Her şey ben iki buçuk yaşındayken başladı...
Hafızam çok çok iyidir ve 2-3 yaşlarıma dair hatırladığım çok şey var. Bu anlatacağım olayın bir kısmını hatırlıyorum, bir kısmını da bana anlatılanlarla tamamladım. Öncesinde şu bilgiyi de kısaca geçmem gerek: Normalde son derece akıllı, uslu, söz dinleyen bir çocukmuşum. Asla yalan söylemezmişim -ki bu, ortaokul zamanıma kadar böyle sürdü. Sınıfta bir olaya karışsak, öğretmenim mutlaka bana sorardı. Ceza yiyeceğimi bile bile olanı biteni olduğu gibi anlatırdım. Verdiği sözleri tutan bir çocuktum ve karşımdakinden de aynısını beklerdim.
İki buçuk yaşındayım. Babam bir gün evden çıkıp bir yere gidecek, "Beni de al" diye tutturmuşum. O arada karyolanın üstüne çıkıp zıplamaya başlıyorum. Öyle zıplarken, kendimi sırtüstü atıyorum yatakta ve kafam (tam tepe noktası) karyolanın sivri köşesine çarparak yarılıyor. Epey bir kan akmış. Apar topar hastaneye götürüyorlar beni. Kafama dikiş atılacak ama öncesinde uyuşturmak için karnımdan iğne yapılması lazım. İğneyi görünce korkuyorum doğal olarak. Nereden duymuş özenmişsem, bir "Top ayakkabısı" takıntım var o zamanlar, babamdan sürekli top ayakkabısı istiyorum. Hemşire iğneyle yanıma gelince, babam elimi tutuyor ve konuşuyor benimle;
- Karnından iğne yapılacak. Eğer ağlamazsan sana top ayakkabısı alacağım.
+ Söz mü?
- Söz.
Hemşire, iğneyle yaklaşıyor karnıma. Gözlerimi kapatıyorum, dudaklarımı ısırıyorum, yumruklarımı sıkarak beklemeye başlıyorum. İğneyi batırıyor karnıma. Değil tek bir damla gözyaşı, değil bağırma, tek bir harf dahi çıkmıyor ağzımdan. Sadece hafif bir "ıghh" sesi, o da çok kısa. İğne bitiyor, kafama dikiş atılıyor, bende tık yok. Çıkıyoruz hastaneden.
Bir elimden annem, bir elimden babam tutuyor, yürüyoruz Şişli’den Kurtuluş’a doğru. Dükkânların önünden geçiyoruz, hiçbirine girmiyor babam. Derken bir bakıyorum ki, bizim sokağa gelmişiz. Kafamı kaldırıp babama bakıyorum;
- Top ayakkabısı?
+ Sonra alacağız oğlum.
- Söz demiştin?
+ Sonra alacağım, söz.
- Şimdi söz verdin ama?
+ Şimdi eve gidelim, sonra alırız.
Duruyorum olduğum yerde. Biz böyle anlaşmamıştık baba. Kaşlarım çatılıyor.
- Ben gelmiyorum eve.
+ Oğlum hadi gidiyoruz. Sonra alacağım dedim.
Annemle babamın elini bırakıyorum. Yanından geçmekte olduğumuz apartmanın girişindeki korkuluğun demirlerine sarılıyorum. Hatta sarılmanın ötesinde, kollarımı demirlerden geçirerek bir nevi zincirliyorum kendimi oraya.
- Söz verdin. Ben ağlamadım. Ayakkabımı istiyorum.
+ Oğlum tamam, gel. Valla alacağım ayakkabını.
- Ne zaman?
+ Eve gidelim, sonra alacağım.
- Şimdi!
İkisi birden beni çözmeye çalışıyor demirlerden. Bu kez başımı eğip kollarımın üstüne kapatıyorum kendimi. Çekiyorlar, ı-ıh... Onlar zorlamaya başlayınca, bu kez basıyorum çığlığı. Mecburen bırakıyorlar. Babam;
- Tamam oğlum. Kalk gel, şimdi gidip alacağız ayakkabıyı hemen.
Yek yeaa? Ben o kazığı bi’ kere yerim. Ne belli beni oradan kaldırıp kucağına alarak eve götürmeyeceğin?
- İnanmıyorum. Kandırıyorsun beni.
+ Oğlum valla kandırmıyorum. Gel hadi.
Annem devreye giriyor.
- Gel oğlum. Baban alacak ayakkabını.
Sen karışma anne. Sana güvenim sonsuz ama yanındaki adam hiç sağlam ayakkabı değil. Ayaküstü yemeye kalktı bizi. Cıks, güvenmiyorum ben bu adama.
- Hayır anne. Babam kandıracak gene beni.
+ E oğlum gelmezsen ayakkabını nasıl alacağız?
- Buraya getirsin ayakkabıyı.
Bakıyorlar ki olacak gibi değil, annem başımda bekliyor, babam da ayakkabı almaya gidiyor. Ben yine de ne olur ne olmaz diyerek bırakmıyorum kendimi. Annem yanıma oturuyor. Babam gelene kadar konuşuyoruz. Babam elinde bir çift ayakkabıyla geliyor. Annem, elimden tutup kaldırmaya teşebbüs ediyor beni.
- Önce ayakkabımı giyicem.
İkisi de gülerek ayakkabılarımı giydiriyor. Ayaklarımı uzatıp yeni ayakkabılarıma, top ayakkabılarıma bakıyorum. Güzel oldu be... Kalkıyorum oradan, yeni ayakkabılarımla koşturmaya başlıyorum sokakta. Çok mutluyum.
Hatırladığım ve bana anlatılan, hayatımdaki ilk anarşist çıkışım oluyor bu. Devamı geliyor tabii yıllar içinde. Bir kurban bayramında zavallı kuzuyu kestirmemek için yaptığım eylem, daha ileri yaşlarda polise mukavemet, askerde emre itaatsizlikte ısrardan diskoya yatış, belediye başkanına muhalefetten defalarca mahkemelik olma, çeşitli gözaltılar falan filan...
Henüz 2,5 yaşında öğrenmiştim, onurlu bir direnişin sonuç getireceğini. Geri kalan hayatımda da hep onurlu bir şekilde direndim.
(*)Ekşi Sözlük'ten sildiğim entry'lerden biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder