi, gerektiğinde solcuların üzerine salınması için TSK'nin bizzat el altından kayırdığı ve kullandığı İslami kesim, yine TSK eliyle de "kontrolden çıkmasın" diye baskılanıyordu. Burada sorgulanması gereken, İslamcıların yayılmacı zihniyeti değil, yasaları ve pratikteki uygulamalarıyla buna olanak veren devletin ta kendisidir. Oysa devlet okulda başörtüsüne izin verseydi, dindar kesimin okulda namaz kılması sorun edilmeseydi, öte yandan bir başkasının inancına ve yaşamına en ufak bir müdahalede bulunana okuldan uzaklaştırma cezasıyla başlayıp para ve hapis gibi caydırıcı yaptırımlar uygulasaydı, aynı şey diğer tüm alanlarda da geçerli olsaydı, çok başka şeyler yaşanabilirdi bu ülkede. Tabii bu saydıklarım bu kadar kolay olur muydu? Orası ayrı bir tartışma. Çünkü burada siyasal İslam'ın dinamikleri de giriyor devreye. Konudan tümden kopmamak adına bu kısmı çok fazla dallandırıp budaklandırmak istemiyorum.
AKP'yi yaratan ve bugün bile besleyen asıl itici gücün ulusalcılar olduğunu söylerken, geçmişteki uygulamalar kadar bugünkü dil ve tavrın da etkisi olduğunu belirtiyorum. En basitinden Twitter'da, Facebook'ta AKP'lilerden nasıl bahsediyoruz? "Bunlar aptal, bunlar bidon kafalı, bunlar göt kılı, bunlar makarnaya kömüre oy veren cahiller" ve çok daha fazlası... Sürekli bir küçümseme, hor görme, üstten bakma durumu var. Bütün bu kitle gerçekten böyle aptal, onursuz, satılık olabilir mi? AKP'yi sırf bu nedenlerle destekliyor olabilirler mi? Ulusalcıların çok büyük bölümü bu soruya "Evet" diyecektir muhtemelen. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla ulusalcıların çok büyük çoğunluğunun çevresi kendileri gibi insanlardan, Kemalistlerden, ulusalcılardan oluşuyor ve o dindar kitleyle gerçek anlamda bir diyalog kurmuş değiller. AKP'li komşuları vardır belki ama gerçekten dostane bir şekilde evlerine girip çıkan, sofralarına oturan, sohbet eden ulusalcı sayısı çok çok az gördüğüm kadarıyla. Twitter'da sahte bir Melih Gökçek hesabı var (@06melihchina), çok da sevdiğim bir arkadaş, onu dikkatle izlerim örneğin. Tarzını bilmeyenler için söyleyeyim; AKP'lilere sarar, gerçek Gökçek gibi yazar ve bazen "mee"lemelerini, bazen "hav"lamalarını ister. Genel hitabı "kulum" şeklindedir. Geçen sene falandı, yine bir AKP'li esnafı yakalamış, makaraya alıyor. Adam bizim arkadaşı gerçek Gökçek sandığı için öyle iltifatlarda bulunuyor, öyle hörmet ediyor. "Kulum" diye hitap etti adama bizim sahte, "Ben Allah'tan başka kimsenin kulu değilim başkanım" yanıtı geldi. Arkadaş soruyor, "Bir şey ister misin, bak her türlü yardımı yağdırırım senin dükkana" diye, "Yok" diyor adam, "Elhamdülillah yardıma ihtiyacım yok başkanım." Gece boyu takip ettim, o çok sevdiği AKP'li belediye başkanına ne eğildi ne de büküldü Ankaralı AKP'li esnaf. Bunun gibi onlarca örneğe denk geldim o hesap aracılığıyla. Ama aynı arkadaş, Gökçek'in bürokratlarından birini, halk ekmek fabrikası müdürünü basbayağı "hav"lattı! Bu yalaka bürokrat takımını CHP'li belediyelerde de sıkça görürsünüz. Parti gözeten bir durum değildir bu. Herkesin gözü önünde olan örnekler olduğu için Twitter'ı referans gösterdim. Yoksa o insanların arasına çokça girmiş, onlarla konuşmuş biri olarak, böylesi çok örneğin olduğunu bizzat biliyorum. Çok aptalca itaat eden kitle yok mu? Var tabii ki, olmaz mı? Ama aynı aptallık CHP içinde de aynı şekilde var. Burada bir şeyi iyi görmek lazım. Bu insanların Erdoğan'a ve AKP'ye bu denli sıkıca bağlı oluşlarının ve her ne yaparsa yapsın sahip çıkışlarının iki sebebi var: Bir; AKP'nin gidip de yeniden Kemalist kadroların iktidara gelmesi durumunda kendilerine yine yaşam alanı kalmayacağını biliyor oluşları. İki; Ulusalcıların bu aşağılayan, hor gören, küçümseyen bakışları ve dilleri nedeniyle kendilerini kabul ettirebilecekleri, "insan yerine konacakları" tek yerin AKP oluşu. Nasıl ki CHP'nin politikalarını beğenmemesine, eleştirmesine rağmen küfür ede ede oy veren bir kitle varsa, aynı şekilde oy veren epey kalabalık bir AKP'li kitle de var. Örneğin 17-25 Aralık sürecinden sonra Erdoğan'a olan inancını yitiren, AKP'nin politikalarını ciddi biçimde eleştiren, cemaatle de uzak yakın ilgisi olmayan başörtülü, gençten bir kadın tanıyorum. Bir yandan AKP'ye oy vermek istemiyor, öte yandan da "CHP gelirse ben bu başörtüsüyle okula gidemem, memuriyet alamam" kaygısı taşıyordu. "Allah belalarını versin" deyip gitti AKP'ye verdi oyunu. İşin doğrusu ben AKP'li olsam, beni bu kadar aşağılayan, hor gören, tepeden bakan bir zihniyetin iktidara gelmesindense, hırsız mırsız bizimkilerin iktidarda olmasını tercih ederim. Zira o koltuğa kim otursa çalacak. Bunu da CHP'li belediyelerden gayet net biliyoruz. Politikanın doğası bu, bal tutan parmağını yalar. İşin bu kısmını çıkardığınızda, kalan kısım hayati önem taşıyor işte.
Özetle; Erdoğan'dan önce bizzat ulusalcılar tarafından kutuplaştırılmış bir toplum var ortada. Tabii askerin de ülkedeki birincil güç olması ve irticayı en büyük tehdit olarak gördüğünden mütedeyyin kitleyi baskılaması nedeniyle, AKP öncesinde ağızlarını açıp da tek kelime edemiyor, tam da ulusalcıların istediği biçimde itaat ediyordu dindar kesim. Göz önünde olmadıklarından da, onların öfkesini hiçbir zaman göremedi, fark edemedi ulusalcılar. Zaten askerin de ebedi güç olarak kalacağına inandıklarından, çok da umursamadılar o öfkeyi. Nasıl olsa höt dendiğinde susup otururlardı.
"Kürtlere değil Kürtçülere karşı"
Ulusalcıların Kürtlere bakışı ve tavrı ise akıl tutulmasının en uç örneklerinden biri durumunda neredeyse. Başta da belirttiğim gibi, benimseyip kabul ettikleri Kürt modeli, Kürtlükle hiç ilgisi kalmamış, tamamen asimile olmuş, kimliksiz, kişiliksiz, omurgasız, tuhaf bir ucube. Bu ucube profili bağrına basıp da "İşte ideal vatandaş" diyen bir insan, bilimsel olarak incelenmeli bana göre.
Bu ülke, Kürtçenin yasaklı olduğu yıllardan geçti ve Kemalistlere göre Kürtçenin serbest bırakılması, ülkenin bölüneceği anlamına gelirdi. Üstelik de her tarafta pıtrak gibi İngilizce tabelalar biterken, dahası, iş yerlerine İngilizce isim verip İngilizce tabelaları bizzat Kemalistler/ulusalcılar/milliyetçiler dikerken söyleniyordu tüm bunlar. Kürtçe resmi olarak serbest bırakıldığında da pratikte hiçbir şey değişmedi. Sokakta sırf Kürtçe konuştukları için komalık hale gelinceye dek dövülen insanlar tanıdım, hatta bizzat tanık oldum. Kürtlerin yaşadığı sıkıntılar, sorunlar tek tek sayılmaya kalkılsa, sadece böyle bir listeden oluşacak sayfalarca yazı çıkar ortaya. O yüzden tek tek saymaya gerek yok. Geçmişte yapılan bu ve benzeri birçok uygulama nedeniyle isyan etmiş bir halk, insanlar haklı olarak zıvanadan çıkıp isyan edince de "E, bunlar da bölücülük yapıyor" diyen bir kitle var ortada. Burayı aşağıda biraz daha genişleteceğim.
"Tek dil, tek millet" anlayışıyla toplumun tüm kesimlerini tektipleştirmek isteyen ulusalcılar, AKP'den çok önce bu ülkeyi kutuplaştırıp bölmüştü zaten. Başta Ekşi Sözlük ve Twitter olmak üzere sosyal medyanın çeşitli mecralarında Kemalist arkadaşların Kürtlere yönelik nasıl bir aşağılayıcı dil kullandığını, nasıl hakir gördüğünü, nasıl bir nefret kustuklarını hemen her gün görüyoruz. İnsanların dillerine bugün bile nasıl bir tahammülsüzlük gösterildiğini, Kürtçe herhangi bir şey duyduğunda kırmızı bez görmüş boğa gibi nasıl çıldırdıklarına tanık oluyoruz. En basitinden Facebook gibi bir platform, diller seçeneğine Kürtçeyi eklediği için çıldıran Kemalist sayısı hiç de az değil. Sen yanıbaşındaki halkın anadilini konuşmasına tahammül edemeyip "Benim ülkemde yaşıyorsan benim dilimi konuşacaksın" dersen, o da haklı olarak "Öyleyse ben de kendi ülkemi kurar ve kendi dilimi özgürce konuşup kullanırım" der. Bak, kafasında ayrılma fikri olmayan birine ayrılması gerektiği fikrini sen soktun böyle yaparak. Bin yıldır yaşadığı toprağı bırakıp da başka bir yere gidemeyeceğine göre insanlar, halihazırda yaşadıkları coğrafyada gerçekleştirmek isteyecek bunları.
Gezi'de penguen medyasıyla tanışıp "Bize Güneydoğu'yu senelerce bu medya mı gösterdi?" diye soran kitle, daha sonra ne olduysa (birisi "fabrika ayarlarına geri dön" butonuna bastı herhalde) tastamam Gezi öncesine dönüp aynı kafayla bakmaya devam etti Güneydoğu'ya. Ondan öncesine, Gezi'den çok kısa süre öncesine dönüp bir örnek vermek istiyorum. Özellikle 2013 Newroz'u, ulusalcıların halet-i ruhiyesini çok güzel özetliyordu bence. Malum çözüm süreci devam ediyor ve Türk medyası ilk kez Diyarbakır'dan canlı yayın yapıyordu hemen hemen tüm kanallarda. Yüzbinlerce Kürt, Diyarbakır meydanını doldurmuş, ellerinde sarı kırmızı yeşil bayraklar, kimilerinde Öcalan posteri, Kürtçe pankartlar, Kürtçe sloganlar.... Milliyetçi cephenin bir kısmı bu görüntü karşısında çıldırmış, bir kısmı ise gerçek anlamda şok yaşıyordu. Ekşi Sözlük'te yapılan bir yorum, özellikle ulusalcıların zihnini tam anlamıyla ortaya koyuyordu bana göre; "Aman Allah'ım, burası benim ülkem mi??? İnanılır gibi değil..." Bir kere burası sadece senin ülken değil, bunu geçelim de, daha başka bir sorun var burada. Bu arkadaşlar, Diyarbakır'ın (ve diğer Kürt illerin) çözüm sürecinde o hale geldiğini, buna AKP iktidarının izin verdiğini sanıyordu. Oysa orası zaten yıllardır öyleydi, hep öyleydi de siz bilmiyordunuz. Çünkü biz Güneydoğu'yu sadece ağalı hanımlı dizilerden, Kibar Feyzo gibi komik filmlerden biliyor, orada sadece bozuk ve şiveli bir Türkçeyle konuşulduğunu sanıyor, tıpkı ilkokulda öğrendiğimiz o "Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu'yu" şarkısındaki gibi billur ırmakları, buzdan kaynakları olan güllük gülistanlık bir yer olarak canlandırıyorduk zihnimizde. Hayatımızda internet de olmadığı için, tıpkı Gezi'de olduğu gibi kendi medyasına istediği şekilde haber servis ediyordu devlet ve biz penguen medyasının bu yalan dolan haberleriyle dolduruyorduk beynimizi. Oysa Güneydoğu, o 2013 Newroz'undaki gibiydi en başından beri. Sorun da bundan kaynaklıyordu.
İşte tam burada da "Benim ülkemde yaşıyorsan benim kurallarıma uyacaksın" anlayışı devreye giriyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi, burası sadece senin ülken değil, Kürtler de Kurtuluş Savaşı'na katılarak bu ülkenin kurucu unsurları arasında yer aldı. Ama bunu yaparken, biz onlara zorla bir Türk kimliği verelim, Kürt kimliğini olduğu gibi silelim, kendi dillerini unutturup bizimkini çakalım diye yapmadılar. Eğer onlara hiç dokunulmasaydı, vatandaşlık bağıyla TC vatandaşı olmaya, Türk pasaportu taşımaya ve daha fazlasına itirazları olmayacaktı. Ayrıca kimin toprağından kimi kovuyorsun sen? Kürtler buraya bizim gibi at üstünde uzak diyarlardan gelmedi, bizden önce buranın yerleşik halkıydı o topraklarda. Henüz ortada Osmanlı yokken de aynı yerde yaşıyorlardı. Osmanlı kurulup da sınırlarını genişlettiğinde, şimdiki Güneydoğu'yu da sınırlarına kattığında, o bölge özerk olarak Kürdistan şeklinde geçiyordu. Kürtlerle Osmanlı'nın ilişkisi aşağı yukarı şu şekildeydi; Osmanlı onlara karışmayacak, vergi almayacak, ancak asker gerektiğinde Kürtler Osmanlı adına savaşacak ve o bölgede "güvenliği" sağlayacaktı. Osmanlı döneminde yapılan Alevi, Ermeni vb katliamlarında Kürtlerin yer alması bundan. 1900'lerin başında bölge kafirler tarafından işgal edilince, dindar Kürtler küffara karşı Mustafa Kemal'in yanında yer alıp katıldı savaşlara. Mustafa Kemal'in Kürtlere özerklik sözü verdiği iddia edilir. Buna dair ispat ve inkâr "belgelerini" okudum ama kesin kabul ettiğim biri olmadı. Benim açımdan önemli de değil. Ancak bugünkü sorunun başlangıç noktasıdır burası. Ulus devlet yaratmak adına bir halkı tümden asimile etmeye kalkarsan, yerleşik halkın buna refleks göstermesi kaçınılmaz olur. İşte o "Benim ülkemde yaşıyorsan benim kurallarıma uyacaksın" anlayışının sonucudur yıllardır yaşadığımız iş savaş ve on binlerce yurttaşın ölmesi.
Efendim, dönemin şartları gereği...
Burada ulusalcıların bir savunusu daha giriyor devreye: "Ama bugünün şartlarıyla o zamanı değerlendirmek doğru değil." Ne zaman Kemalizm eleştirisi yapsak, can simidi gibi ortaya çıkan bir klişedir bu cümle. Şimdi bir konuda anlaşalım o halde, ciddi bir tutarsızlık var ortada zira. Tüm bu bahsettiğimiz şeyler 100 yıl önce yaşandı ve o günün şartlarına göre yaşandı. Kemalizm de yine o günkü şartlar doğrultusunda hazırlanan bir doktrin oldu. Eğer bugünkü şartlarla o günü değerlendiremiyorsak, o günkü şartlara göre belirlenmiş Kemalizm'in bugünün şartlarına ve gereksinimlerine yanıt verebilmesi mümkün değildir. Yok, eğer Kemalizm ve Atatürk'ün o dönem söyledikleri bugün hâlâ geçerliyse, o zaman o dönemi eleştirebilmek gayet normal ve hatta elzemdir. Yani asarken, keserken, doktrini belirlerken "o günün şartları" olacak ve dokunulmazlık zırhına büründürülecek, ancak aynı uygulamalar bugün devam ettirilirken "Bu ülkeyi Atatürk kurdu, onun kuralları hâlâ geçerli" denecek? Şöyle bir itiraz gelebilir; "Asma kesme kısmı o günün şartlarına göre yapılmıştı ama Atatürk geleceği görerek bir doktrin yazdı, bizlere vasiyette bulundu." Nasıl ki Müslümanların çoğu için "Bunlar Kuran okumadığı halde Müslüman geçiniyor" diyorsak, Kemalistlerin tamamına yakın çoğunluğu için "Bunlar ne Nutuk'u okumuş, ne de Mustafa Kemal'in diğer aktardıklarını" diyorum. Bir kere hiçbir yerde "Çocuklar, ben bugünün şartlarına göre ulus devlet yaratacağım diye herkesi Türkleştirmeye çalıştım, direnenleri kestim falan ama siz ileride yapmayın böyle şeyler" falan demiyor Mustafa Kemal. Gelecek kuşaklara vasiyeti de tıpkı o dönem yaşanan ve söylenenler neyse tıpatıp o. Bu durumda "O dönemin şartları ama" diyerek eleştiriye kapama hakkınız olabilir mi Kemalizm'i?" İçindeki Kürt nefretiyle "Ohhh, iyi yaptı! Burası Türkiye! Burada yaşamak isteyen bu kurallara uyacak!!!" diyenlere zaten söyleyecek bir şeyim yok. Zaten bu bakışın sorunlu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Buna rağmen bu fikirde ısrar ediyorsanız, bu ülkede akan kanın sebebinin Kürtler değil, bizzat kendiniz olduğunu kabul etmek durumundasınız. Sizin terör, bizlerinse iç savaş dediğimiz bu kanlı süreç, bu anlayış yüzünden yaşanıyor ve sizler o fırına ellerinizle odun taşıyarak daha çok kan akması, daha çok insan ölmesi için çaba gösteriyorsunuz. "Vatan için gerekirse canımı da veririm" diyenlerinse anlamadığı şu: Burada bir vatan savunması yok. Zira Kürtler dışarıdan gelip de bizim topraklarımızı istila etmiş değiller. Burada yaşayan bir halkı biz almışız egemenliğimiz altına, biz kimliklerini silmeye çalışmışız ve çalışıyoruz, onlar da buna direnmiş. Belki böyle olmasaydı, Kürtler ayrılmak, ayrı bir ülke kurmak vs istemeyecekti. Bu "benim ülkem" anlayışı onları zorunlu olarak bu fikre itti biraz da. Yoksa bugün bile hâlâ Kürtlerin büyük bölümünün istediği şey bu ülkeden tümüyle kopup yeni bir ülke kurmak değil. Ama artık ciddi ciddi özerklik istiyorlar; belki yine TC'ye tabi olmak ama TC'nin varlığını, askerini, polisini o topraklarda görmemek... Özellikle son birkaç aydır Güneydoğu'da devletin yürüttüğü savaş ve gerçekleştirdiği uygulamalar, bölge halkıyla devlet arasında kalan o son pamuk ipliği bağı da darmadağın etti. O insanların artık bu devletle barışması falan mümkün değil. Savaş politikasından vazgeçip bu gerçeklik üzerine yeni bir çözüm bulunması şart. Diğer seçenekte ısrar etmek, birbiri ardına gelecek şehit haberlerini peşinen kabul etmek demektir. O zaman da hiçbir ulusalcının ağlama hakkı yok! Sizin seçtiğiniz şıkkın doğal sonucu bu, bunu da bile isteye kabul ettiniz zaten. O şehitlerin kanına da siz girdiniz. O çocukları Güneydoğu'ya ölüme de siz gönderdiniz. Hem ellerinizle gönderip hem de cansız bedenleri gelen askerlere ağlayıp "Hain Kürtleeerrrr" çığlıkları atmak, akılla izanla açıklanacak bir durum değil. Bunun için özel klinikler var, orada incelenmesi gereken bir vaka bu.
Devlet değil hükumete karşı olmak
Asıl bir de devletle ilişkileri var ki, saç baş yoldurtan cinsten. Bir türküleri var; "Biz devlete değil, hükumete karşıyız" şeklinde. Buna yıllarca gülüp geçiyordum, ta ki Gezi'ye kadar. Ama bu kafa yapısı, Gezi'yi de çok başka bir yerlere gidebilecekken bitirdi. Öncelikle şunu söyleyeyim; Gezi, hiç kimsenin, hiçbir partinin, hiçbir ideolojinin hareketi değildi. Tıpkı bir aşure gibi, içinden hangisini çıkarsan eksik kalacak, hepsinin bir araya gelişiyle lezzet kazanmış bir hareketti Gezi. İçinde devrimciler, hatta illegal sol gruplar olmasaydı da Gezi olmazdı, Kürtler olmasaydı da Gezi olmazdı, ulusalcılar olmasaydı da Gezi olmazdı. Ama ulusalcılardaki bakış ne? "Gezi'de sol gruplar olmasaydı keşke, PKK'lılar Gezi'ye zarar verdi" vs... İstedikleri, tipik ulusalcı kafasıyla; herkesin "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye bağırdığı, herkesin elinde Türk bayrağının olduğu, kimsenin polise taş atmadığı, hep böyle komikli yazılarla sadece sloganların olduğu bir şey olmalıydı. Eğer orada Kürtler, devrimciler, sosyalistler, sol örgütler olmasaydı, polis hepinizi tam da Muammer Güler'in söylediği gibi kulaklarınızdan tutar, geçmişinizi siker atardı parktan. Hayatınızda sokak eylemine mi katıldınız? Barikat kurmayı mı biliyorsunuz? Polise nasıl direnilebileceğine dair en ufak bir deneyiminiz mi var? Aranıza karışan sivil polisleri ayırt etmeyi mi biliyorsunuz? Hani kabaca, hangi götünüze güvenip polisin karşısında duracaktınız da park savunacaktınız o devrimci yapılar ve polisi püskürten örgütler olmasaydı? Polis, ayağını yere hafif hızda vurup "La sktrin!" diye bağırsa, arkasına bakmadan kaçacak modellersiniz çoğunuz. Bırak polise karşılık vermeyi, önünde kol kola girip direnebilecek bir kitle dahi değilsiniz. Gezi direnişi o kadar uzun sürdüyse, polise o kadar direnilebildiyse, tamamen devrimci yapıların ve sol örgütlerin sayesindedir bu. Tabii salt onlar olsaydı da ulusalcılar olmasaydı, yine Gezi direnişi olmazdı. Her zamanki gibi polisle çatışan "teröristler" olurdu, televizyondan izleyen ulusalcılar da polisi alkışlardı zaten. O apolitikler olmasaydı o komik yazılar, sloganlar olmazdı örneğin. Bu yüzden, içinden herhangi bir öğe çıkarılsa Gezi olmazdı. Peki, polise karşılık veren, taş atan kitleye bakışı neydi ulusalcıların? "Polisle çatışmayalım, biz devlete karşı değiliz." Devlet dediği polis, "Atatürk'ün piçleri" diye küfür ederken söylüyor bunu ulusalcı arkadaşlar. O polis kimi koruyordu? Devletin polisi kimi korumak için var? O polis kimin çıkarlarına hizmet etti ve ediyor? Bu durumda devletle hükumet arasındaki fark nerede?
Bu devlet sevicilik, hatta devlete taparlık, ulusalcıların sonunu getirecek. Daha önce de birkaç kez bahsettiğim gibi, bugün hükumeti devirmek için kesin bir kararla sokağa çıksa bu kitle, polise mukavemet etmek istemeyeceği için hiçbir şey elde edemeden döner evine. En basitinden Cumhuriyet rejiminin sonuna geliyoruz resmen. TBMM'de bir taslak var şu an, ders kitaplarından Atatürk çıkarılması gibi bir durum söz konusu. Normalde bütün ulusalcıların, Kemalistlerin ayağa kalkıp ortalığı ateşe vermesi gerek. Oysa yapacakları en fazla sokağa çıkıp slogan atmak olur. Eskaza bir cesaret geldi de Saray'a yürümek istediler diyelim, karşılarına polis dikildiğinde dururlar oldukları yerde. Devrimci yapılar polisle çatışmaya girecek olsa, "Biz devlete değil hükumete karşıyız" diyerek polise karşı herhangi bir şey yapmaz, üstüne devrimcileri suçlar, oradan çekilip giderler. İktidar da, kendilerini koruyan polis sayesinde Atatürk'ü de ders kitaplarından kaldırır, heykellerini de yıkar. Böyle söyleyince gaza gelip "Sıkar biraz, kimsenin gücü yetmez ona" diyen aslan parçalarına sormak gerek: Ne yapacaksın? Ekmeğini yiyip suyunu içtiğin devletin polisine taş mı atacaksın, silah mı çekeceksin? Bunu yapamayacağına göre nasıl engel olacaksın? Neyine güveniyorsun yani?
"Kemalist görünümlü sağcılar"
Yukarıda dindarlara ve Kürtlere yönelik devletin uygulamalarından bahsederken, 1950 sonrasını da 1980 darbesini de referans gösterdim. Kemalistlerin en büyük savunularından biri de "1950'den sonra ülkeyi Kemalistler mi yönetti? 1980 darbesini yapan askerler gerçekten Kemalist miydi?" sorularıyla geliyor. Yani özünde Kemalist olmayan ama Kemalist görünümlü kişi ve kurumlar, sözümona Kemalizm adına bir takım faşizan uygulamalar gerçekleştirdi ve bunlardan dolayı da Kemalistleri, Kemalizm'i eleştirmek doğru değil. Peki canım kardeşim, bunu kabul ediyorum. O halde bir soru sana: 1950'den beri, kesinlikle kabul etmediğin o 1980 darbesi ve sonraki dönemi de dahil, bu ülkenin ders kitaplarını, tarih kitaplarını kim yazdı? Müfredatı kim hazırladı? Seni bu şekilde yetiştiren, torna tezgahından geçtiğin o eğitim sistemini kim kurguladı da sana bu şimdiki konuştuğun dili ezberletti? "Kemalist görünümlü sağcılar" dediğin o 1980 darbesinin mimarlarının dizayn ettiği eğitim sistemine girmiş, o zihniyetin doğrularını okullarda öğrenmiş, yine o zihniyetin ezberlettiği dille konuşmakta olan kişisin sen. Seni yetiştiren, seni şekillendiren, o "Aslında Kemalist olmadığı halde Kemalist gibi görünen sağcılar" dediğin yapı işte. Eğer bugün senin söylediklerin doğruysa, Kemalizm tam da senin anlattığın gibi bir şeyse, sana bunları öğreten, ezberleten o darbeci zihniyet de, 1950'den beri ülkeyi yöneten hükumetler de doğruyu söylüyor, gerçekten de Kemalizm'e hizmet etmiş/ediyor demektir. Amaaa.... Yok eğer dediğin gibi o zihniyet gerçekte Kemalist değilse, onların sana ezberlettiği tüm doğrularını sorgulamanı öneririm. 1950-1980 arasında sağ hükumetlerin yazdığı bir müfredat, 1980'de darbecilerin yazdığı bir müfredat var ortada, sen de o müfredat tarafından yoğurulmuşsun, o müfredatın ezberlettiklerini tekrarlıyorsun, ama onları referans gösterdiğimizde de "Onlar Kemalist mi? Kemalist görünen sağcılar onlar" diyorsun. Kemalist gibi görünen sağcılar tarafından yetiştirilmiş olan sen de, kendini Kemalist ve solcu sanan bir sağcı olabilir misin gerçekte acaba?
Öncelikli sorun Kemalistler mi?
İktidar siyasal İslamcıların elindeyken, devletten tasfiye edilmiş, herhangi bir gücü kalmamış Kemalistlere çatmak, onları eleştirmek doğru mu? Hep söylediğim gibi, şu an asıl tehlike Kemalistler değil, siyasal İslam. Peki o halde neden Kemalistleri eleştiriyorum? İki temel sebepten. Birincisi; eğer herhangi bir dış müdahale olmaz da ülke kendi içindeki olağan akışında giderse, ulusalcıların bu devlete tapan anlayışları yüzünden siyasal İslam iktidarından kurtulma şansımız yok! Açık faşizmin yaşandığı bir ülkede seçimle, sandıkla bir şeyi değiştirmek mümkün değil artık. Bu iş ya sokakta olacak ya da fiilen bitmiş olan rejim resmi olarak da bitecek ve şeriat devletinde yaşamaya başlayacağız. İlk seçeneğin önündeki en büyük engel, devlete tapan ulusalcılar olduğu için ikinci seçenek kaçınılmaz görünüyor. Bu nedenle ulusalcılara çatıyorum. İkincisi; oldu da herhangi bir nedenle (dış müdahale, Erdoğan'ın ölmesi, AKP'nin kendi içinde çökmesi vb) mevcut iktidar düşerse, yerine yine aynı eski zihniyet gelecek; şimdinin ulusalcıları, Kemalistleri. Zaten ülkenin bu hale gelmesinin asıl nedeni olan zihniyet, hatalarından en ufak ders almadan aynı anlayışla ülke yönetmeye kalkarsa, çok değil otuz sene sonra yine dönüp dolaşıp aynı noktaya geliriz. Hatta bu kez o kadar da süremez. Zira Kürtlerin savaş biçimi ve anlayışı da değişti. Bu kez "terör" ülkenin her yanına yayılır ve hiçbir şey değişmemiş olur ülkede. En fazla daha rahat içki içer, mini etiğimizi daha rahat giyeriz.
Bitirirken...
Tek bir yazıyla her şeyi anlatmak, tüm sorunları çözmek, her şeyi değiştirmek mümkün olsaydı, bunu benden önce çok daha birikimli kalemler, aydınlar yapardı zaten. Yazının bütününe göz attığımda, hâlâ eksik kalan çok nokta olduğunu görüyorum. Onlar da belki başka bir blog yazısının konusu olabilir. Hem belki ara ara işlemek, bazı şeylerin düşünülüp sorgulanması adına da daha yararlı olabilir. Kimi arkadaşların dile getirdiği gibi, "Boşa yazıyorsun, bunlar bir şey anlamaz, o kafalar da değişmez" fikrine katılmıyorum. Özellikle Ekşi Sözlük'te yıllar içinde yazdıklarımla birçok Kemalist arkadaşın, ulusalcının ciddi değişimler geçirdiğini bizzat biliyorum. Mutlaka ki küfür edecekler, yüzde yüz haksız olduğumu söyleyecekler vs olacaktır. Zaten benim de "umutsuz vaka" dediğim kalabalık bir kitle var. Ancak ciddi ciddi üzerinde düşünen, bazı şeyleri sorgulayabilen bir kitle de var, sayıları diğerlerine oranla daha az olmakla beraber. Ulaşmaya çalıştığım da onlar zaten.
Konuyla ilgili bir başka yazı: "Peki ya Lazlar ve Çerkesler neden isyan etmiyor"
Bu yazıya bir şekilde (sosyal medya paylaşımları, Google aramaları vs) denk gelip hakkımda hiç fikir sahibi olmayanlar, beni kategorize etmeye çalışmaktan yazıya odaklanamayacaktır muhtemelen. Çoğumuz için bir fikrin ne anlattığından ziyade, onu kimin söylediği önemli. Kaynağı niteleyebilirsek, ona göre gardımızı alıp okuyor, dinliyoruz. Dolayısıyla konuya geçmeden önce okurun kafasını tamamen berraklaştırmak, olası önyargıları mümkün olduğunca kaldırmak gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle evvela kendimle ilgili kısaca bilgi vereyim, yazının orta yerinde iyice zihin bulanıklığı yaşanmasın.
Anlaşıldığı üzere ulusalcı/Kemalist değilim. Bu durumda yapıştırılan ilk etiketler; dinci, İslamcı, AKP'li, Atatürk düşmanı, Cumhuriyet karşıtı vb oluyor. Ateist olduğumu söylediğimde verilen mavi ekran sonrası toparlananlar, hemen ikinci kategoriye eklemeye çalışıyor; Kürt, Kürtçü, PKK'lı vs... Bunların hiçbiri değilim. 2016 itibarıyla kırk yaşında, özünde ateist olmakla beraber Alevi kimliğini de koruyan ("Bu nasıl oluyor?" sorusunun yanıtı için TIKLAYIN), yedi ceddine kadar Türk, ne yazık ki vergi mükellefi bir bireyim. "PKK'nın peşine takılan Türk sosyalisti" de değilim. Yeri geldiğinde fanatik Kürt milliyetçisi arkadaşlarla da gayet sert tartışıyorum. Son seçimde HDP'ye oy verdim ama HDP'li değilim. Kafamdaki devletsiz, milliyetsiz, sınırsız, ülkesiz bir yeryüzü hayalinin kısa ve orta vadede ütopik olduğunu bildiğimden, "Madem devlet olacak, hiç değilse sosyalist bir devlet olsun" düşüncesiyle sosyalist olduğunu söyleyen, esasen anarşizm yanlısı biriyim. Altmış yıldır aynı tekrarı yapan ve belirli bir kalıbın dışına çıkamayan sosyalist arkadaşlarla da çok tartışırım. Emekten ve tüm ezilenlerden yana bir devrimciyim. Sanırım bu bilgiler yeterince açıklayıcı olmuştur.
Nedir bu ulusalcı?
Öncelikle, ulusalcı dendiğinde ne anlaşıldığını, kime ulusalcı dendiğini ve ulusalcı profilini kısaca inceleyerek başlayalım.Ulusalcı, sözlük anlamıyla "milliyetçi" sözcüğünün eş anlamlısıdır esasen. On yıl öncesine kadar pek de kullanılan, bir kitleyi tanımlamaya yarayan bir sözcük değildi. Milliyetçi sözcüğü vardı onun yerine. Ancak milliyetçi dendiğinde, genelde muhafazakâr, MHP çizgisinde, hatta neredeyse direkt ülkücü kesim anlaşıldığından, bilhassa CHP çizgisindeki seküler, Kemalist kitleyi diğerlerinden ayırmak için, 2005-2006 döneminden sonra sık dillendirilen bir kavram oldu ulusalcılık. Fonetik olarak da kulağa daha hoş gelmesinin yanı sıra, milliyetçi sözcüğündeki o gizli olumsuz havayı da bertaraf eden bir tınısı vardır ulusalcı sözcüğünün. Yani tamamen Türk milliyetçisi, vatanına, devletine, bayrağına sıkı sıkıya bağlı, laik yaşam biçimini benimsemiş, sıkı bir Atatürk sevdalısı kitleyi tanımlıyor ulusalcı sözcüğü. İlk bakışta gayet hoş, hatta kendileri okuduğunda "İşte ideal yurttaş" dedirtecek bir profil gibi duruyor, değil mi? Bakalım öyle mi...
"Beyaz Türk" denen bir kavramdan söz ediyoruz ulusalcılardan bahsederken. Bu ülkede yaşama hakkını salt kendilerinde gören, dindarlara, Kürtlere, hatta sosyalistlere tahammülü olmayan, daha da açık anlatımıyla bilhassa dindarlardan ve Kürtlerden nefret eden bir kitledir ulusalcılar. Affedersiniz, yanlış oldu. Onların "Kürtlerle değil, Kürtçülerle" sorunu var. Yoksa vatanına, bayrağına, devletine bağlı, "Tek dil, tek devlet, tek millet" şiarını kabul etmiş, PKK'ye ana avrat söven Kürtlerle hiç sorunları yok. Yani özünde Kürt olacak belki ama Kürt kimliğine dair hiçbir şey taşımayacak, hatta Kürt doğduğu için hafif bir utanç içinde olacak, anadilini sadece evde -o da mümkünse fısıltıyla- konuşacak, dilinin devlet tarafından tanınması ve kabul edilmesi gibi bölücü, tü kaka talepleri olmayacak, bu ülkenin esas sahiplerinin biz Türkler olduğunu hiçbir zaman hatırından çıkarmayacak, bu ülkede rahatça dolaşabiliyor ve bin yıldır yaşadıkları Doğu ve Güneydoğu'da hâlâ varlıklarını sürdürüyorlarsa bunun, tarafımızdan sunulmuş bir lütuf olduğunu hep bilecek ve asla nankörlük etmeyecek, efendinin biz olduğunu asla unutmayacak ve ona tanıdığımız müsamaha nedeniyle kat'iyen şımarıklık yapmayacak... Kısacası tamamen asimile olmuş, Kürtlükle tek bağı kütüğü ve o kahrolası soyağacı olarak kalmış bir Kürt'le sorunları yok. Ama tabii yine de onun "ne olursa olsun bir Kürt" olduğunu da unutmamak, her an için Kürtlük yapabileceğini göz önünde bulundurarak ihtiyatlı davranmak gerekiyor. Zira bu ikinci sınıf "kuyruklu" yaratıklara fazla yüz vermeye de gelmiyor. Genleri de sorunlu olduğundan, her an için özlerine dönüp huysuzluk, huzursuzluk çıkarabilirler.
Dindar sevmiyorlar dedik ama o da doğru değil. Kimsenin inançlarıyla bir sorunları yok. Allah'a inansınlar tabii, elhamdülillah hep Müslüman'ız. Ama aşırıya kaçıp fazla inanmasınlar. Örneğin, isteyen başörtüsü de bağlayabilir ama (mümkünse bağlamasın ama yaa) hiç değilse örtünün altından saçı görünsün; hani şu babaannelerimizin bağladığı gibi. Tabii o başörtüsüyle okula falan gelmesin. Gelecekse de kapının önünde çıkarsın. Hele devlet daireleri vb kamusal alanda hiç görünmesinler. Hatta mümkünse en güzeli, evlerinde taksınlar örtülerini, sokağa çıkıp da görüntü kirliliğine neden olmasınlar. İbadetlerini yerine getirsin tabii canım. Orucunu tutsun mesela ama iftarı da rakıyla yapsın. Namaz dediğin de yılda iki kere bayram namazı, cenaze namazları (abdest de gerekmiyor hem, çok kolay), ayda yılda bir Cuma namazı şeklinde olmalı. Günde beş vakit camiye mi gidilir? Hem Allah'a inansın ama hem de Kuran'da açıkça yazan Allah'ın hükümleriyle değil de, moderen hukuka uygun kurallarla yaşasın. Allah'ın Kuran'da buyurduğu gibi iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine eşit görmesin (Bakara suresi 282. Ayet). Kuran'ın her hükmüne uymasın aslında, böyle yumuşak taraflarını alsın, diğer tarafları geçsin. Esasen Kuran'ı da okumasın zaten, biz okuyor muyuz? Tamam, Müslüman'ız da, o kadar Müslüman olmaya gerek yok.
Sosyalistlere, devrimcilere bakışlarını da görelim... Nazım Hikmet'i, Deniz Gezmiş'i, Aziz Nesin'i, Che'yi, Fidel'i vs severler. Şiirlerini, şarkılarını, sözlerini, resimlerini paylaşır, odalarına posterlerini asar, yıl dönümlerinde anmalarını yaparlar. Bu saydığım isimlerin hepsi de buz gibi komünist, kapitalist/faşist devlet karşıtı, kapitalist statükoyu yıkmak için silahlı eylem yapan ve/ya yapanları destekleyen isimler. Bu isimlere kulaktan dolma bilgilerle sempatiyle bakarken, bugün onların yolunda yürüyenlere, onların geçmişte yaptıklarını yapanlara da terörist damgası vururlar. Yani yasadışı silahlı örgüt mensubu, öğrenci lideri, gerektiğinde banka soyan, gerektiğinde mevcut rejimi yıkıp sosyalist/komünist bir devrim gerçekleştirmek için devletin polisine, askerine (er ve erbaşlar hariç) kurşun sıkan, çatışmaya giren Deniz Gezmiş'e bayılırlar da, onun ideolojisini bugün sürdürüp aynı eylemi yapan örgüt mensuplarına terörist derler. Yani ulusalcılara göre sosyalist dediğin; tıpkı kendileri gibi Deniz Gezmiş'i sevecek ama bu sevgi, odaya poster asmaktan öteye gitmeyecek, Deniz'ın anmasına katılacak ama Deniz gibi devrim yapmak istemeyecek, hele hele ekmeğini yiyip suyunu içtiği devletin üniformalı polisine zinhar karşı gelmeyecek, bilakis polisi sevip koruyacak, devlete değil hükumete karşı olacak ve bu kafa karışıklığını bilinçlilik ve aydın olmak olarak görüp kendini takdir edecek. Kendi elleriyle beslediği statükonun zulmü altında inlerken, yine de o statükonun devamlılığı için canını vermekten çekinmeyecek, ancak bunu da mümkünse reelde değil de sosyal medyada aslan kesilerek yapacak. Karşı olduğu hükumeti protesto etmek için sokağa çıktığında, karşı olmadığı devletin hükumeti koruyan polisinden dayak yediği halde "Biz devlete değil hükumete karşıyız" deyip polise karşılık verenlere küfredecek, Gezi'de tanımaya başladığı polisin "AKP'nin polisi" olduğunu söyleyip su satarak onurlu yaşaması tavsiyesinde bulunurken, aynı polisin Güneydoğu'da AKP'nin değil devletin polisi olduğu fikrine yatay geçiş yapıp karşı olduğu hükumetin politikasına alkış tutacak. Ezcümle, ne yaptığının, ne söylediğinin kendi bile farkında olmayıp kafa karışıklığı içinde yaşayıp gidecek sosyalist dediğin de...
Aşağı yukarı özetlediğim bu ulusalcı profili abartı gibi mi görünüyor? Kesinlikle en ufak bir abartı yok. Daha da açılabilir olduğundan "aşağı yukarı" diye bahsettiğim bu profili; yıllardır kendi çevremde, akrabalarımda, arkadaşlarımda, iş arkadaşlarımda, sosyal medyanın hemen her mecrasında çok daha fazlasıyla görüyorum, görüyoruz. Kendini Kemalist olarak tanımlayıp bu kadar travmatik bir kafa yapısına sahip olmayan çok çok az kitle de kendine bakarak "Üç beş örneği genelliyorsun" demesin. Üç beş istisnai örnek kendileri çünkü; geri kalan büyük çoğunluk bu. Zaten öyle olmasa, Kürt'ten, dindardan, sosyalistten bu kadar nefret edip ötelemiş, dışlamış olmasalar, ülke bugün bu kadar büyük sorunu yaşamazdı.
Toplumun kutuplaşması
Bugün AKP iktidarına, daha da doğrusu Tayyip Erdoğan'a yönelik en klişe eleştirilerden biri, Erdoğan'ın toplumu kutuplaştırdığı iddiasıdır. Doğru mudur peki bu? Erdoğan, iddia edildiği gibi kutuplaştırmış mıdır toplumu? Aslında hayır. Erdoğan'dan önce kutupsuz, tümden birleşik, birbiriyle barışık bireylerden, gruplardan oluşan bir toplum yoktu. Toplum zaten Kemalist rejimin ve taraftarlarının uygulamaları nedeniyle çoktan kutuplaşmıştı. Erdoğan, sadece bunu biraz daha keskinleştirdi. Halihazırdaki bir yangının üzerine benzini Erdoğan döktü belki ama, o yangını da Kemalist rejim ve taraftarları çıkardı. Bu kutuplaşma meselesi, özellikle dindarlarla ulusalcılar arasında yaşanan bir gerilim. Kürtlerin konusu apayrı bir sorun.
Yukarıda kısmen bahsettiğim bir tavrı vardı Kemalistlerin dindarlara karşı. Hani hep deniyor ya, "Eskiden bu kadar başörtülü yoktu. AKP, toplumu muhafazakârlaştırdı" diye, AKP'nin toplumu muhafazakârlaştırdığı az da olsa doğrudur da, eskiden bu kadar başörtülü olmayışının sebebi gerçekten sadece AKP iktidarıyla beraber insanların birden bire kapanması olabilir mi? Bu kadar insan başka bir gezegenden bir anda ışınlanarak gelmediyse buraya, bunu salt AKP'ye bağlamak akılla, izanla açıklanabilir mi? Eskiden bu kadar başörtülü yoktu, çünkü Kemalist rejim başörtülüleri toplumdan soyutlayıp evlerine tıkarak bir nevi tecrit etmişti. Kadın başörtüsüyle okula gidemiyor, işe gidemiyor, kamusal alana giremiyor... Evde oturmaktan başka ne seçeneği vardı? AKP, bu insanlara evden çıkıp toplum arasına karışmalarını sağlayacak özgüveni verdi. Yaşam alanı açtı onlara yani. Sermaye de el değiştirip İslamcılara geçince, kamusal alan özgürlüğüyle beraber toplum yaşamına dahil olmaya, gözle görülür hale gelmeye başladılar.
Adım gibi eminim ki, bir üst paragrafta anlattığım tabloya birçok ulusalcı itiraz edecektir. Böyle bir tecrit olmadığını, kimseyi soyutlamadıklarını söyleyeceklerdir mutlaka. Çünkü ne yaptıklarının da farkında değiller, bu ülkede neler yaşandığının da. Ve büyük çoğunluğu, o dindar kitleyi ya uzaktan tanıyor ya hiç tanımıyor. Evlerine girip oturmuşlukları, sohbet etmişlikleri, onları gerçekten dinlemişlikleri yok. "Yaa bizim iş yerinde bi AKP'li var, bazen konuşuyoruz..." gibi sığlığın da ötesinde bir basitlik değil buradaki konuşmaktan kastım. Çünkü o konuşmalarda ulusalcılar AKP'nin yolsuzluğunu, hırsızlığını anlatıp Erdoğan'ı eleştirirken, AKP'li de deli gibi Erdoğan'ı savunuyor. Bu, artık işin sonuç kısmından bile sonrası. Mesele temelde çok daha derinde ve tüm bunların evveliyatında. O savunun altında yatan bir refleks var. Yani bu insanlar aptal olduklarından veya tümden onursuz, omurgasız olduklarından savunmuyor bunca yolsuzluk iddiasını. Buzdağının görünen ve yanlış yorumlanan kısmı o. O deli gibi savunun altında yatan esas neden, Erdoğan'ın kendilerine açtığı özgürlük alanı. Çünkü biliyorlar ki Erdoğan giderse, tıpkı Erdoğan öncesinde olduğu gibi yine toplum dışına itilecek, yine tecrit edilecek, yine ikinci sınıf insan muamelesi görecekler. Bugün dalga geçtiğimiz, "mağduriyet hikayeleri uyduruyorlar" dediğimiz ve fakat aslında gerçekten ciddi zulüm hikayeleri barındıran 28 Şubat'ı yaşamış bir kitleden bahsediyoruz. Tabii tüm bu kopuşun ve kutuplaşmanın başlangıç noktası da 28 Şubat değil. O kitleyi (hatta Kürtleri de) anlamak için 1923'e dönüp, oradan itibaren incelemek gerekiyor.
Dindarlar konusu buradan itibaren biraz enteresan bir hâl alıyor. Zira devletin özellikle 1950 sonrası politikası o kadar enteresan ki, bir yandan Türk-Sünni-erkek profilindeki devletin yeşil kuşak yaratıp dindar kitleyi cesaretlendirdiğini, öte yandan da kontrolden çıkmalarını engelleyecek şekilde baskı altında tuttuğunu görüyoruz. Bir yandan her tarafa cami dikip Kuran kursları açan devlet, diğer yandan da buralarda yetişen kitlenin Kemalist rejim için tehdit oluşturmaması adına dindarları toplumdan tecrit etmeye çalışıyor. Yani devletin yapmak istediği şu; Düşünen, sorgulayan, aydın ve doğal olarak solcu bir nesil yerine biat eden dindarlar yaratalım. Hem gerektiğinde bunları (tıpkı ülkücüler gibi) solculara karşı kullanırız. Ancak rejim açısından da sıkıntı oluşturmasınlar, göz önünde durmasınlar. Travmatik bir durum var burada dindarlar adına.
Ta 1960'larda, 1970'lerde çevrilen filmlere, tiyatro oyunlarına, hatta romanlara baktığımızda, Kemalist rejimin klişe bir dindar tanımlamasını görürüz. Köyün imamı örneğin; ya çok kötü, çok acımasız, vicdansız, nefret uyandıracak bir karakterdir, ya da dalga geçilen, alaya alınan, hani kaba tabiriyle "taşak oğlanı" olmuş bir tiplemedir. Adını, hatta oyuncularını bile hatırlayamadığım çok sayıda film karesi kalmış belleğimde bu şekilde. Canavar gibi, sürekli kötülük yapan bir imam tiplemesi kazınmış beynime. Bunun da etkisiyle dindar insanları hep aşağılamış, dalga geçmiş, küçümsemişiz günlük yaşamımızda. Birçoğunuza yine abartı gibi gelebilir ama, bu ülkede birçok dindarın, kendisiyle dalga geçileceği korkusuyla, komik duruma düşecek olmanın utancıyla yaşadığını bizzat biliyorum. Utandırıyorduk çünkü bir biçimde onları. En basitinden içki içmeyen, diğer cinsten biriyle tokalaşmak istemeyen birine verdiğimiz tepkiler, en iyimser haliyle dalga geçen, aşağılayan tavırlardı -ki hâlâ da çok farklı değiliz bu konuda.
Yine bir parantez açarak, bu kitleyi de tümden masum ve sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışmadığımı belirtmem gerek. Dindar deyince, yekpare bir kitleden de bahsetmiyorum elbette. Saf itikat sahiplerinin yanında siyasal İslamcılar da, Maraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı kana bulayanlar da, her yıl Ramazan ayında üniversite kantini basıp oruç tutmayanlara saldıran o yayılmacı Emevi zihniyetindekiler de bu bütünün bir parçası. Ancak nasıl ki tüm dindar kitleyi topyekun masum göstermek doğru değilse, aynı şekilde hepsini vahşi ve yobaz kabul etmek de doğru değil. Burada da kurunun yanında yaşın da yanması öne çıkıyor. Kemalistlerin genelde savunusu şöyle zira; "İşte o yayılmacı Emevi zihniyetine dur demek için dindarları imha etmesi gerekiyor devletin. Yoksa görüyorsunuz, ne hale geliyorlar." Ne hale geldiklerinden ziyade, niye o hale geldiklerine bakalım mı?
Laik bir devlet ve 2002 öncesine kadar bir Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) var ortada. Bilhassa TSK, laik Cumhuriyetin teminatı, irtica yanlıların (mürteci) korkulu rüyası, di mi? 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'da gayrımüslimlere yönelik çok aşağılık ve faşizan bir talan yapıldı. Tarihe 6-7 Eylül Olayları olarak geçen bu faşizmi bizzat devletin, TSK'nin, hatta MİT'in birlikte tezgahlayıp düzenlediği belgelendi. Peki devlet kimi kullandı bu talan için? Milliyetçi muhafazakâr çevreleri. Kimi suçladı sonra? İçlerinde Aziz Nesin gibi yazarların, aydınların da olduğu solcuları. Olayların failleri bir tek ceza bile almazken, solcu yazarlar, aydınlar, sanatçılar tutuklanarak cezaevine tıkıldı. Aynı şekilde Maraş, Çorum, Sivas katliamlarına bakıyoruz. Sivas katliamı, canlı yayında, hepimizin gözleri önünde, devletin ve TSK'nin izleyici kaldığı şekilde gerçekleşti. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, ölen 33 canı görmeyip "Göstericilerden de ölen var" dedi. Devlet bu katliamı engellemediği gibi, faillerine de herhangi bir ceza vermedi, zaten son olarak Tayyip Erdoğan'ın "Hayırlı olsun" sözleriyle zaman aşımına uğradı dava. Her yıl Ramazan ayında üniversitelerde kantin basıp oruç tutmayan kitleye saldıranlar bizzat devletin polisi tarafından korundu, desteklendi. Bu saldırganlardan ceza almış hiç kimse yok. Tüm saydıklarım, din adına yapılan ve devletin bir şekilde ya desteklediği ya da görmezden geldiği şeyler. Din adına her türlü cinayeti, katliamı, darbı gerçekleştirebilen kitle, sırtını devlete yasladığı, devletten güç aldığı sürece engellenebilir mi? Bu kadar desteklediğiniz, yeri geldiğinde sırtını sıvazladığınız kitleyi, daha sonra rejim adına da tehlike oluşturabileceği kaygısıyla engellemeye, kamuya sokmamaya kalkarsanız, bu hareket siyasallaşır tabii. Gerektiğinde Alevilerin asimilasyonu ve hatta katledilmesi, gerektiğinde solcuların üzerine salınması için TSK'nin bizzat el altından kayırdığı ve kullandığı İslami kesim, yine TSK eliyle de "kontrolden çıkmasın" diye baskılanıyordu. Burada sorgulanması gereken, İslamcıların yayılmacı zihniyeti değil, yasaları ve pratikteki uygulamalarıyla buna olanak veren devletin ta kendisidir. Oysa devlet okulda başörtüsüne izin verseydi, dindar kesimin okulda namaz kılması sorun edilmeseydi, öte yandan bir başkasının inancına ve yaşamına en ufak bir müdahalede bulunana okuldan uzaklaştırma cezasıyla başlayıp para ve hapis gibi caydırıcı yaptırımlar uygulasaydı, aynı şey diğer tüm alanlarda da geçerli olsaydı, çok başka şeyler yaşanabilirdi bu ülkede. Tabii bu saydıklarım bu kadar kolay olur muydu? Orası ayrı bir tartışma. Çünkü burada siyasal İslam'ın dinamikleri de giriyor devreye. Konudan tümden kopmamak adına bu kısmı çok fazla dallandırıp budaklandırmak istemiyorum.
AKP'yi yaratan ve bugün bile besleyen asıl itici gücün ulusalcılar olduğunu söylerken, geçmişteki uygulamalar kadar bugünkü dil ve tavrın da etkisi olduğunu belirtiyorum. En basitinden Twitter'da, Facebook'ta AKP'lilerden nasıl bahsediyoruz? "Bunlar aptal, bunlar bidon kafalı, bunlar göt kılı, bunlar makarnaya kömüre oy veren cahiller" ve çok daha fazlası... Sürekli bir küçümseme, hor görme, üstten bakma durumu var. Bütün bu kitle gerçekten böyle aptal, onursuz, satılık olabilir mi? AKP'yi sırf bu nedenlerle destekliyor olabilirler mi? Ulusalcıların çok büyük bölümü bu soruya "Evet" diyecektir muhtemelen. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla ulusalcıların çok büyük çoğunluğunun çevresi kendileri gibi insanlardan, Kemalistlerden, ulusalcılardan oluşuyor ve o dindar kitleyle gerçek anlamda bir diyalog kurmuş değiller. AKP'li komşuları vardır belki ama gerçekten dostane bir şekilde evlerine girip çıkan, sofralarına oturan, sohbet eden ulusalcı sayısı çok çok az gördüğüm kadarıyla. Twitter'da sahte bir Melih Gökçek hesabı var (@06melihchina), çok da sevdiğim bir arkadaş, onu dikkatle izlerim örneğin. Tarzını bilmeyenler için söyleyeyim; AKP'lilere sarar, gerçek Gökçek gibi yazar ve bazen "mee"lemelerini, bazen "hav"lamalarını ister. Genel hitabı "kulum" şeklindedir. Geçen sene falandı, yine bir AKP'li esnafı yakalamış, makaraya alıyor. Adam bizim arkadaşı gerçek Gökçek sandığı için öyle iltifatlarda bulunuyor, öyle hörmet ediyor. "Kulum" diye hitap etti adama bizim sahte, "Ben Allah'tan başka kimsenin kulu değilim başkanım" yanıtı geldi. Arkadaş soruyor, "Bir şey ister misin, bak her türlü yardımı yağdırırım senin dükkana" diye, "Yok" diyor adam, "Elhamdülillah yardıma ihtiyacım yok başkanım." Gece boyu takip ettim, o çok sevdiği AKP'li belediye başkanına ne eğildi ne de büküldü Ankaralı AKP'li esnaf. Bunun gibi onlarca örneğe denk geldim o hesap aracılığıyla. Ama aynı arkadaş, Gökçek'in bürokratlarından birini, halk ekmek fabrikası müdürünü basbayağı "hav"lattı! Bu yalaka bürokrat takımını CHP'li belediyelerde de sıkça görürsünüz. Parti gözeten bir durum değildir bu. Herkesin gözü önünde olan örnekler olduğu için Twitter'ı referans gösterdim. Yoksa o insanların arasına çokça girmiş, onlarla konuşmuş biri olarak, böylesi çok örneğin olduğunu bizzat biliyorum. Çok aptalca itaat eden kitle yok mu? Var tabii ki, olmaz mı? Ama aynı aptallık CHP içinde de aynı şekilde var. Burada bir şeyi iyi görmek lazım. Bu insanların Erdoğan'a ve AKP'ye bu denli sıkıca bağlı oluşlarının ve her ne yaparsa yapsın sahip çıkışlarının iki sebebi var: Bir; AKP'nin gidip de yeniden Kemalist kadroların iktidara gelmesi durumunda kendilerine yine yaşam alanı kalmayacağını biliyor oluşları. İki; Ulusalcıların bu aşağılayan, hor gören, küçümseyen bakışları ve dilleri nedeniyle kendilerini kabul ettirebilecekleri, "insan yerine konacakları" tek yerin AKP oluşu. Nasıl ki CHP'nin politikalarını beğenmemesine, eleştirmesine rağmen küfür ede ede oy veren bir kitle varsa, aynı şekilde oy veren epey kalabalık bir AKP'li kitle de var. Örneğin 17-25 Aralık sürecinden sonra Erdoğan'a olan inancını yitiren, AKP'nin politikalarını ciddi biçimde eleştiren, cemaatle de uzak yakın ilgisi olmayan başörtülü, gençten bir kadın tanıyorum. Bir yandan AKP'ye oy vermek istemiyor, öte yandan da "CHP gelirse ben bu başörtüsüyle okula gidemem, memuriyet alamam" kaygısı taşıyordu. "Allah belalarını versin" deyip gitti AKP'ye verdi oyunu. İşin doğrusu ben AKP'li olsam, beni bu kadar aşağılayan, hor gören, tepeden bakan bir zihniyetin iktidara gelmesindense, hırsız mırsız bizimkilerin iktidarda olmasını tercih ederim. Zira o koltuğa kim otursa çalacak. Bunu da CHP'li belediyelerden gayet net biliyoruz. Politikanın doğası bu, bal tutan parmağını yalar. İşin bu kısmını çıkardığınızda, kalan kısım hayati önem taşıyor işte.
Özetle; Erdoğan'dan önce bizzat ulusalcılar tarafından kutuplaştırılmış bir toplum var ortada. Tabii askerin de ülkedeki birincil güç olması ve irticayı en büyük tehdit olarak gördüğünden mütedeyyin kitleyi baskılaması nedeniyle, AKP öncesinde ağızlarını açıp da tek kelime edemiyor, tam da ulusalcıların istediği biçimde itaat ediyordu dindar kesim. Göz önünde olmadıklarından da, onların öfkesini hiçbir zaman göremedi, fark edemedi ulusalcılar. Zaten askerin de ebedi güç olarak kalacağına inandıklarından, çok da umursamadılar o öfkeyi. Nasıl olsa höt dendiğinde susup otururlardı.
"Kürtlere değil Kürtçülere karşı"
Ulusalcıların Kürtlere bakışı ve tavrı ise akıl tutulmasının en uç örneklerinden biri durumunda neredeyse. Başta da belirttiğim gibi, benimseyip kabul ettikleri Kürt modeli, Kürtlükle hiç ilgisi kalmamış, tamamen asimile olmuş, kimliksiz, kişiliksiz, omurgasız, tuhaf bir ucube. Bu ucube profili bağrına basıp da "İşte ideal vatandaş" diyen bir insan, bilimsel olarak incelenmeli bana göre.
Bu ülke, Kürtçenin yasaklı olduğu yıllardan geçti ve Kemalistlere göre Kürtçenin serbest bırakılması, ülkenin bölüneceği anlamına gelirdi. Üstelik de her tarafta pıtrak gibi İngilizce tabelalar biterken, dahası, iş yerlerine İngilizce isim verip İngilizce tabelaları bizzat Kemalistler/ulusalcılar/milliyetçiler dikerken söyleniyordu tüm bunlar. Kürtçe resmi olarak serbest bırakıldığında da pratikte hiçbir şey değişmedi. Sokakta sırf Kürtçe konuştukları için komalık hale gelinceye dek dövülen insanlar tanıdım, hatta bizzat tanık oldum. Kürtlerin yaşadığı sıkıntılar, sorunlar tek tek sayılmaya kalkılsa, sadece böyle bir listeden oluşacak sayfalarca yazı çıkar ortaya. O yüzden tek tek saymaya gerek yok. Geçmişte yapılan bu ve benzeri birçok uygulama nedeniyle isyan etmiş bir halk, insanlar haklı olarak zıvanadan çıkıp isyan edince de "E, bunlar da bölücülük yapıyor" diyen bir kitle var ortada. Burayı aşağıda biraz daha genişleteceğim.
"Tek dil, tek millet" anlayışıyla toplumun tüm kesimlerini tektipleştirmek isteyen ulusalcılar, AKP'den çok önce bu ülkeyi kutuplaştırıp bölmüştü zaten. Başta Ekşi Sözlük ve Twitter olmak üzere sosyal medyanın çeşitli mecralarında Kemalist arkadaşların Kürtlere yönelik nasıl bir aşağılayıcı dil kullandığını, nasıl hakir gördüğünü, nasıl bir nefret kustuklarını hemen her gün görüyoruz. İnsanların dillerine bugün bile nasıl bir tahammülsüzlük gösterildiğini, Kürtçe herhangi bir şey duyduğunda kırmızı bez görmüş boğa gibi nasıl çıldırdıklarına tanık oluyoruz. En basitinden Facebook gibi bir platform, diller seçeneğine Kürtçeyi eklediği için çıldıran Kemalist sayısı hiç de az değil. Sen yanıbaşındaki halkın anadilini konuşmasına tahammül edemeyip "Benim ülkemde yaşıyorsan benim dilimi konuşacaksın" dersen, o da haklı olarak "Öyleyse ben de kendi ülkemi kurar ve kendi dilimi özgürce konuşup kullanırım" der. Bak, kafasında ayrılma fikri olmayan birine ayrılması gerektiği fikrini sen soktun böyle yaparak. Bin yıldır yaşadığı toprağı bırakıp da başka bir yere gidemeyeceğine göre insanlar, halihazırda yaşadıkları coğrafyada gerçekleştirmek isteyecek bunları.
Gezi'de penguen medyasıyla tanışıp "Bize Güneydoğu'yu senelerce bu medya mı gösterdi?" diye soran kitle, daha sonra ne olduysa (birisi "fabrika ayarlarına geri dön" butonuna bastı herhalde) tastamam Gezi öncesine dönüp aynı kafayla bakmaya devam etti Güneydoğu'ya. Ondan öncesine, Gezi'den çok kısa süre öncesine dönüp bir örnek vermek istiyorum. Özellikle 2013 Newroz'u, ulusalcıların halet-i ruhiyesini çok güzel özetliyordu bence. Malum çözüm süreci devam ediyor ve Türk medyası ilk kez Diyarbakır'dan canlı yayın yapıyordu hemen hemen tüm kanallarda. Yüzbinlerce Kürt, Diyarbakır meydanını doldurmuş, ellerinde sarı kırmızı yeşil bayraklar, kimilerinde Öcalan posteri, Kürtçe pankartlar, Kürtçe sloganlar.... Milliyetçi cephenin bir kısmı bu görüntü karşısında çıldırmış, bir kısmı ise gerçek anlamda şok yaşıyordu. Ekşi Sözlük'te yapılan bir yorum, özellikle ulusalcıların zihnini tam anlamıyla ortaya koyuyordu bana göre; "Aman Allah'ım, burası benim ülkem mi??? İnanılır gibi değil..." Bir kere burası sadece senin ülken değil, bunu geçelim de, daha başka bir sorun var burada. Bu arkadaşlar, Diyarbakır'ın (ve diğer Kürt illerin) çözüm sürecinde o hale geldiğini, buna AKP iktidarının izin verdiğini sanıyordu. Oysa orası zaten yıllardır öyleydi, hep öyleydi de siz bilmiyordunuz. Çünkü biz Güneydoğu'yu sadece ağalı hanımlı dizilerden, Kibar Feyzo gibi komik filmlerden biliyor, orada sadece bozuk ve şiveli bir Türkçeyle konuşulduğunu sanıyor, tıpkı ilkokulda öğrendiğimiz o "Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu'yu" şarkısındaki gibi billur ırmakları, buzdan kaynakları olan güllük gülistanlık bir yer olarak canlandırıyorduk zihnimizde. Hayatımızda internet de olmadığı için, tıpkı Gezi'de olduğu gibi kendi medyasına istediği şekilde haber servis ediyordu devlet ve biz penguen medyasının bu yalan dolan haberleriyle dolduruyorduk beynimizi. Oysa Güneydoğu, o 2013 Newroz'undaki gibiydi en başından beri. Sorun da bundan kaynaklıyordu.
İşte tam burada da "Benim ülkemde yaşıyorsan benim kurallarıma uyacaksın" anlayışı devreye giriyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi, burası sadece senin ülken değil, Kürtler de Kurtuluş Savaşı'na katılarak bu ülkenin kurucu unsurları arasında yer aldı. Ama bunu yaparken, biz onlara zorla bir Türk kimliği verelim, Kürt kimliğini olduğu gibi silelim, kendi dillerini unutturup bizimkini çakalım diye yapmadılar. Eğer onlara hiç dokunulmasaydı, vatandaşlık bağıyla TC vatandaşı olmaya, Türk pasaportu taşımaya ve daha fazlasına itirazları olmayacaktı. Ayrıca kimin toprağından kimi kovuyorsun sen? Kürtler buraya bizim gibi at üstünde uzak diyarlardan gelmedi, bizden önce buranın yerleşik halkıydı o topraklarda. Henüz ortada Osmanlı yokken de aynı yerde yaşıyorlardı. Osmanlı kurulup da sınırlarını genişlettiğinde, şimdiki Güneydoğu'yu da sınırlarına kattığında, o bölge özerk olarak Kürdistan şeklinde geçiyordu. Kürtlerle Osmanlı'nın ilişkisi aşağı yukarı şu şekildeydi; Osmanlı onlara karışmayacak, vergi almayacak, ancak asker gerektiğinde Kürtler Osmanlı adına savaşacak ve o bölgede "güvenliği" sağlayacaktı. Osmanlı döneminde yapılan Alevi, Ermeni vb katliamlarında Kürtlerin yer alması bundan. 1900'lerin başında bölge kafirler tarafından işgal edilince, dindar Kürtler küffara karşı Mustafa Kemal'in yanında yer alıp katıldı savaşlara. Mustafa Kemal'in Kürtlere özerklik sözü verdiği iddia edilir. Buna dair ispat ve inkâr "belgelerini" okudum ama kesin kabul ettiğim biri olmadı. Benim açımdan önemli de değil. Ancak bugünkü sorunun başlangıç noktasıdır burası. Ulus devlet yaratmak adına bir halkı tümden asimile etmeye kalkarsan, yerleşik halkın buna refleks göstermesi kaçınılmaz olur. İşte o "Benim ülkemde yaşıyorsan benim kurallarıma uyacaksın" anlayışının sonucudur yıllardır yaşadığımız iş savaş ve on binlerce yurttaşın ölmesi.
Efendim, dönemin şartları gereği...
Burada ulusalcıların bir savunusu daha giriyor devreye: "Ama bugünün şartlarıyla o zamanı değerlendirmek doğru değil." Ne zaman Kemalizm eleştirisi yapsak, can simidi gibi ortaya çıkan bir klişedir bu cümle. Şimdi bir konuda anlaşalım o halde, ciddi bir tutarsızlık var ortada zira. Tüm bu bahsettiğimiz şeyler 100 yıl önce yaşandı ve o günün şartlarına göre yaşandı. Kemalizm de yine o günkü şartlar doğrultusunda hazırlanan bir doktrin oldu. Eğer bugünkü şartlarla o günü değerlendiremiyorsak, o günkü şartlara göre belirlenmiş Kemalizm'in bugünün şartlarına ve gereksinimlerine yanıt verebilmesi mümkün değildir. Yok, eğer Kemalizm ve Atatürk'ün o dönem söyledikleri bugün hâlâ geçerliyse, o zaman o dönemi eleştirebilmek gayet normal ve hatta elzemdir. Yani asarken, keserken, doktrini belirlerken "o günün şartları" olacak ve dokunulmazlık zırhına büründürülecek, ancak aynı uygulamalar bugün devam ettirilirken "Bu ülkeyi Atatürk kurdu, onun kuralları hâlâ geçerli" denecek? Şöyle bir itiraz gelebilir; "Asma kesme kısmı o günün şartlarına göre yapılmıştı ama Atatürk geleceği görerek bir doktrin yazdı, bizlere vasiyette bulundu." Nasıl ki Müslümanların çoğu için "Bunlar Kuran okumadığı halde Müslüman geçiniyor" diyorsak, Kemalistlerin tamamına yakın çoğunluğu için "Bunlar ne Nutuk'u okumuş, ne de Mustafa Kemal'in diğer aktardıklarını" diyorum. Bir kere hiçbir yerde "Çocuklar, ben bugünün şartlarına göre ulus devlet yaratacağım diye herkesi Türkleştirmeye çalıştım, direnenleri kestim falan ama siz ileride yapmayın böyle şeyler" falan demiyor Mustafa Kemal. Gelecek kuşaklara vasiyeti de tıpkı o dönem yaşanan ve söylenenler neyse tıpatıp o. Bu durumda "O dönemin şartları ama" diyerek eleştiriye kapama hakkınız olabilir mi Kemalizm'i?" İçindeki Kürt nefretiyle "Ohhh, iyi yaptı! Burası Türkiye! Burada yaşamak isteyen bu kurallara uyacak!!!" diyenlere zaten söyleyecek bir şeyim yok. Zaten bu bakışın sorunlu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Buna rağmen bu fikirde ısrar ediyorsanız, bu ülkede akan kanın sebebinin Kürtler değil, bizzat kendiniz olduğunu kabul etmek durumundasınız. Sizin terör, bizlerinse iç savaş dediğimiz bu kanlı süreç, bu anlayış yüzünden yaşanıyor ve sizler o fırına ellerinizle odun taşıyarak daha çok kan akması, daha çok insan ölmesi için çaba gösteriyorsunuz. "Vatan için gerekirse canımı da veririm" diyenlerinse anlamadığı şu: Burada bir vatan savunması yok. Zira Kürtler dışarıdan gelip de bizim topraklarımızı istila etmiş değiller. Burada yaşayan bir halkı biz almışız egemenliğimiz altına, biz kimliklerini silmeye çalışmışız ve çalışıyoruz, onlar da buna direnmiş. Belki böyle olmasaydı, Kürtler ayrılmak, ayrı bir ülke kurmak vs istemeyecekti. Bu "benim ülkem" anlayışı onları zorunlu olarak bu fikre itti biraz da. Yoksa bugün bile hâlâ Kürtlerin büyük bölümünün istediği şey bu ülkeden tümüyle kopup yeni bir ülke kurmak değil. Ama artık ciddi ciddi özerklik istiyorlar; belki yine TC'ye tabi olmak ama TC'nin varlığını, askerini, polisini o topraklarda görmemek... Özellikle son birkaç aydır Güneydoğu'da devletin yürüttüğü savaş ve gerçekleştirdiği uygulamalar, bölge halkıyla devlet arasında kalan o son pamuk ipliği bağı da darmadağın etti. O insanların artık bu devletle barışması falan mümkün değil. Savaş politikasından vazgeçip bu gerçeklik üzerine yeni bir çözüm bulunması şart. Diğer seçenekte ısrar etmek, birbiri ardına gelecek şehit haberlerini peşinen kabul etmek demektir. O zaman da hiçbir ulusalcının ağlama hakkı yok! Sizin seçtiğiniz şıkkın doğal sonucu bu, bunu da bile isteye kabul ettiniz zaten. O şehitlerin kanına da siz girdiniz. O çocukları Güneydoğu'ya ölüme de siz gönderdiniz. Hem ellerinizle gönderip hem de cansız bedenleri gelen askerlere ağlayıp "Hain Kürtleeerrrr" çığlıkları atmak, akılla izanla açıklanacak bir durum değil. Bunun için özel klinikler var, orada incelenmesi gereken bir vaka bu.
Devlet değil hükumete karşı olmak
Asıl bir de devletle ilişkileri var ki, saç baş yoldurtan cinsten. Bir türküleri var; "Biz devlete değil, hükumete karşıyız" şeklinde. Buna yıllarca gülüp geçiyordum, ta ki Gezi'ye kadar. Ama bu kafa yapısı, Gezi'yi de çok başka bir yerlere gidebilecekken bitirdi. Öncelikle şunu söyleyeyim; Gezi, hiç kimsenin, hiçbir partinin, hiçbir ideolojinin hareketi değildi. Tıpkı bir aşure gibi, içinden hangisini çıkarsan eksik kalacak, hepsinin bir araya gelişiyle lezzet kazanmış bir hareketti Gezi. İçinde devrimciler, hatta illegal sol gruplar olmasaydı da Gezi olmazdı, Kürtler olmasaydı da Gezi olmazdı, ulusalcılar olmasaydı da Gezi olmazdı. Ama ulusalcılardaki bakış ne? "Gezi'de sol gruplar olmasaydı keşke, PKK'lılar Gezi'ye zarar verdi" vs... İstedikleri, tipik ulusalcı kafasıyla; herkesin "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye bağırdığı, herkesin elinde Türk bayrağının olduğu, kimsenin polise taş atmadığı, hep böyle komikli yazılarla sadece sloganların olduğu bir şey olmalıydı. Eğer orada Kürtler, devrimciler, sosyalistler, sol örgütler olmasaydı, polis hepinizi tam da Muammer Güler'in söylediği gibi kulaklarınızdan tutar, geçmişinizi siker atardı parktan. Hayatınızda sokak eylemine mi katıldınız? Barikat kurmayı mı biliyorsunuz? Polise nasıl direnilebileceğine dair en ufak bir deneyiminiz mi var? Aranıza karışan sivil polisleri ayırt etmeyi mi biliyorsunuz? Hani kabaca, hangi götünüze güvenip polisin karşısında duracaktınız da park savunacaktınız o devrimci yapılar ve polisi püskürten örgütler olmasaydı? Polis, ayağını yere hafif hızda vurup "La sktrin!" diye bağırsa, arkasına bakmadan kaçacak modellersiniz çoğunuz. Bırak polise karşılık vermeyi, önünde kol kola girip direnebilecek bir kitle dahi değilsiniz. Gezi direnişi o kadar uzun sürdüyse, polise o kadar direnilebildiyse, tamamen devrimci yapıların ve sol örgütlerin sayesindedir bu. Tabii salt onlar olsaydı da ulusalcılar olmasaydı, yine Gezi direnişi olmazdı. Her zamanki gibi polisle çatışan "teröristler" olurdu, televizyondan izleyen ulusalcılar da polisi alkışlardı zaten. O apolitikler olmasaydı o komik yazılar, sloganlar olmazdı örneğin. Bu yüzden, içinden herhangi bir öğe çıkarılsa Gezi olmazdı. Peki, polise karşılık veren, taş atan kitleye bakışı neydi ulusalcıların? "Polisle çatışmayalım, biz devlete karşı değiliz." Devlet dediği polis, "Atatürk'ün piçleri" diye küfür ederken söylüyor bunu ulusalcı arkadaşlar. O polis kimi koruyordu? Devletin polisi kimi korumak için var? O polis kimin çıkarlarına hizmet etti ve ediyor? Bu durumda devletle hükumet arasındaki fark nerede?
Bu devlet sevicilik, hatta devlete taparlık, ulusalcıların sonunu getirecek. Daha önce de birkaç kez bahsettiğim gibi, bugün hükumeti devirmek için kesin bir kararla sokağa çıksa bu kitle, polise mukavemet etmek istemeyeceği için hiçbir şey elde edemeden döner evine. En basitinden Cumhuriyet rejiminin sonuna geliyoruz resmen. TBMM'de bir taslak var şu an, ders kitaplarından Atatürk çıkarılması gibi bir durum söz konusu. Normalde bütün ulusalcıların, Kemalistlerin ayağa kalkıp ortalığı ateşe vermesi gerek. Oysa yapacakları en fazla sokağa çıkıp slogan atmak olur. Eskaza bir cesaret geldi de Saray'a yürümek istediler diyelim, karşılarına polis dikildiğinde dururlar oldukları yerde. Devrimci yapılar polisle çatışmaya girecek olsa, "Biz devlete değil hükumete karşıyız" diyerek polise karşı herhangi bir şey yapmaz, üstüne devrimcileri suçlar, oradan çekilip giderler. İktidar da, kendilerini koruyan polis sayesinde Atatürk'ü de ders kitaplarından kaldırır, heykellerini de yıkar. Böyle söyleyince gaza gelip "Sıkar biraz, kimsenin gücü yetmez ona" diyen aslan parçalarına sormak gerek: Ne yapacaksın? Ekmeğini yiyip suyunu içtiğin devletin polisine taş mı atacaksın, silah mı çekeceksin? Bunu yapamayacağına göre nasıl engel olacaksın? Neyine güveniyorsun yani?
"Kemalist görünümlü sağcılar"
Yukarıda dindarlara ve Kürtlere yönelik devletin uygulamalarından bahsederken, 1950 sonrasını da 1980 darbesini de referans gösterdim. Kemalistlerin en büyük savunularından biri de "1950'den sonra ülkeyi Kemalistler mi yönetti? 1980 darbesini yapan askerler gerçekten Kemalist miydi?" sorularıyla geliyor. Yani özünde Kemalist olmayan ama Kemalist görünümlü kişi ve kurumlar, sözümona Kemalizm adına bir takım faşizan uygulamalar gerçekleştirdi ve bunlardan dolayı da Kemalistleri, Kemalizm'i eleştirmek doğru değil. Peki canım kardeşim, bunu kabul ediyorum. O halde bir soru sana: 1950'den beri, kesinlikle kabul etmediğin o 1980 darbesi ve sonraki dönemi de dahil, bu ülkenin ders kitaplarını, tarih kitaplarını kim yazdı? Müfredatı kim hazırladı? Seni bu şekilde yetiştiren, torna tezgahından geçtiğin o eğitim sistemini kim kurguladı da sana bu şimdiki konuştuğun dili ezberletti? "Kemalist görünümlü sağcılar" dediğin o 1980 darbesinin mimarlarının dizayn ettiği eğitim sistemine girmiş, o zihniyetin doğrularını okullarda öğrenmiş, yine o zihniyetin ezberlettiği dille konuşmakta olan kişisin sen. Seni yetiştiren, seni şekillendiren, o "Aslında Kemalist olmadığı halde Kemalist gibi görünen sağcılar" dediğin yapı işte. Eğer bugün senin söylediklerin doğruysa, Kemalizm tam da senin anlattığın gibi bir şeyse, sana bunları öğreten, ezberleten o darbeci zihniyet de, 1950'den beri ülkeyi yöneten hükumetler de doğruyu söylüyor, gerçekten de Kemalizm'e hizmet etmiş/ediyor demektir. Amaaa.... Yok eğer dediğin gibi o zihniyet gerçekte Kemalist değilse, onların sana ezberlettiği tüm doğrularını sorgulamanı öneririm. 1950-1980 arasında sağ hükumetlerin yazdığı bir müfredat, 1980'de darbecilerin yazdığı bir müfredat var ortada, sen de o müfredat tarafından yoğurulmuşsun, o müfredatın ezberlettiklerini tekrarlıyorsun, ama onları referans gösterdiğimizde de "Onlar Kemalist mi? Kemalist görünen sağcılar onlar" diyorsun. Kemalist gibi görünen sağcılar tarafından yetiştirilmiş olan sen de, kendini Kemalist ve solcu sanan bir sağcı olabilir misin gerçekte acaba?
Öncelikli sorun Kemalistler mi?
İktidar siyasal İslamcıların elindeyken, devletten tasfiye edilmiş, herhangi bir gücü kalmamış Kemalistlere çatmak, onları eleştirmek doğru mu? Hep söylediğim gibi, şu an asıl tehlike Kemalistler değil, siyasal İslam. Peki o halde neden Kemalistleri eleştiriyorum? İki temel sebepten. Birincisi; eğer herhangi bir dış müdahale olmaz da ülke kendi içindeki olağan akışında giderse, ulusalcıların bu devlete tapan anlayışları yüzünden siyasal İslam iktidarından kurtulma şansımız yok! Açık faşizmin yaşandığı bir ülkede seçimle, sandıkla bir şeyi değiştirmek mümkün değil artık. Bu iş ya sokakta olacak ya da fiilen bitmiş olan rejim resmi olarak da bitecek ve şeriat devletinde yaşamaya başlayacağız. İlk seçeneğin önündeki en büyük engel, devlete tapan ulusalcılar olduğu için ikinci seçenek kaçınılmaz görünüyor. Bu nedenle ulusalcılara çatıyorum. İkincisi; oldu da herhangi bir nedenle (dış müdahale, Erdoğan'ın ölmesi, AKP'nin kendi içinde çökmesi vb) mevcut iktidar düşerse, yerine yine aynı eski zihniyet gelecek; şimdinin ulusalcıları, Kemalistleri. Zaten ülkenin bu hale gelmesinin asıl nedeni olan zihniyet, hatalarından en ufak ders almadan aynı anlayışla ülke yönetmeye kalkarsa, çok değil otuz sene sonra yine dönüp dolaşıp aynı noktaya geliriz. Hatta bu kez o kadar da süremez. Zira Kürtlerin savaş biçimi ve anlayışı da değişti. Bu kez "terör" ülkenin her yanına yayılır ve hiçbir şey değişmemiş olur ülkede. En fazla daha rahat içki içer, mini etiğimizi daha rahat giyeriz.
Bitirirken...
Tek bir yazıyla her şeyi anlatmak, tüm sorunları çözmek, her şeyi değiştirmek mümkün olsaydı, bunu benden önce çok daha birikimli kalemler, aydınlar yapardı zaten. Yazının bütününe göz attığımda, hâlâ eksik kalan çok nokta olduğunu görüyorum. Onlar da belki başka bir blog yazısının konusu olabilir. Hem belki ara ara işlemek, bazı şeylerin düşünülüp sorgulanması adına da daha yararlı olabilir. Kimi arkadaşların dile getirdiği gibi, "Boşa yazıyorsun, bunlar bir şey anlamaz, o kafalar da değişmez" fikrine katılmıyorum. Özellikle Ekşi Sözlük'te yıllar içinde yazdıklarımla birçok Kemalist arkadaşın, ulusalcının ciddi değişimler geçirdiğini bizzat biliyorum. Mutlaka ki küfür edecekler, yüzde yüz haksız olduğumu söyleyecekler vs olacaktır. Zaten benim de "umutsuz vaka" dediğim kalabalık bir kitle var. Ancak ciddi ciddi üzerinde düşünen, bazı şeyleri sorgulayabilen bir kitle de var, sayıları diğerlerine oranla daha az olmakla beraber. Ulaşmaya çalıştığım da onlar zaten.
Konuyla ilgili bir başka yazı: "Peki ya Lazlar ve Çerkesler neden isyan etmiyor"
Mevcut durumu geçmiş bağlantıları ile çok anlaşılır ve objektif bir şekilde özetlemişsiniz. Siyaseten etkili bir avuç insan şu farkındalığın onda birine sahip olabilse pek çok şey değişebilirdi. Paylaşımınız için teşekkür ederim.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Daha açılabilecek bir konu tabii bu. Belki onları da zaman içinde kaleme alırım.
Siltürkiyede kendini sosyalist olarak niteleyen, ideolojiden ve kavram karmaşasından beyni yanmış kesimin müslümanlarla ruh ikizi olduklarının bir kez daha kanıtlamışsın. görüşler değişse de iq baki kalıyor ne de olsa. bu arada yarın kemankeş starbucs'ta, ios emekçileri sendikası ve kürdistan berdele özgürlük platformunun katkılarıyla düzenlenecek polyushka polye dinletisine bekleriz. DORONO DORONO KOZONOCOĞOZ
YanıtlaSilÖncelikle emek vererek böyle bir yazı ile görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Son günlerde insanlar küfürleşmeyi buna tercih ediyor. Ben kendimi azılı bir Kemalist olarak tanımlamam aslında. Ki elbette her grup gibi Kemalist olduğunu iddia eden insanlar arasında da hastalıklı düşüncelere sahip insanlar olabilir, cahiller olabilir, fikri ile zikri uyuşmayan insanlar olabilir bunları kabul etmemek de pek mümkün değil. Belki ben de öyleyim. Ben küfretmek veya nefret etmek derdinde değilim. Belki böyle yazılar okuyarak doğruyu bulacağım.
YanıtlaSilKemalistlerin ülke gerçeklerine ve kitlelerine uzak olduğunu söylemişsiniz bu da çok doğru. Lakin ben sizde de gözlemledim bunu bir nebze. Belirtmeden de geçemeyeceğim, şu an İsveç'de oturmuş kahvemi yudumlayarak bu yazıyı yazıyor olsam, herhalde bambaşka şeyler yazar, sizi tam anlamıyla haklı bulduğumu söyler ve Kemalizmin çağın gerisinde bir ideoloji olduğunu not düşerek yazımı sonlandırırdım.
Kemalizm çağın gerisinde argümanına hep hak vermişimdir. Lakin tek bir kontra soru ile.. Peki içerisinde bulunduğumuz coğrafya çağa çok mu uygun? Bugünün Türkiyesi Finlandiya, halkı da İskandinav, sorunları da yıllık 40 bin avroluk refahı nasıl 50 bine çıkartırız falan olur da, Kemalizmi çağ dışı buluruz. Oysa bu topraklarda tek bir sorun vardır tek bir tane. İyi kötü, bir nebze çağdaş olan bir avuç insanın hayatta kalabilme savaşı. Öyle ya, Türkiye'den bakınca Arap coğrafyasındaki o ilk milliyetçi patlamalar geri bulunabilir. Baas gibi hareketler küçümsenebilir. Ama o coğrafyanın gerçeği odur. Ne yazık ki 1300'lerin kafasından hemen milenyuma atlamak mümkün değil. Önce "bir şey" o coğrafyayı biraz yontmalı. Bu benim görüşüm. Kemalizm bence Türkiye'yi kurtaracak bir yönetim değildi. Kemalizm bu ülkenin evrimindeki ara form olmalıydı. Başarılı olsa, bu misyonu yerine getirebilirdi de. Totaliter olduğu kuşku götürmez, Atatürk diktatör değildir diyen zaten... bilemiyorum fazla iyi niyetlidir. Lakin burada boş sloganlaştırılmış kelimelerden kurtulmalıyız. Demokrasi vs gibi kelimelerin anlamlarının nasıl boşaltıldığını düşünelim ülkemizde. Darbe ve hatta diktatörlük de öyle.. Darbe = öcü. İyi de kardeşim, bu durumda Hitler'e suikast düzenleyen Stauffenberg başarılı olsa darbeci, Hitler de demokrasi şehidi mi sayılacaktı? Demek ki bunları yerine göre değerlendirmek lazım.
1930'ların yönetimlerinin, dönem seyyahlarının gezip "Bunlar bizden asırlarca geride yaşıyorlar" dediği Anadolu'yu elbette zor kullanarak değiştirme yükümlülüğü vardı. Hatta başarılı olamamasının nedenlerinden biri, bu değişimleri Fransızlar kadar kanlı ve sert uygulamamasından ileri gelir. Hoş değil, ama dürüst ve gerçekçi bir yaklaşım.
Beş parçadan oluşan yorumlar serinizin tamamını okudum. Ben de size çok teşekkür ederim, üşenmeyip böyle uzun uzun yazdığınız için. Yorumdan ziyade başlı başına blog yazısı olmuş sizinki de :) Temas ettiğiniz çok nokta, esasen üzerinde gerçekten konuşulup tartışılması gereken şeyler. Bu bakımdan bu uzun seriyi özellikle yanıtlamak istiyorum. Ancak şu an beynen cidden yorgunum, muhtemelen yarın başlarım yazmaya. Zira beş yorumunuzun tamamına da bir şeyler söylemek, konuyu böylelikle daha derin irdelemek gerek.
SilDeğerli zamanınızı ayırıp üşenmeden yazdığınız için tekrar teşekkür ederim. Görüşmek üzere.
1)
SilGecikmeli de olsa merhaba :)
Doğrudur, günümüzün Türkiye toplumu da çağa uygun değil. Peki, bunun böyle olması, yanlış olan bir şeyde ısrarı gerektirir mi? Yani, "Türkiye toplumu çağa uygun değil. Kemalizm de değil. Dayayın gitsin, bir şey olmaz" demeli miyiz? Günümüz toplumunun çağa neden uygun olmadığını, neden bu kadar geri kaldığını görmek için 1940'lara Köy Ensitüleri'ne bakmak gerekiyor. Bu kurumun hangi amaçla ortaya çıktığının yanı sıra, kimler tarafından ve ne niyetle kapatıldığını iyi görmek gerek. Enstitülerin resmi kapanışı her ne kadar 1954 yılında DP tarafından yapıldı görünse de, kapanışın temelleri 1948'de İsmet İnönü tarafından tek parti CHP'sinde atılmıştır. Nitekim DP'nin kapatma kararına da CHP'liler büyük bir tepki vermediği gibi, kısmen destek bile olmuşlardır. Bahsettiğimiz dönemin CHP'si Kemalist değilse eğer, bu memleketteki tek Kemalist, Mustafa Kemal'in bizzat kendisiydi demek gerekir. Yani o bahsettiğin bugünkü çağ dışılığı da farklı bir adreste aramamak lazım. (Köy Enstitüleriyle ilgili bir yazı önereceğim ama yorumlarda link verilemediğinden ayrıca atacağım linki)
Kemalizm eleştirisi yapılırken en çok karşı olduğum görüş şu; işte efendim Atatürk diktatördü, Kemalizm totaliter bir rejimdi. Tespit doğru da, başka bir seçenek var mıydı? Osmanlı'dan devrolmuş, tamamen tebaa haline gelmiş ve halifeye tapan bir halk yığını var ortada. Kim gelirse gelsin diktatör ve totaliter olacaktı. Nitekim aynı yıllarda yapılan Sovyet Devrimi de farklı değildi. Bugün Türkiye'de sosyalist bir devrim olsa, devleti yönetecek lider yine diktatör olacak, rejim yine totaliter olacak. Devletin ve devrimin doğasını görmezden gelerek bu konuyu konuşmak eksik ve hatalı olur bence.
Gelelim dindarlık meselesine. Kemalizm dindarları ve aşırıcılığı yaratmadı. Zaten var olan bu canavarı yeterince ciddiye almadığı için sadece bu kadar dizginleyebildi. Yok etmeye çalışmadı, sadece baskı altına aldı. Oysa gerçekçi bakarsak Fransız jakobenleri gibi, Napolyon gibi davranmalıydı. Onlar ta en başından beri sizin kafanızı kesmek istiyordu ama Kemalistler onları işte bu kadar dizginleyebildi. Tanımamakla itham ediyorsunuz. İnanın ben tanıyorum. Bir eşşeğe Fransızca öğretebileceğinize inanırım. Ama o gördüğüm adamlara günümüz dünyasını anlatmanız imkansız. İletişim kurmanız imkansız. Bakın ona anlatmak, medeni yaşama dahil etmek, başkasına müdahale etmeden dinini yaşamak falan demiyorum en basit ennnn basit konuda iletişim kurmanız im-kan-sız. Yaşadığımız coğrafya çağa çok mu uygun derken demek istediğim bu. Medeni dünya bu gerçeği anlamadığı müddetçe o malum örgüt gibi yamyamlarla mücadele edemez. Ki görüyorsunuz adam İngiltere'den kalkıp gidip yamyam cihtçıların arasına katılıyor. Avrupa'da tanınan tüm haklara rağmen. Onun kafasındaki dünyada o haklara yer yok. O haklar, onun zamanı geldiğinde o ülke insanının boğazını kesebilmesi için kullanacağı araçlardan ibaret çünkü. E bu durumda da hala o adama o hakları vermek ve ülkeye kabul etmek benim dünyamda mallıktır. Türkiye'de de bu olacak. En fazla 40 yıl sonra ki çok iyimser bence, Afganistan olacak bu ülke. Burada modernizmin yalnızca Kemalizmin demir yumruğu ile korunabileceğini herkes o zaman anlayacak ama geç olacak demiyorum artık tam şu an geç bile. Geçmiş olsun.
YanıtlaSilKemalist için başını örtsün ama saçı görünsün, oruç tutsun ama rakıyla iftar açsın ister gibi yüzeysel bir çıkarımı nasıl yapıyorsunuz hayret ettim. Yani gerçekten karşınızdaki kitlelerin derdi bunları yaşamak mı zannediyorsunuz? Hayır tüm mahalleleri kendi mahallelerine çevirene, tüm herkesi kendi kalıplarına sokmadan durmayacaklar. Gücü ellerine tam anlamıyla aldıklarında da kalan ufak tefek azınlıkları yok edecekler. Onların hümanizm gibi aptalca bir dertleri yok çünkü.
Askeri anlatımla, Işid ile savaşırken hümanizm çerçevesinde ve savaş hukukuna uyarak savaşmak ne kadar aptalca ise o kadar aptalca.
Şimdi bu durumda, ortada böyle bir mücadele varsa kusura bakmayın kazanan ben olmalıyım, Kemalizm olmalı. Onlar bizi Orta Çağ kalıbına zorla sokacağına biz onları medeniyet kalıbına zorla sokmalıydık. Onlar bizim gibi aptal değilller ve empati yapmıyorlar. Biz yapıyoruz ve bu yüzden yok olacağız :)
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Sil2)
SilO dindar tabanı Kemalizmin yaratmadığı kısmı doğru. Ancak "yeterince ciddiye almadı" demek Mustafa Kemal'in zekasına hakaret, "yok etmeye çalışmadı" demekse tarihsel gerçeklerle çelişmektir. Mustafa Kemal gibi bir deha, o kadar ileri görüşlü bir adam, nasıl bir halk kitlesini yönettiğini bilmeyecek ve ciddiye almayacak? Atatürk gerçekten bu kadar aptal olabilir mi? Aptal olmadığının kanıtı da İstiklal Mahkemeleridir. Darağaçları kuruldu her tarafa da çok sayıda insan asıldı, tekke ve zaviyeler kapatıldı vs, daha nasıl yok etmedi? Haa, tüm kitleyi komple yok etmekten bahsediyorsan, Türkiye'de yüz binlerce insana soykırım uygulayıp sadece Alevileri ve İstanbul ile İzmir'deki gayrimüslimleri bırakmak gerekirdi geriye. Ne güzel olurdu di mi, 1930 yılında toplam nüfusu bir milyonu bulmayan, bomboş bir Türkiye...
O bahsettiğin insanlarla neden iletişim kurulamadığını, bunun altında yatan refleksi yazıda anlatmaya çalıştım zaten. Ve yine yazıda, senin iddia ettiğin o "Kemalizmin demir yumruğu" koruyacak olsaydı, 65 yıldır korurdu zaten. TSK diyorum TSK, TSK gibi bir kurum bile bu şeriatçı kadroların sırtını sıvazlayıp katliam izni verdikten sonra, hiç kimse Kemalizmin bu kafa kesen, Alevi katleden, kantin basıp oruç tutmayanları döven kitleye karşı bir sigorta olmadığını iddia edemez. Dahası, tüm faturayı da bu dindar kitleye kesemez. 2007 yılına kadar yargı bile Kemalistlerin, ulusalcıların elindeydi. Din adına katliam yapanların hangi birine ceza kesildi 60 yılda? Neredeydi o Kemalistler Sivas katliamı yaşanırken? Maraş, Çorum katliamlarında laik rejimin sigortası Aleviler kesilirken o Kemalistler niye korumadı bu insanları da katillere arka çıktı? Bu ülke Afganistan olacak, kesinlikle doğru. Bunda; Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararına imza atan, destek veren CHP'lilerin, o sosyalist gençleri tek tek katleden Kemalist TSK'nin, komünist tehlikeden korkup yeşil kuşağa destek veren tüm Kemalist kesimin payı olacak. Kemalizm, kendi sonunu kendi getirdi, şimdi hiç de ağlayıp sızlamasınlar. Kesinlikle geçmiş olsun...
Dindar dediğimiz kesim, yazıda da vurguladığım gibi salt radikal ve yayılmacı İslamcılardan oluşmuyor. AKP tabanının tamamı da tüm mahalleleri kendi mahallelerine çevirmek isteyen, herkesi istisnasız baskılamaya çalışan bireylerden müteşekkil değil. Bunu böyle sanmak, o insanları (yine yazıda belirttiğim şekilde) hiç tanımıyor olup salt belli bir kitleyi görmenin getirdiği bir paranoya. Hayır, hepsi öyle değil. Ancak öyle olanların sayısı da az değil. Israrla anlatmak istediğim şey bu. Yekpare bir yapıdan söz etmiyoruz yani.
Kemalizm veya Kemalistler empati yapabilseydi, bu ülkenin ırzına bu kadar geçilmezdi. Her şey olmuş bitmiş, kendi elleriyle yarattıkları canavar büyüyüp karşı devrimi tamamlayacak noktaya gelmiş, şimdi panikle savaştan bahsediliyor, mücadeleden bahsediliyor. Yalnız, bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Yazı, "Siyasal İslamcılarla mücadele etmeyin, onları sevin" demiyor. Onlar iktidardan indirilse bile bu kafalar değişmediği sürece yine aynı sonu yaşayacağımızı anlatıyor. Sanırım burası pek anlaşılmamış.
(Bir cümlede anlam kayması olmuş, edit'lendi)
YanıtlaSilDolayısıyla 1930'larda tek amaçları hükümeti yok edip tekrar hilafet düzenine geçmek olan bir güruha baskı uygulanmasa, istedikleri haklar verilse. Şimdi onlar modern ve bu denli kinli olmayan bireyler olacaklardı öyle mi ? Gerçekten komik bile değil. Tek fark şu an gördüğünüz Kadıköy, Moda falan bugün göründüğünden biraz farklı görünürdü, misal Kabil gibi. Eleştirilecek Kemalist bir anayasa filan da bulamazdınız.
Gelelim Kürtler meselesine. Yine İsveç yahut Norveç'te veya Belçika'da olsak dedikleriniz çok doğru. Lakin bu coğrafyada anadil, yavru dil, ayrı eğitim falan ol-maaz. Göreceksiniz, Yugoslavyadan beter olacak bu ülke bu işler yüzünden. Çünkü oradakilerin bile kültürünün %10'u yok ne yığınla Türk'te ne de Kürdlerde... Gerçi belki de öyle olması insanlık için en hayırlısıdır bilemedim.
Burada hiç solcu romantizmi gösteremeyeceğim. Eğer Roma, medeniyeti o ormanlara götürdüyse, ne mutlu ki istila etmiş Galya'yı. Keşke Cermenya'yı da işgal etseydi de, Roma'yı yıkan barbarların, orman insanlarının israf ettiği bir Orta Çağ karanlığını yaşamasaydık. Akınlarla, talan ve yağmalarla insanlığın ilerleyişinin tamamen durduğu o zamanlar hiç kaybedilmese idi. Ki bu güruhlar o karanlıktan bile eski Yunan ve Roma mirasını keşfettikten sonra kurtulabildiler. Bugün hepsi zamanında atalarının düşman gördüğü Roma medeniyetini kutsuyorlar.
Keşke Türkiye'nin her yöresindeki insan da, ulus devletin boyunduruğundan kurtulup Barzanilerin ya da başka derebeylerinin boyunduruğuna düşme sevdası uğruna kan dökmeyi bırakıp, o ulus devleti nasıl yükseltebiliriz, nasıl insancıl hale getirebiliriz diye çalışsa. Ama ırkçı ise, mikro milliyetçi ise elbette yapamaz. Türk bayrağı paylaşmaya bile şovenist eylem diyen tipler anlamayacaktır bu dediğimi ama, Türklük ve ona dair her şey ırkçılık/faşistlik, ama etnik Kürt milliyetçiliği yapmak sempatik. Ya ben Türküm dediğim zaman kendine solcu diyen adamların bir DNA testi istemediği kalıyor. Türk olmak çünkü asıl suç olan. Neredeyse öldürecekler beni genetik olarak olmadığım halde Türküm diyorum diye. Derim, çünkü benim için ırkın bir önemi yok. Bu ulusu ifade eden kelime Türk ise Türküm, bu coğrafyanın genel dili Türkçe ise Türkçe konuşuyorum.
Ya dünyanın her yerinde azınlıkları, o ırktan olmayanları belli belirsiz dışlayan, çizdiği vatandaşlık tanımının içinde kalsalar dahi dışlayan devletlerin aksine, bu devlet demiş ki senin ırkın benim umrumda değil yeter ki insan ol. 1930'ların dünyasında demiş hem de bunu. Afrikalıların ABD'de hala hayvan olduğu, Avrupa'da nelerin yaşandığını Almanyasından İngilteresine kadar bildiğimiz yıllar. Ne olursan ol, gel şunun adına Türk diyelim diyen devlet ırkçı, hayır ben Türk değil Kürdüm ve bunun için kan dökerim diyen ırkçılar solcu :S
Bu noktada aklıma Che sevgisi geldi. Onun posterlerini Amerikalı gençler bile asıyor, tshrtlerini giyiyor. Bu biraz zayıfa acımakla, güçlüye kafa tutanı sevmekle alakalı. Öyle ya insanlar Sezar'a karşı isyan eden Galyalı Vercingetorix'i tutar hep ya da Spartacus'u... Bense kimse kusura bakmasın Roma'ya esir düşmeden önce muhtemelen gittiği yağmalarda öldürdüğü insanların kafataslarından koleksiyon yapan bi Trakyalıyı bir Roma konsülüne tercih etmem =) Burada Spartacus ve Che benzetmesi yapmıyorum elbette. Ama insanlar romantik şeyleri severler. İdeolojiden bağımsız biraz bu.
3-a)
Sil"1930'larda tek amaçları hükümeti yok edip tekrar hilafet düzenine geçmek olan bir güruha baskı uygulanmasa, istedikleri haklar verilse. Şimdi onlar modern ve bu denli kinli olmayan bireyler olacaklardı öyle mi?"... Yazıda bir yerde bu konuda şöyle bir ifade var: "Tabii bu saydıklarım bu kadar kolay olur muydu? Orası ayrı bir tartışma. Çünkü burada siyasal İslam'ın dinamikleri de giriyor devreye. Konudan tümden kopmamak adına bu kısmı çok fazla dallandırıp budaklandırmak istemiyorum." Gard alıp okuyunca buralar gözden kaçıyor sanırım. Hayatın, gerçekliğin, masa başında oturup teori yazmak gibi kolay olmadığını bilecek kadar deneyimli olduğumu düşünüyorum. Üstelik de yine yukarıdaki yanıtlarımda da kısmen değindiğim gibi, Osmanlı sonrası nasıl bir halk kitlesinin kaldığını, hangi dinamikleri taşıdığını da biliyorum. İşin bu kısmı, apayarı bir yazıyla çok daha derinlemesine inceleme gerektirir.
Kemalist rejimin yarattığı en büyük paranoya bu dil konusuydu, hâlâ bir şey değişmemiş. Senin sınırların içinde yaşayan milyonlara (bak, yüzlerce, binlerce falan demiyorum; milyonlarca!) insan anadilini konuşmak isterken sen de "ol-maaazzz" dersen, işte böyle 35 senede binlerce gencini şehit diye verirsin toprağa. Bunun çok tartışılacak bir yanı yok. o insanlar istiyor, sen de vermiyorsun, bunun kaçınılmaz sonucu savaş işte. "Bende asker çok, ölsünler anasını satayım" diyorsan, buyur gönder zaten cepheye. Nitekim gönderiyorsunuz da. Bu sonuçtan memnunsanız, bu kafa yapısıyla devam, hiç tartışmayacağım. Sadece "Ahhh şehidimmm" şeklinde dökülen timsah gözyaşlarına tahammül edemediğimden, ağlama hakkınız olmadığını hatırlatmak isterim.
"Keşke Türkiye'nin her yöresindeki insan da, ulus devletin boyunduruğundan kurtulup Barzanilerin ya da başka derebeylerinin boyunduruğuna düşme sevdası uğruna kan dökmeyi bırakıp, o ulus devleti nasıl yükseltebiliriz, nasıl insancıl hale getirebiliriz diye çalışsa. Ama ırkçı ise, mikro milliyetçi ise elbette yapamaz."... Açıkçası şu satırlarda durdum. Tipik devlet söylemi olduğundan çok alışkın olduğumuz bir ezber, garipsemedim de, hakikaten buna kısa ne yanıt verilebilir diye düşündüm. Kendilerine asimilasyon ve çok daha fazlasını uygulayan bir devlete karşı kimlik mücadelesi vermenin onurlu bir duruş olduğunu mu anlatayım, ezilen ulus milliyetçiliği kavramını hiç bilmeyip bunu ırkçılığa, mikro milliyetçiliğe bağlayan birine bu kavramları mı uzun uzun anlatayım, gerçekten bilmiyorum. Seni kendi toprağında işgal edip kimliğini yok etmek isteyen bir devletin ulus devlet anlayışını yükseltmeye çalışmak, böyle bir beklentiye girmek... Yani kısaca "Bu herifler niye kafalarını o giyotin sehpasına sokmuyor da direniyor yahu?" diyorsun. Bilmem, niye acaba? Brave Heart filmini bir kez daha izlemeni öneririm. William Walles'ın o giyotin sehpasındaki sahnesinde belki yanıt bulabilirsin soruna.
3-b)
Sil"Ya dünyanın her yerinde azınlıkları, o ırktan olmayanları belli belirsiz dışlayan, çizdiği vatandaşlık tanımının içinde kalsalar dahi dışlayan devletlerin aksine, bu devlet demiş ki senin ırkın benim umrumda değil yeter ki insan ol. 1930'ların dünyasında demiş hem de bunu."... Demiş yani? Aferin o devlete... O masal kitabını ben de okudum lisedeyken, sonra sıkılıp da tarih öğrenmek isteyince tarih kitaplarına sardım.
"Ne olursan ol, gel şunun adına Türk diyelim diyen devlet ırkçı, hayır ben Türk değil Kürdüm ve bunun için kan dökerim diyen ırkçılar solcu"... Yok canım estağfurullah, "Sen Kürt değilsin, zaten Kürt diye bir şey de yok. Sen aslında dağ Türk'üsün, karda yürürken kart kurt sesleri çıkardığın için Kürt deniyor sana" diyen devlet ırkçı olur mu hiç? Bu yakıştırma, tamamen bizim bok yememiz. (O tırnak içindeki ifadede en ufak bir ironi yok. Bunu ciddi ciddi söylediler Kürtlere). "Hayır, ben Türk değil Kürdüm" diyen adam faşist tabii. Biz de söyledik onlara; adlarını, soyadlarını, anadillerini, kimliklerini, kişiliklerini, her şeylerini inkar edip karaktersiz bir yavşak gibi yaşamalarını ama kabul etmediler işte. Niye kabul etmediklerini de sonradan anladım. Meğer onların dillerini yasaklayıp kimliklerini inkar ettiğimiz ve bunu da hak olarak gördüğümüz 1980'li yıllarda, Bulgaristan devleti de kendi sınırlarında yaşayan Türklere aynı şeyi yapıyormuş. Türkçe konuşmayı yasaklamış, Türkçe isim ve soyismi yasaklamış, Bulgarca konuşmayana hastanede bile bakmıyormuş. "Benim ülkemde yaşıyorsan benim kurallarıma uayacaksın, bu devleti ve ulusunu yüceltmek için uğraşacaksın" diyormuş Bulgar hükumeti. Bizim devlet kıyameti kopardı tabii. Hatta TRT'de "Yeniden Doğmak" adlı bir dizi bile çekip yayınladılar o Bulgar zulmünü anlatan. Biz de milletçe küfrettik, "Lan böyle şerefsizlik mi olur? Bir milletin dilini nasıl yasaklarsınız? Bu yaptığınız insan haklarına aykırıdır" diye... Aksiliğe bak, Kürtler de duymuş bizi. TRT'de yayınlanan diziyi de izlemişler, bunun; insan hakkı ihlali olduğunu, şerefsizlik olduğunu görmüşler. Yoksa bizim devlet ve Türk halkı deseydi ki Bulgaristan'daki soydaşlara "Ekmeğini yiyip suyunu içtiğiniz devlete kahpelik yapmasanıza lan şerefsizler! Bulgar ülkesinde yaşıyorsan onun dilini konuşacaksın. Türkçe de neymiş? Bölücü pezevenkler sizi!", bak o zaman Kürtler açabiliyor muydu ağzını...
Kısaca elbette devlete değil hükümete karşı Kemalistler. Ütopik ve insan doğasıyla zerre kadar uyuşmayan garip teoriler ya da ideolojiler ile kaybedecek vakitleri pek yok çünkü. Devletsizliğin, içerisinde bulunduğu şu coğrafyada ne demek olduğunu da daha 100 sene önce yaşamış insanlar. Devlet hep olacak. Maymunlar gibi 15-20 kişilik gruplarla avcı toplayıcı hayat yaşamayacaksak her zaman olacak. Bu devleti yöneten hükümet halkın refahı, eğitimi için uğraştıktan sonra da var olmasında hiçbir sakınca da yok. Tabi olsa ne güzel olurdu devletsiz, sınırsız bir dünya, hep birlikte bütün dünya buna inansa bir inansa diye el ele tutuşup Yozgat'dan, Londra'ya kadar hoplayıp zıplayarak gitseydik falan ama ne yazık ki ne dünya ne de insan böyle bir şey değil.
YanıtlaSilOldu bitti anlamamışımdır. Kürtlerin içerisinde bulunduğu durum tipik bir ırkçılık hali bence. Benim kafamdaki dünyada mikro milliyetçiliğe yer yok. Tekrar ediyorum, keşke Roma kurulsa, aydınlığın sancaktarı olsa, sınırları birleştirse, işgaline uğrasak da bilim dili, kültür dili Latince ise öğrenip konuşsak... Britanya da bu görevi alabilir hiç fark etmez. Öyle bir durumda, yok ben Türk olarak kimliğimi koruyacağım ve Türkçe konuşacağım derdinde olmam inanın. Bugün bilim dili, kültür dili İngilizce, kimin öğrenmeye karşı itirazı var? Kemalist ırkçı dedikleriniz, çevreden utanmasa Türkçe'yi bırakıp İngilizce konuşacaklar. Kimse İngiliz'i ve Avrupalıyı sarışın ya da beyaz diye sevmiyor. Bu çağda medeniyetin, refahın ve kültürün sancaktarı onlar olduğu için seviyor.
Yine kendimden örnek vereyim. Atalarım daha 1.5 yüzyıl önce gelmiş bu topraklara. O kadar Türküm. Lakin ben Türküm dediğim (asıl kimliğimi de hiçbir zaman saklamadım ve bunun yüzünden hiç dışlanmadım, gayet isteyen herkes de aileden dilini öğreniyor), bu toprakların bilim/kültür dilini öğrenip ana dilim bellediğim için ırkçıyım.. Ama kendi dili yüzünden insan öldüren, Kürd kimliği için insan öldüren adamlar solcuların sevgilisi.. Bana garip geliyor. Yani madem ırk, milliyet, ulus gibi kavramlar kötü neden Kürdüm, kendi dilimi de öğrenirim ailemden ama bilim ve kültür dili Türkçe ben de bunu öğreneyim epitimimi alayım demek bu kadar zor. Aziz Sancar Kürt ve tam olarak bunu yapmış adam. Bence helal olsun, bu düşüncesi ve olgunluğu yüzünden bence o bir Türk de değil, bir dünya insanı.
Benim de çevremde çok Kürtçü arkadaş var. Çok iyi ve kültürlüler. Lakin Doğu'da ne kadar bulundunuz bilmiyorum. Beyaz Türklerin Kürt fobisinin nedenlerini reel olarak anlamanız için tavsiyem budur. Yaşayın oralarda. O poşulu, kültürlü arkadaşların dışında bugün neredeyse Mersin'e kadar uzanan gerçek kimlikleri de tanıyın. Önüne sözleşme konup senin şu kadar tarlan varmış bu kadarını bize vereceksin denen çiftçilerle bir konuşun. Ya da mahsulünü satıp parasını alamayınca itiraz edip öldürülenlerin aileleri ile.. O tarafta gördüklerim pek İstanbul'daki arkadaşlara benzemiyorlar. Tırrikleri, Mongolları Asya'ya süreceğiz'le başlayan argümanları genelde anayasal haklar vs taleplerinden daha yoğun. İnanın benim gördüğüm sistemli terör (pkklılardan bahsetmiyorum) Batı'da gördüğüm ülkelerde yapılsa, yarın Adolf Hitler'in küllerini nereye attılarsa bulup yeniden başkan seçerler. Bakın tehdit değil bu bir realite ve göreceksiniz Orta Doğuluların bu eylemleri bu dediğim şeye sebep olacak. Dolayısıyla buna Hitler ile tehdit etmek falan diye bakmayın. Bu aşiret terörü, kaba kuvveti elbette bir tepki doğuracak yani bunun aksini düşünmek zor geliyor bana. Size yemin ediyorum İstanbul'a döndüğüm otobüsteki bizzat Diyarbakırlı bir Kürd, Türkler gene iyi, bizimkiler sayıca çoğunluğu alınca yollarda sopalarla döver onları dedi bana. Elbette İstanbul'da, Ankara'da üniversite okuyanlardan yani sizin ve benim gibilerin Kürd arkadaş çevresinden bahsetmiyor..
4)
SilBenim idealimde bahsettiğim devletsiz, ülkesiz yeryüzü ile senin bahsettiğin "devlete karşı olmak/olmamak" çok çok başka şeyler. Kavramlar çok karışmış orada.
Ezen ulus milliyetçiliğini savunan birinin mikro milliyetçiliğe karşı olması gayet normal. Ancak ezen ulus milliyetçiliğinin olduğu yerde de mikro milliyetçiliğin olması en az o kadar normal. "Ben seni tokatlayayım ama sen tepki verme" diyorsan, öyle bir dünya olmadığını kendi sözlerini anımsatarak göstereyim; "İki kişiden biri hayatta kalacaksa, bu ben olmalıyım."
"Yine kendimden örnek vereyim. Atalarım daha 1.5 yüzyıl önce gelmiş bu topraklara. O kadar Türküm."... Hoş geldin. Bu paragrafın yanıtını "Peki ya Lazlar ve Çerkesler neden isyan etmiyor" başlıklı yazımda bulabilirsin.
Doğu'da olup biteni az çok biliyorum. Mafyalaşma dediğiniz şey Batı'da da var, ayrı dava ama feodalizmi, köklerini ve yine bu ülkede kim tarafından desteklenip o sistemin sürdürüldüğünü araştırmanızı salık veririm. Yine tarihsel sürece, sosyolojiye falan bakmak gerekiyor ayrıca. Osmanlı döneminde o bölgede ekonomi nasılmış, neyle dönüyormuş, niye öyle dönüyormuş, bunları da okumak gerek. Kitabın son cümlesine bakıp, önceki sayfaları hiç okumadan yorum yaparsak, çok sağlıklı bir fikir üretmiş olmayız.
Gezi için dediğiniz doğru. Ama şuna dikkat çekmek istiyorum. Gezi halktan neden büyük destek gördü? Partisiz olduğu için. Ama inatla kimse partilere mal etmesin chp bayrağı ile bile gelmesin denirken adamlar özellikle apo ve pkk bayrakları ile medyanın gözüne soka soka endam ettiler alanlarda. Selahattin Bey sonra darbe filan gördü gezide o ayrı konu ama, tam iktidarın bunlar terörist demeye ihtiyacı olduğu zamanda yetiştiler imdada. Tamam diren, barikat kur.. Ama bir realite var ortada ki o pkk bayrakları o alanda görüldüğü andan itibaren gezi eylemi tüm Türkiye kamuoyunun gözünde "boku yiyecek". Yani bunu bile bile yapmak... Bilemiyorum. Bana sorarsanız bugüne kadar Hdp gibi partiler, bugün Bahçeli'nin suçlandığının on katı değnekçilik yapmıştır bunlara... Milliyetçiliği mi kaşıması gerekti iktidarın? Hemen ver bir pas..
YanıtlaSilKemalizmin ilk yılları açısından hep bir dersim örneği verilir. Ne kadarı doğrudur ne kadarı değildir bilemem. Çünkü ben kendi akrabalarımın Ermenilerin yaptığını iddia ettikleri mezalimleri ne kadar abarttığını bildiğimden.. Bu tip şeylerin bire bin katarak anlatıldığını düşünmüşümdür. Orada bir kalkışma olduğu açık. Bunlar da dünyanın her yerinde bastırılır. Ama Galya'da Vercingetorix Sezar'a isyan ettiyse ben Sezar'dan yanayım. Anlatılan kadar kanlı olduysa yanlış. Şüphe yok. Ama keşke Orta Çağ'dan kalma diğer aşiret düzenlerini de yıkabilseydi Kemalizm. Belki oralardan da Tunceli kadar okumuş düzgün insan çıkardı.
Sonuçta mantığım budur. Kemalizm eğer ağalık ve aşiret denen, töre denen o şeyleri ezip geçecek ve yerine medeni kanunu koyacak bir şey ise, ben Kemalistim. Kemalizm aman suya sabuna dokunmayalım onlar bize oy versin biz onları idare edelim diyen bir şeye dönüşmüşse o zaman benim görüşüme göre yanlış yapmıştır, hatalıdır.
Kemalizm bu Anadolu çomarı diye aşşağılanan adamlara keman çalmayı öğretiyordu. Köy enstitüleri ile, devrimleri ile.. Sanayisi, sağlığı, kültürü ile... Elbette Türkiye'yi Norveç yapamayacaktı ama ürettiği birikim, o yetişen insanların Türkiyeyi Avrupa seviyesine götüreceği bir basamak olacaktı. Olamadı. Daha 1940'larda çöktü. Sebebi Kemalizmin karşıtlarını yok etmek yerine içinde eritmeye çalışması ve daha Atatürk'ün sağlığında gevşemeye başlamasıdır. 1930'ların Anadolusunda çok partili hayat ve seçimler öyle mi? Beni Atatürk'ün dehasını sorgulamaya yönelten eylemlerdendir bu. Tekrar kavramlara dönersek Atatürk böyle bir diktatördür işte. Arzuladığı şeye bir an önce ulaşabilmek için olmayacak şeyleri denemiştir. Tekrar tekrar söyleyeyim, yeri geldiğinde kriz durumunu iyi niyetle yönetip yeni bir çağa kapı aralayacak bir diktatörü, 550 işe yaramaz boş kafalı yobaza tercih ederim. Umarım bir gün bir diktatör şu ülkeyi tekrardan tüm kurumları ile hallaç pamuğu gibi atar, o meclisi ve dahi tüm koltukları oralara oturabilecek insanlar yetiştiren bir sistemle entegre eder de, biz de görürüz.
Bence böyledir bu, o brutal fransız ihtilali olmasa Avrupa pek de böyle olmazdı bugün. O Deli Petro olmasa Rusya'yı devrimlere götürecek birikim biraz zor bulunurdu. Bizde yaşanmayacak. Çünkü Kemalizm daha doğarken dinamitlendi ve yok edildi, bu misyonu yerine getiremedi. Onun kalıntılarının baskı altında tuttuğu güruhlar artık bu ülkeyi gönül rahatlığıyla etnik savaşlara, orta çağ karanlığına götürebilirler.
Her fırsatta Kemalizmi, radikallerden bile fazla dinamitlemeye çalışan ve kurtuluşu sosyalizm gibi bu yüzyılda bu topraklarda sürrealin de ötesinde şeylerde arayan %1'lik sol kesim, artık ne yapacak göreceğiz. Ben 14 yıl önce, Kemalizme çok kızıyorsunuz ama şu ülkede nefes alabildiğiniz her alan onun egemen olduğu küçük cepler, o yıkıldığında şu anlarınızı mumla arayacaksınız diyordum. Bakın tüm aksaklıklarına ve yanlışlarına rağmen, Kemalizmin kalıntısı dediğim şeyler için söylüyorum bunu. Bakalım zaman ne gösterecek.
Anadolululara Afgan emirleri, Doğululara aşiret ağları ve derebeyleri şimdiden hayırlı olsun. Eminim Kemalist ulus devletten daha iyi bir ideal sunar bunlar sizlere.
5)
SilKişisel fikrim, PKK flamalarıyla gelen kitlenin o flamaları indirmesi istenebilirdi belki ama kitleye "Sizi burada hiç istemiyoruz, gidin" demek dangalaklıktan başka bir şey değildi. Bu bir kenara... Peki, PKK ve BDP komple çekildi Gezi'den, ne oldu sonra, kamuoyunda meşruiyet mi kazandı? Ülkenin %50'si bağrına mı bastı sonra direnişçileri?
Dersim katliamını da yine katilin anlattığı kitaptan okumuşsun, yaşananlara dair hiç bilgi olmadığı çok açık. Bu eksiği de yine burada yorum yazarak giderme şansım yok. Araştırıp öğrenmek istersen Ekşi'deki başlıklarda bile yeterli kaynak ve bilgi var.
Kurtuluş sosyalizmde midir? Bak bu tartışılır. Ama rejimi korumak o %1'lik sosyalistlerin değil, bizzat Kemalistlerin işi. Bizim bir şey yapmamız gerekmiyor. Asıl siz ne yapacaksınız, ben onu merak ediyorum. Yanıtlardan, bir şey yapamayacağınızı, tesim bayrağını çoktan çekmiş olduğunuzu görüyorum. Atatürk'ü de kaldırıyorlar tarih kitaplarından şimdi. Kemalistlerde tık yok. Oturup kaderine ağlayan bir kitle, mücadeleden asla vazgeçmeyen bir kitleye sanıyorum ki pek bir şey söyleyecek konumda değildir. Bir yanlışı düzelteyim ama; bizim açımızdan 14 yıl önce de bu ülke hiç farklı bir yer değildi. Sadece daha rahat bira alabiliyor, daha geniş alanda içiyor, daha rahat mini etek giyiyorduk. Aldığımız nefesin hepsi bu. Alevi olarak da konuşayım; zerre bir şey değişmedi. Yukarıda saydığım katliamların hiçbiri AKP döneminde yaşanmadı örneğin. Cemevlerimiz 14 yıl önce yasal ibadethaneydi de AKP mi kaldırdı? Sosyalist, devrimci arkadaşlarımız AKP'den önce de gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, işkenceden geçiyordu. Üstelik çok çok daha ağırdı koşullar. Zülfü Livaneli kaseti bulundurmak bile suçtu. Neler yaşandığını da bir arkadaş yine Ekşi'de "Yeni başlayanlar için 90'lı yıllar türkiye'si" başlığında ve birkaç farklı başlıkta anlatmıştı uzun uzun, çok da güzel bir arşiv çalışması yapmıştı. silmediyse tabii... Faşizmin tillahını yaşadık biz zaten. Tek parti iktidarında Nazım Hikmet de yaşadı, Aziz Nesin de yaşadı, Deniz Gemiş de yaşadı, abim de yaşadı, ben de yaşadım. Bizim için değişecek tek şey, laik yaşam tarzı olur. Kemalistler ise faşizmin gerçek yüzüyle tanışacak. Yaşattıklarını bir bir yaşayacak.
Biz zaten "Kemalizm tamamen biter de şeriat devleti kurulursa çok daha iyi olur" demiyoruz. Kemalistler bu kafayla giderse, bizim maruz kaldığımız faşizmi yaşayacak diyoruz.
Merhaba...Orda mısın?
YanıtlaSilGerçekten de var mısın?
Bu yazının varlığı bile şu an şaşırtıyor beni. Kürtçü olmayan bir Kürt, AKP'ye bir zamanlar oy verip şiddetle savunmuş ama sonradan pişman olup geri dönmüş, Kemalizmin öğretilerine çok şükür inanmayan dindar biri olarak seni tüm kalbimle kucaklıyorum.
KESİNLİKLE YAZMAYA DEVAM ETMELİSİN! Bu siteyi keşfetmemle yaşadığım mutluluk, aylardır yaşadığım iş stresini üstümden attı diyebilirim. Keşke seninle sohbet edebilseydik...
Merhaba,
SilÖncelikle geç yanıtladığım için çok özür diliyorum. Bir şey itiraf edeyim sana; ulusalcılardan daha çok kızdığım bir kitle varsa, AKP tabanını oluşturan Kürtlerdir :) Kürtlerin dışında kalan AKP'lilere değil belki ama size daha çok kızıyorum. Neyse ki o hatayı fark edip dönmüşsün, buna da gerçekten çok sevindim. Her türlü milliyetçiliği reddetmekle beraber, "ezilen ulus milliyetçiliği"ni sonuna kadar destekleyen biriyim. Senden ricam, özellikle bu kavramı iyi araştırman. AKP tabanını oluşturan dindar Kürtlerle de çok konuştum, HDP, BDP ve öncesindeki partilere neden oy vermediklerini sordum. Gördüğüm genel tavır, Kürt siyasal hareketini dini nedenlerle beğenmemeydi. Daha açık anlatımla; "Kendi partiniz varken neden AKP?" diye sorduğumda, "Tamam, Kürtlük, Kürtlük hakları falan önemli de din iman olmayınca Kürtlük de olmaz" türü yanıtlar aldım aşağı yukarı. Dindar Kürtlerin Kürt siyasal hareketine bakışı "Bunlar dinsiz" şeklinde genel olarak. Dini hassasiyetlerinizi anlıyorum. Hayatınızdaki yerini ve önceliğini de anlıyorum. Ancak bir Türk olarak ben bile Kürt hareketinin dinle bir sorunu olmadığını, doğrudan Kürtler adına bir var oluş savaşı verdiğini söylüyorsam, bunun üzerinde düşünmek gerek belki de? Özellikle de AKP'nin son zamanlarda Kürt illerine takındığı tavır ortadayken... Şu "ezilen ulus milliyetçiliği" kavramını kesinlikle araştırıp okumanı bir kez daha öneriyorum. Belli mi olur, belki bir gün sohbet etme olanağı da buluruz :)
Sevgiler...
Öncelikle bana kızmakta haksız olduğunu söylemeyim. Çünkü ben ASLA AKP'ye dindar olduğum için oy vermedim. Dahası ben laikliği savunan biriyim. Okuyanların "hem dindar, hem laik, bu ne perhiz..." dediğini duyar gibiyim. Laikliğin daha ne demek olduğunu bile bilmeden konuşan kemalist kesimin zannettiği laiklikten bahsetmediğimi anlamışsındır. Benim AKP'ye oy vermemin nedenleri şöyleydi:
Sil1-Meclis konutlarını satacaklar, makam araçlarının sayısını azaltacaklar, devletin yaptığı birçok boşa harcamanın önüne geçeceklerdi.
2-İnsanlar daha özgür olacaktı. İsteyen başörtüsü takabilecekti.
3-Yolsuzlukların önüne geçilecekti...
Özelte, ülkemize ADALET getireceklerdi. Ve bunları ilk başlarda kısmen de olsa yaptılar, yapmaya çalıştılar. Tabi sonra ne oldukları ortaya çıktı ama konumuz bu değil.
Benim AKP'ye oy vermem ile Kürt olmam arasında ters orantı, doğru orantı veya herhangi bir orantı yok! Bu nedenle bence sen de AKP tabanını oluşturan Kürtlere kızmaktan vazgeçmelisin. Çünkü bu ırk meselesi kesinlikle değil(en azından benim gözümde). Diyarbakır'lı biri olarak da HDP, BDP'yi en az senin kadar iyi tanıyorum. Rant peşinde zenginleşen belediye başkanlarını gördük, Kürt'lerin özgür bir halk olması gerektiği mantığından yola çıkarak Kürt kadınlarının istediği erkekle yatmaya hakkı olduğunu savunan HDP milletvekilleri gördük. Kürt hareketi başta haklı sebeplerle ortaya çıkmış olsa da artık ezilen ulus milliyetçiliğinin dışına çıkmıştır(bu cümleyi çok düşündüm, birazdan açacağım). Kürt değil, Yahudi veya Yunan bile olsa hakkı yenen bir kesimin yanında olmayı tercih ederim. Bir gün seninle karşılaşırsak sana HDP’nin başındakilerin kafasını anlatırım çünkü buraya sığacağını sanmıyorum.
Yukarıdaki cümlenin açıklaması: Doğada kesinlik yoktur. Bilgisayar gibi 1 ve 0’lardan oluşmaz. İnsanlar da öyledir. Biri ile ilgili beyin hücrelerine, o kişiyi seviyorsan 1, sevmiyorsan 0 yazamazsın. Doğada her şey bulanıktır(fuzzy logic). O yüzden kesin cümleler kurmak tamamen yanlıştır(bak yine kesinlik içeren bir cümle kurduk, yoksa bu cümle de mi yanlış?). BDP de böyledir, kesin bir kalıba sokamazsınız. İçinde gerçekten hakkı, adaleti savunan da vardır, tamamen körü körüne Kürtçü olan da, ezilen ulus milliyetçiliği yapan da. Burada kesin olan bir şey varsa, o da BDP’nin tamamen ezilen ulus milliyetçiliği yapmadığıdır. Eskiden Kürtçe ve Kürtlük ile ilgili her şey yasaktı, Kürt olmak bile yasaktı… Ancak artık öyle değil. Tabi bu, tüm sorunların çözüldüğü anlamına gelmez. Bir gün, anayasadaki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” maddesi kaldırılırsa, Mustafa Kemal’e hakaret suç olmaktan çıkarsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ismi değişirse, mesela ANADOLU HALK CUMHURİYETİ olursa, işte o zaman Kürt hareketi başarıya ulaşmış demektir. Ancak HDP’nin böyle bir amacı, planı, yol haritası yoktur. HDP, özerklik istiyor ki bunu istemek onların en doğal hakkıdır. Bunu istemeye hakları olmadığını düşünen beyincikler “vatan bölünmez” söylemini o kadar savunmalarına karşın “neden bölünmez” diye hiç düşünmezler. Bugün HDP, masum insanları neden öldürdüğünü hiç açıklamıyor. Neden bombalı eylemlere girdiğini hiç açıklamıyor. Öldürdükleri insanların arasında birçok Kürt olduğunu bile bile… Çünkü bu artık ulus milliyetçiliğinden çıkmıştır.
Hak, adalet ve intikam vaatleri ile cesaret iplerini beline dolayanlar, şimdi o iplerin ucundaki ellerin kuklası oldular…
Buna ve bir diğer yorumuna daha yanıt veremedim bir türlü. Kafa yoğunluğu, zamansızlık, çok fazla yorum, mesaj, mail almak vs... Kusuruma bakma lütfen.
SilBuradaki eleştirilerini çok dikkatlice okudum ve haklılığını gördüğüm yerler var. Batı'da yaşayan bir Türk olarak HDP'nin Doğu'daki tutumu üzerine bir şeyler söylemem doğru olmaz. Orada yaşayan insanlar benden çok daha iyi biliyordur konuyu mutlaka. Bu tarz yorumları, konunun görmediğim ve bilmediğim yanlarını bana göstermesi açısından çok değerli buluyorum ve önemsiyorum. Zaman zaman yanıtlarım gecikebilir veya yanıt bıraktığım yorumlar olabilir ama mutlaka okuyorum hepsini. Bu nedenle eleştiri getirmek istediğinde tereddüt etmeden yaz lütfen. Görmediğimiz, bilmediğimiz şeyleri birbirimize göstererek ortak aklı oluşturabiliriz sadece. Bunu çok önemsiyorum.
Merhaba,
YanıtlaSilAçıkçası buraya ekşisözlük yazarı baranba'nın eleştirisini ararken ulaştım. Çok sayıda bilgi verse de, kafama yatmayan bazı noktalar oldu. Daha doğrusu eksiklik hissettim. Ama şu yazıyı okuduktan sonra söylemeliyim ki resmen kalbimdekileri, hissettiklerimi, gözlemlediklerimi yazmışsınız. Harika bir yazı olmuş. 23 yaşındayım, bu konular hakkında okumak hoşuma gidiyor. Bana bulaşan islam zehrini atmam kolay olmadı, milliyetçiliği de, bahsettiğiniz ulusalcılığı da. Mutlaka yazın ve değişebilen insanların da olduğunu bilin. Bundan böyle bu sayfanın takipçisiyim. Üstteki yorumdan aynen alıntılayayım bari: Keşke sizle sohbet edebilsek.
Baranba eleştirisinden buraya nasıl ulaştınız bilmiyorum ama ona dair düşüncelerimin bir kısmını, sözlükte onun nick altına yazmıştım. Doğru ve objektif bilgi vermediği gibi, bazı gerçekleri saklaması ya da değiştirmesi, çok ciddi bir manipülasyona neden oluyor. Buna kısaca değinmiştim Ekşi'de. Hazır bilgilerin dışına çıkıp doğrudan kendi yorumunu yaptığındaysa durum çok daha vahim.
SilTabuları yıkmak kolay değildir. Hele de bizim gibi ülkelerde. Bunu başarabilmiş olmanız gerçekten takdir edilesi. Ömür boyu devam edecektir bir süreçtir öğrenmek, değişmek ve gelişmek. Umarım bunu hep sürdürürsünüz. Diğer arkadaşa söylediğimi söyleyeyim o halde size de; kim bilir, belki bir gün sohbet ederiz :)
Ankara'da mısınız? Lütfen Ankara'da olduğunuz söyleyin...
YanıtlaSilHayır, Ankara'da değilim :)
SilDin tüccarlarına kurulan baskı bana Robespierre'yi hatırlatıyor. Selam olsun sana büyük Robespierre. Keşke senin gibi biri olabilseydi yanımızda.
YanıtlaSilYazınızı dikkatlice okudum. Anadolu topraklarında var olan insanlık dramını hep birlikte izliyor, yaşıyoruz. Bu dramı bir kesimin hatalarına bağlamak veya her kesimin hatalarını öne sürerek sonuçları üzerinde tartışmak açısından yazınızı olumlu buluyorum. Yazınızın başlığı ve ana temas üzerinden bir soru aklıma takıldı. Kemalistler veya ulusalcılar nasıl bir Anadolu teslim aldılar ve ne yaptılar? Ulusalcı ve Kemalist olmayanlar ne yaptılar? Anadolu Halkına ne kattılar? Ben size benzer bir kökeni olan bir Anadolu insanı olarak sizden bir değerlendirme ve öneri bekliyorum.
YanıtlaSilHemen bir özür de sizden dileyeyim. Kimi zaman vakit darlığı veya kafa dağınıklığı gibi nedenlerle yanıt vermeyi geciktiriyorum. Kusuruma bakmayın lütfen.
SilYazıda, bazı şeylerin o kadar olmayacağını, bazı dinamikleri de doğru olarak okumak gerektiğini belirtmiştim. Bir başka yazımda Osmanlı'dan devrolan halkın nasıl olduğunu anlatmıştım, hatta bu yazıda da geçer. Halk zaten Cumhuriyet veya laiklik yanlısı değildi. Kurtuluş Savaşı'na da halifeyi korumak için katıldığını sandılar. Hilafetin kaldırılması kötü bir sürpriz ve hayal kırıklığı oldu toplum için. Ulusalcı ve Kemalistler olmayanların ne yaptığını sormuşsunuz ama tam olarak kimden bahsettiğiniz belli değil. Şeriat yanlılarını mı soruyorsunuz, yoksa Kemalist olmayan solcuları mı? Neyi önereceğim kısmı da çok ucu açık olmuş. "Keşke şöyle yapsaydılar" gibi bir şey mi beklentiniz, yoksa "Bundan sonra şöyle olmalı" gibi bir şey mi?
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilMerhaba,
SilOkursanız, sorularınızın yanıtlarını bulabilirsiniz belki :)
Uzun zamandır okuduğum en iyi yazıydı. Marquez romanlarındaki büyülüğü gerçekleği alıp, ülkemizdeki dümdüz gerçekler olarak toplumu enlemesine ifşa etmişsiniz. Amprik öğretilere saygı ile. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSil