Özellikle Ekşi
Sözlük’te hem Alevi, hem de ateist kimliğimle beni
tanıyanların zaman zaman dile getirdiği sorulardan biridir bu. Büyük bir kısmı
da, pot kırmamak veya bir Sünni olarak yanlış anlaşılmamak vs benzer
kaygılarla, merak ettiği halde soramaz: “Hem ateist, hem de Alevi nasıl
olunur? Dini olmayan birinin mezhebi nasıl oluyor?”
Konuya salt bu
açıdan bakılınca, yerden göğe kadar haklı bir soru ve doğru bir yaklaşım. Öyle
ya, inançsız olduğum halde Alevi kimliğimden neden vazgeçmiyorum?
Aslında bu
durum salt şahsımla sınırlı değil. Benim gibi Alevi bir aileye mensup olup
inançsız olan birçok arkadaşım da tıpkı yine benim gibi Alevi kimliklerini
reddetmiyorlar. Alevi inancının hiçbir ibadetini, hiçbir dini ritüelini yerine
getirmiyorlar ama o Alevi kimliğini de atmıyorlar üzerlerinden. Peki ama neden?
Aslında bunun
birçok nedeni var. Kendi bakışımı anlatmadan önce arkadaşlarım ve benzer
durumda olan diğer Aleviler üzerinden anlatmaya çalışayım.
Bilindiği gibi,
Aleviliğin ne olduğu konusunda Alevilerin tamamı bile fikir birliği içinde
değiller. Kimisi Aleviliği doğrudan İslam’ın içinde bir öğe olarak görüp “peygamber soyundan gelmek” fikrine
dayandırırken, kimisi de Arap emperyalizmine direnen başta Şamanistler olmak
üzere tüm pagan kültürün bir kimlik savaşı olarak kabulleniyor. Açıkçası ben de
ikinci gruptayım. Alevilik tarihinin çok kısa bir özetini ve Alevi inancının
nasıl ortaya çıkıp geliştiğini Ekşi Sözlük’te yazmıştım.(1)
Özellikle bu
ikinci gruptaki Aleviler, Aleviliği bir din, mezhep, inanç olarak değil de, bir
felsefe, bir kültür, bir “yol” olarak kabulleniyor. İşin ibadet kısmından
ziyade, o kültür ve değerlerini kabullenip kendilerini Alevi olarak
tanımlamaya, Alevi kimliklerini taşımaya devam ediyorlar.
Bir başka neden
de şu: Aleviler, kısa zaman öncesine kadar kimliklerini saklamak, kendilerini
gizlemek zorundaydı. Daha çocukken de ilk öğrendiğimiz şey, Alevi olduğumuzu
dışarıda hiçbir şekilde belli etmememiz, bu büyük “sırrı” korumak
mecburiyetinde olduğumuzdu. Gerek okullarda, gerekse herhangi bir sosyal
ortamda Alevilere alenen küfürler ve hakaretler edilirken tepki
veremeyişimizin, sessiz kalışımızın, sanki Alevi değilmişiz gibi üstümüze
alınmadan sağa sola bakışımızın nedeni buydu. Bu durum, yarattığı travmayla beraber o kimliğe sıkı sıkı sarılmayı da
beraberinde getirdi haliyle. Bu gizlenme zorunluluğunun, yüzyıllara dayanan
bir korkudan kaynaklandığını söylememe gerek yok sanırım? Durum böyle olunca, o
“büyük sırrı” paylaştığınız Alevi
arkadaşlarınıza da, kendi Alevi kimliğinize de kuvvetli bir şekilde
bağlanıyorsunuz. Osmanlı’dan beri sistematik olarak katledilen, Cumhuriyet’le
beraber görece nefes almış gibi görünse de egemen kültürün baskısı altında aynı
şekilde ezilen, bugün 2016 Türkiye’sinde bile devlet tarafından hâlâ yok
sayılan bir inancın mensubu, o azınlık psikolojisinin doğal bir sonucu olarak
Alevi kimliğinden vazgeçemez; ateist de olsa geçemez.
Benim açımdan
da durum bir parça böyle. Ancak bunun ötesinde çok daha önemli gerekçelerim var
Alevi kimliğimi koruyor olmamın.
Birincisi;
benim ben olmamda, kişiliğimin, karakterimin şekillenmesinde büyük oranda
belirleyici olmuştur Alevi öğretisi ve kültürü. Alevi bir anne ve Alevi bir
babanın çocuğu olarak en başta “Eline, beline, diline hakim ol!” gibi
değerle, insanı ve insan hayatını, insan sevgisini merkez alan bir anlayışla
yetiştiriliyorsunuz. Ezilen bir kültürden geldiğiniz için ezilenlerin yanında
durmayı, muhalif bir kültürden geldiğiniz için otoriteye boyun eğmemeyi
öğreniyorsunuz. Sadece insana değil; tüm canlılara, doğaya, dünyaya, evrene
saygı duymayı öğrenerek, dogmaları reddedip her şeyi sorgulayarak, müzik başta
olmak üzere sanatın o muhteşem estetiğine hayranlık duyarak, sanatı icra ederek
büyüyorsunuz. Yani değer yargılarınızı, siyasi görüşünüzü, hayata karşı
duruşunuzu, kişiliğinizi, karakterinizi doğrudan bu kültür, yani Alevilik
belirliyor. Bugün düşünüyorum; “Benden Aleviliği çıkarırsak, geriye ne
kalır?” diye, buna yanıt vermek çok zor. Sırf bu bile, Alevi kimliğimi
reddetmemek, ondan vazgeçmemek için yeterli bir neden benim açımdan.
İkincisi de,
devletin Alevilere yönelik yaklaşımı. Bugün cemevleri hâlâ yasal
statüde değilken; devlet hiçbir şekilde Aleviliği kabullenmiyor, Alevileri
tanımıyorken; o laik Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri Alevi köylerine zorla
cami dikmeye çalışılıyor, asimilasyon politikalarından vazgeçilmiyorken; Alevi
çocukları, din dersi adı altında Sünni inancın öğretildiği derslere zorla
sokuluyor, bu derslerde her türlü küfre ve hakarete maruz kalıyor, devlet
eliyle asimile edilmeye çalışılıyorken; Alevilerden de alınan vergiler,
kendilerini hiçbir şekilde tanımayan ve temsil etmeyen Diyanet’e
aktarılıyorken; gerici yobaz çevrelerin Alevilere yönelik nefret söylemleri
devam ederken bu söylemler devlet tarafından destekleniyor, sırf Alevi
oldukları için insanlar diri diri yakılabiliyor ve katilleri yine devlet tarafından
korunuyorken; benim, Alevi kimliğimden vazgeçmem mümkün değildir!
Tüm bu
anlattıklarımın da AKP ile ilgisi yok. Doksan üç yıllık devlet geleneği tam
olarak böyle. AKP, şurada sadece on üç yıldır iktidarda olan, ama en özünde
doksan yıllık devlet geleneğini sürdüren bir parti. Aleviler açısından AKP’den öncesi de farklı değildi. 1950’ye kadar
olan tek parti iktidarında da, 1970’lerdeki CHP hükumetinde de, 1990’larda SHP’nin
koalisyon ortağı olduğu dönemde de devletin Alevilere bakışı hep aynıydı. AKP,
bu nefreti doğrudan dillendiren bir parti oldu sadece, diğerlerinden farklı
olarak.
Bu tablo
değişmediği sürece de, ateist olmama rağmen Alevi kimliğimden hiçbir şekilde
vazgeçmeyeceğim. Çünkü Aleviler, gerçek anlamda bir varoluş ve kimlik savaşı
veriyor devlete karşı. Ne zaman ki
devlet elini Alevilerden çeker, Aleviliği resmi olarak tanır, cemevleri yasal
bir ibadethane haline gelir ve camiyle eksiksiz olarak eşit bir şekilde değerlendirilir,
ancak o zaman Alevilik öncelikli kimlik olmaktan çıkar benim için. Bunlar
olmadığı takdirde, Alevi kimliğinden vazgeçmek demek, devletin asimilasyon
politikalarına dolaylı olarak destek vermek demektir.
Her türlü din
ve mezhebin gericilik olduğunu öne süren arkadaşlarla da çokça tartışırız bu
konuyu. Her türlü milliyetçiliği de reddettiğini söyleyip Kürt hareketine
destek vermenin çelişki olup olmadığını soruyorum bu arkadaşlara. “Ezilen
ulus milliyetçiliği” diye bir kavramdan bahsedebiliyorsak, Alevilerin
kimlik mücadelesini de aynı şartlarda değerlendirmek zorundayız. Çünkü
ikisinde de, devletin asimilasyon politikası ve buna karşı kendi kimliğini
koruma mücadelesi var. Birisi ırk eksenli, diğeri inanç. Eğer birisi ırkçılık/milliyetçilik olmuyorsa, diğeri de
gericilik/yobazlık değildir.
Cemevi yapımını
önemsiyorum örneğin. Bu konuda abimle aramızda geçen bir tartışmayı özellikle
paylaşmak istiyorum. İnşaatı devam eden bir cemevi için para toplamaya
çalışıyoruz. Abimin geldiği bir gün konuyu açtım kendisine. Böyle bir şeye
karşı olduğunu belirtip şunları söyledi; “Gazi
Mahallesi’nde cemevi için nöbet tutmuşuzdur. Cemevine bir saldırı olsa, hemen
karşısında dururuz. Alevilerin haklarını elde etmeleri için her türlü desteği
de veririz. Ama camiymiş, cemeviymiş, kiliseymiş, bunlar gericiliktir.
İbadethane yapımını doğru bulmuyorum ben.” Çoğul konuşmasının sebebi,
kendisinin eski Dev-Genç’li bir
devrimci olması. İtiraz ettim; “Hem
kitlenin hakları için mücadele edip, hem de o kitlenin ibadethanesi olmaması
gerektiğini çelişki olarak nasıl görmüyorsunuz? Her tarafta mantar gibi cami
biterken, din olgusu Türkiye’de ezici bir baskı unsuruyken ve egemen anlayış
Aleviliği yok edecek derecede kuşatmışken, bu insanlara alan açmamak nasıl
devrimci mücadele oluyor? Senin bugün cemevi yapmadığın her Alevi köyü,
mahallesi, ilçesi, potansiyel cami alanıdır. Bugün onlara cemevi vermemek
demek, o kitleyi camiye mahkum etmek demektir.”
Bu konuşma
biraz daha uzadı aslında ve abim bir yerden sonra verecek pek bir yanıt da
bulamadı. Sohbet ilerledi, başka bir konuya geçtik. Devrimci mücadele içinde
bulunmuş eski arkadaşlarından birinin cenazesine katılmıştı ya o gün, ya da bir
önceki gün. Ölen kişi Aleviydi ve cenazesi camiden kalkmıştı. Abim onu
anlatırken, çok buruk bir yüz ifadesiyle; “Ulan,
hiçbir şey değil ama, cenazesinin camiden kaldırılması çok koydu içime”
dedi. Hoca da durur mu, yapıştırmış cevabı: “E, sen oraya cemevi
yapmayı reddedersen, o cenaze camiden kalkar tabii! Herkes bu kafada giderse,
senin cenaze de camiden kalkacak!”
Laikliğin kağıt
üzerinde kaldığı ve egemen anlayışın baskı unsuru olduğu bir ortamda
cemevlerini reddetmek, Alevi kitleye caminin yolunu “mecburi yön” levhasıyla gösterip Aleviliğin asimile edilmesine
doğrudan katkı sağlamak demektir. Türkiye’de laisizm sorunu ve Sünni
İslam baskısı çözülmediği sürece Aleviliğe salt din penceresinden bakmak çok
büyük bir hata olur.
Yani benim
Aleviliğimin dinle, itikatla ilgisi yok; tamamen kimlik mücadelesine dayalı bir
aidiyet durumu benimki. Bu kültürün, bu inancın, Sünni İslam baskısı altında
eriyip gitmesine, asimile olup yok olmasına da sonuna kadar direneceğim.
(1): Alevilik: https://eksisozluk.com/entry/25622273
Cassey Jones kardeşim merhaba. Alevilik hakkında bildiklerimi paylaşmak istiyorum.
YanıtlaSilBu bilgilerim çoğunlukla araçtırmacı, müzisyen Metin&Kemal Kahraman'dan öğrendiklerimden oluşuyor.
Söz uçar yazı kalır. Burada yazı'ya değil; söz'e övgü vardır. Yazı bir kurumdur, kuruma aittir. O kişi/ler o an nasıl yazmışsa öyle kalır. Yazı kalır; uçamaz. Uçamadığı için ölür. Yazı unutmak içindir; bu söz, Eski Mısır'da yer alır. Söz ise uçar yani yaşar; ağıttan masallara; türkülerden köy düğünlerine; efsanelerden oyunlara vb. yaşar. Aleviliği anlamak için sözlü tarihe bakmak gerekir. Tarih Sümerlerle başlar lafı doğru değildir.
Alevilik bir dindir. En eski İbrahimi dindir. Alevilik M.Ö. de vardı. Bir kere din kötü bir şey değildir. İşte hani derler ya; eski insanlar cahilmiş, şimşekten korkmuşlar... genel olarak doğadan korkmuşlar ve cahilce anlam yüklemişker falan filan... İşte bu görüş doğru değil. Asıl böyle düşünenler cahil; bu ezber ve hazır bir duyguya sarılmaktır.
Din; insanların şahit oldukları evren ve kendilerinin varoluşuna ait cevablarıdır. Ölüm-Ölümsüzlük nedir, niye varız, ölümden sonra ne var ne olacak, aşk nedşr, ilahi aşkı mı yoksa bu dünyadaki sevgili aşkını mı yaşamak gerek gibi en temel sorular üzerinden ortaya çıkmıştır din. Mircea Eliade der ki; Din Tarihçilerin çoğu, Dinler Tarihinin ucsuz bucaksız alanının zavallı bir bölümüyle içli dışlıdır. Eski insanlar yüksek bir düşünce sistemine sahiptiler. Mesela kadim kültürlere göre zaman ve oluş daireseldir. Bir birinden bağımsız ama bir birine mecbur çemberler. Yukarı dönen sprial...
Alevilikte Muhammed görünen alemlerdir; sen ben ot dağ su yıldızlar... Ali ise görünmeyen alemler... Bu ikisinin birliği Hak birliğidir. Yani 3 kişi yok, yani Muhammed-Ali-Tanrı değil. Muhammed&Ali; Tanrı/Allah'tır. Sünni İslam da, Alevilik te Allah birdir der. Ama aralarında sonsuz fark vardır. Sünni Ortodoks İslam'daki "bir" rakamsal birdir. 1 Allah var bir de onun yarattıkları; bu ikisi tamamen ayrı olmalı sünniliğe göre. Alevilik buna ikicilik der. Ayrı bir Allah yaratma der. İşte aslında eskiden bu görüşe sahip olanlara kafir denirdi. Alevilik Allah'ı kendilerinden doğadan vs ayrı görmez ama bunlarla da sınırlamaz; panteist değildir. Alevilik, Hakk'ı doğayla/evrenle sınırlamaz ama görünenin ötesinde bir bilinmezlik tarifesinde de değildir. Alevilik panteist değildir. Adem'in ismi Adem'den; İbrahim'in ismi İbrahim'den; Musa'nın ismi Musa'dan; Muhammed'in ismi Muhammed'den; Ali'nin ismi Ali'den eskidir. Bu bu gibi bütün dini isimler için geçerlidir. İslam, Aleviliğin içindedir. Hatta Hristiyanlık ve Yahudilik te... Alevilik, Şamanizim'den gelme falan değildir. Ordan burdan bir şeyler alıp öyle oluşmuş bir şey de değildir. Aleviliçin kendine ait yaradılış, öğreti kurgusu vardır. Kendine hastır. Kültür falan gibi yorumlar yanlıştır.
Muhammed güneş'tir. Güneş üzerine en çok övgü yapılan şeydir. Muhammed'in Ümmeti demek aslında güneş'in aydınlattıkları rızk verdikleridir. Ali ise ay'dır. Görünmeyen alemdir; gecelerin sahibidir. Ay'ın görünmeyen kısmı ali görünen kısmı Fatıma'dır. Güneş ve ay derken bir sembol kurgu vardır burada. Yoksa somutluk salt önemli değildir. Alevilikte yaşlılar çok önemlidir. Onlar Aleviliği söz ile anlatan aktaran son temsilcilerdir. Sesli ve görsel kayıt altına alınmaları gerekir. Anlattıkları efsaneler, masallar, hikayeler çok çok çok önemlidir ve saçma falan değillerdir.
Sır denilen şey de insanların alevi olduklarını gizlemek değildir. Alevilikteki sır bu kadar basit olamaz. Bu sır Çokluktaki Birlik'tir veya Vahdet-i Vücut...
Bu anlattıklarım çok kısa özet. Daha fazla bilgi için ;
Metin Kemal' in bütün araştırmaları, yorumları, kaynakları
Bu kaynaklardan bir tanesi; Mircea Eliade... ,
Çevere Hazar'u albüm kitapçığını ve Çokluktaki Birlik yazısını okumanı öneririm. Belki sonra önemli kısımlarını yazı olarak atarım. Görüşmek üzere. Kolay gelsin. :)
başlık: ÇOKLUKTAKİ BİRLİK yazan: Kemal Kahraman ---> müzisyen(metin&kemal kahraman) , araştırmacı,
YanıtlaSilBirlik, beraberlik, bütünlük anlayışı ne zamandan beridir kendi dışındaki her şeyi yok etmek temeli üzerine oturtulmuştur ya da ne zamandan beridir "Tek Tanrı" kendi dışındaki her şeyi reddeder bir "mono mutlaklık" ile algılanmıştır?
Yaşadığı bu küçük alemde dahi sonsuz bir çeşitliliğe ve çokluğa şahit olan insan, nasıl olup da bu çeşitliliği yok sayan bir "kavranılmaz tekliğe" ikna olmuştur öncesiyle kıyaslandığında, bu yaklaşım gerçekten de düşünce tarihinde bir "gelişme", bir "sıçrama" mıdır?
Kavranılmazlığı kavramsallaştırmak ya da tanımlanamazı tanıma dönüştürmek nasıl bir "gelişme"dir?
Tanrı´nın isme ihtiyacı olmayacağına göre, tek tanrıcı dinler geleneğinin temsilcileri... Yahudilik, Hırıstiyanlık, Müslümanlık´tan çok daha evvel, Tanrı´nın adını "söylemiş" olan insanoğlu çokluk´tan, çeşitlilik´ten mi bu teklik kavramına ulaşmıştır, yoksa çeşitliliği yok sayan bir, "akıl üstünlüğüne" "soyutlama yeteneğine" erişerek mi yani, diller´in kurucusu insanoğlu Hak, Allah, Tanrı, Got, Huda, Homa, Yehova, Ahura Mazda ya da El derken hangi yaklaşımla hareket ederek bu isimlere ulaşmıştır? Dahası genel bir tartışma zemini olarak, manayı "söyleye bilmemizin" en temel ve yaygın aracı olan dil´in kendisi, kurgusallığıyla bir mana´nın ya da düşüncenin şahidi olabilir mi? Aslında bu soruları tersinden sormak, bugünün meşru normalliğinden bakıldığında daha makul görünmektedir:
Öyle ya, "Tek Tanrı", her şeyden önce teklik´ini vurgulayan bir sıfatla öne çıkmışken çokluk´u, çeşitlilik´i kendinde söyleyecek farklı bir teklik hem de bütünlük, birlik, beraberlik anlayışı mümkün müdür ki bunun ne zamandan beridir değiştiğini tartışmak da mümkün olsun?
"Tanrısal Birlik", bu anlamda en mükemmel birlik, beraberlik, beraberlik, bütünlük anlayışının, çeşitliliği, çokluğu zorunlu kıldığını, dahası teklik´in değil çeşitliliğin ve çeşitlilikteki birliğin tanrısal olduğunu söylemek mümkün olmuş mudur?
Birlik´i teklik´te aramak yalan ve zulümdür, temeli cahilliktir... Sır, çeşitliliğin birliğini söyleyen mana´dadır bu yüzden bilenlere yol´dur... Kemal Kahraman
Dinler tarihi, simgelerin tek yanlı ve buna bağlı olarak hatalı yorumlarıyla doludur. MİRCEA ELİADE
YanıtlaSilMit sadece bir imge ya da gösterge değildir; öykü biçimi verilmiş imgeler dizisidir.MİRCEA ELİADE
Bir imgeyi atıf düzlemlerinden tek bir taneye indirgeyerek somut bir terminoloji içinde ifade etmek onu sakatlamaktan daha vahİm olup, onu bilgi aracı olarak yok etmektir. MİRCEA ELİADE ( ay, ali'dir ; gün, muhammed ama ali ve muhammed isimleri ay ve güneşle sınırlı değildir. )
Mircae Eliade'ye göre imge anlam demeti olarak imgedir. onun anlamlarından tek bir tanesi veya çok sayı daki atıf düzlemlerinden tek bir tanesi değildir.
"Efsanelerin gerilediklerini ve simgelerin dünyevileştirildiklerini gördük, ama bunlar hiçbir zaman kaybolmaktadır" Mircea Eliade
"Dinler tarihi, simgelerin tek taraflı ve buna bağlı olarak hatalı yorumlarıyla doludur" Mircea Eliade
"imgeler, simgeler, efsaneler psikenin sorumsuz yaratıları değildir" mircea eliade
"...modern bir insanın bilincinin en 'soylu' kısmı sanıldığından daha az 'manevi'dir" MİRCEA ELİADE
"İLK ÖNCE GÜNLERİN ADINI ÖĞRENMELİ" Milorad Pavic/ Hazar Sözlüğü
Din tarihçilerinin çoğu gerçekte dinler tarihinin uçsuz bucaksız alanının zavallı bir sektörüyle içli dışlıdır." Mircea Eliade
"Denilebilir ki, kutsal kitaplar ve efsaneler dağların, güneşin, ayın, su kaynaklarının, yıldızların kısaca varlıklar aleminin farkındadır, farkında olmayanlar Hak gerçeğini bu kitaplarla sınırlayıp, mülkünü de eline geçirmiş takipçileridir. Dinler tarihinin istisnasız bütün önemli isimleri, tarihsel geçerlilikleri bir yana bir yana taşıdıkları mana'nın öğreti içinde doldurduğu boşluğa göre değerlendirildiğinde gerçek anlamları ve tarihsellikleriye buluşacaktır. Bu açıdan dinler tarihinden Adem'in , Şit'in, Hz.İbrahim ismi Tevrat'tan, Musa'nın adı Musa'dan, Süleyman'ın ismi Süleyman'dan, İsa'nın adı İsa'dan , Khureş'in adı Khureş'ten, Muhammed-Ali'nin adı Muhammed ve Ali'den Fatımat ül Zühre'nin adı Hz. Fatıma'dan, Hasan'ın adı Hasan'dan, Hüseyin'in adı Hüseyin'den eskidir. hatta diyebiliriz ki İslam adı Müslümanlıktan, Hristiyan adı Hristiyanlık'tan, onikiler ismi, Oniki imamlardan, üçler, beşler, yediler, kırklar vb.semavi dinler tarihinden çok eski kavramlardır.
Çünkü bunlar birer tarihsel kişilik ismi ya da tarihsel kurgusallıklar olmadan önce mana taşıyıcı sıfatlardır ve bu durum Raa Haq/Hak Yolu inanç öğretisi içinde taşıdıkları anlamla, doldurdukları boşlukla sabittir. Yani denilebilir ki, bütün bu "sıfatların" belli bir tarihsellik içinde, yeni anlamlar, yeni işlevler yüklenerek semavi dinler tarihinde de yer almaları, dinler tarihinin çok daha derin belleğinde zaten hep sahip oldukları bir mana özgünlüğü, özelliği dolayısıyladır... BU ÇERÇEVEDE AKTÜEL BİR SORU BAŞLIĞI OLARAK ALEVİLİK ' İN "İSLAM İÇİ Mİ YOKSA İSLAM DIŞI MI" OLDUĞUNA İLİŞKİN TARTIŞMALARDA, KISACA İFADE EDERSEK, BÜTÜN ÖNEMLİ KAVRAM VE
KURUMSALLIKLARIYLA, TARİHSEL OLARAK "İSLAM" , HAK YOLU İNANCININ YANİ ALEVİLİĞİN İÇİNDEDİR." DEMEK EN DOĞRU YAKLAŞIMDIR.
VE BUGÜN TARTIŞMALARIN DOĞRU TEMELLERİYLE ANLAŞILMASI SÜRESİNDE EN ÖNEMLİ EKSİKLİK BÖYLESİ BİR BAKIŞ AÇISIDIR." kemal kahraman , kaynak: çevere hazaru albüm kitapçığı
Alevilik Hakkı varlıkla sınırlamaz, her hangi bir varlığa da tapmaz... Ama görünen alemleri yani güneş, ay, yıldız, sen, ben, otlar, böcekler, dağlar, ağaçlar, su kaynaklarıyla bütün oluş alemini ve bu alemdeki mükemmel düzeni de Rabbin tezahürü, varlığının en açık ispatı ve şahidi olarak görür bu alemlerdeki bütün çeşitlilik, çokluk arasında birbirini gerektiren mükemmel birliği O'nun tekliğinin ve birliğinin en önemli işareti sayar...
YanıtlaSilGüneşi, karanlıklar içinden her sabah gençleşmiş olarak yeniden doğan, hakikati ayan-beyan gören ve gösteren, bütün zamanların mührünü elinde tutan yaradılmışların en seçkini, ve en çok övülen sultanı olarak kutsar ve baştacı eder, her sabah onun şahitliğinde rabb'e olan ikrarını bir kez daha tazeler.
Dağ doruklarını rabb'in yüceliğine en yakın ve binlerce yıl değişmeyen sabit siluetleriyle değişen zamanların en büyük şahidi olarak kutsar... Suyu, ışığın yer yüzünde cisimleşmesi, su kaynaklarını, ırmakları alemlere hayat bahşeden sonsuz rahmetin açık delili sayar...Hakkı her yerde BİRLİĞİ
ÇEŞİTLİLİKTE VE ÇOKLUKTA GÖRÜR... Dağlar tanrısal yüceliğin yer yüzündeki şahitleridir, hangi bölgede hangi dağ güneş'in doğuşuna şahitlik ediyorsa o dağ yüceliğin oradaki temsilcisi, şahididir...Bunu batıl inançla, tanrı tanımazlıkla, ağaca, güneşe, dağa-taşa tapmakla bir ilgisi
yoktur... Hakk bir'dir ve varlıkla sınırlı değildir ama mucizevi mükemmelliğiyle ayan-beyan olan bu var oluş alemlerinden öte, bir BİLİNMEZLİK TARİFSİZLİĞİNDE DE DEĞİLDİR YaRADAN-YARADILAN AYRIMI YAPMAK İKİCİLİKTİR HAK BİRLİĞİ, GÖRÜNEN VE GÖRÜNMEYEN ALEMLERİN BİRLİĞİDİR...
Muhammed, görünen alemlerin sahibidir, bu alemdeki her şey ona ayandır, o nebiuullah'dır her peygamber Muhammed nurunun kendi zamanındaki tezahürüdür...Görünmeyen alemlerin sahibi Ali'dir Ali sır sahibi'dir, veliulah'dır...Ve bu ikisinin birliği Hak birliği'dir...Hak, Muhammed-Ali birliğinin adı'dır...Bu durumda Hak Birliği" görünen alemlerin reddi ya da görmezden gelinmesi üzerine kurulamaz. Her şeyde hakkın zerresi vardır der Seyid Mahmut yıldız... Kaynak çevrre hazaru albüm kitapçığı(metin & kemal kahraman)
Allah, Adem'i yaratacaktır. Meleklere, "Gidin toprak getirin ve onun gövdesini yapın" der. Mlekler, "Ya Rab neden onu yaratıyorsun, o kan dökecek" dedi. Demek ki melekler bunun bilgisine sahip önceden. Neyse Melekler toprak'a gider ve ondan toprak ister. toprak kabul etmez, kendinden parça vermez. O da, "kan dökecek" der. Melekler Allah'a gider ve durumu anlatırlar. Allah, Azrail'i görevlendirir ve Azrail, toprağa gider; toprak ister. Toprak yine vermez. Azrail, "Ben senden parça(toprak) alacam ama bunu tekrar sana geri verecem" der. Hani ölenler toprağa karışır ya. Toprak bu anlaşmayı kabul eder ve parça verir. Azrail 60 veya 66 ayrı yerden toprak toplar(alır) ki insanlar bir birine benzemesin. Burada 60/66'nın manası/sembolu nedir bilinmiyor.
YanıtlaSilMelekler, Adem'in gövdesini yaparlar. Fakat sıra Adem'in kafasına gelince nasıl yapacaklarını bilemezler, Allah'a danışırlar. Allah, "Siz bilemezsiniz, ancak ben yaparım onun kafasını" der ve Allah, Adem'in suretini kendi suretinder yaratır. Yüz/suret Cemal demektir. Cemal Cemal'e ibadet etmek çok önemlidir. Adem'in gövde altı henüz yapılmamıştır. Allah, Adem'i 300 yıl güneşin önüne kor(Acaba 300 yılın manası nedir?)
Adem karşıya bakar ve bir melek(melaike)'in yaklaştığını görür. Adem, "sen kimsin" der. Melaike, "Ben akıl'ım" der. Adem, "Mekanın neresi" der. Melaike, "Senin kafan" der. Adem, "Gel öyleyse gir" der ve akıl meleği Adem'in kafasında mekan tutar.
Sen kimsin ve Mekanın neresi soruları çoooooook önemli.
Adem yine karşıya bakar bir melaikenin yaklaştığını görür. Bu melaike "Fikir"tır. Adem, sen kimsin mekanın neresi soruları üzerine; Fikir, "Ben fikirim ve mekanım senin kafan" der. Adem, "Ama orda akıl vr" der. Fikir, "Olsun, ben akıl'a rafıkım(rafakatçı)" der. Adem, "Gel öyleyse sen de gir" der. Adem karşıya bakar ve bir melaike daha gelir. Bu da fam(idrak)'tır. Aynı sorular ve olay üzerine idrak ta kafaya girer. Böylelikle akıl-fikir-idrak; 3 melek Adem'de yer edinir.
Adem karşıya bakar yine bir melaike/ler gelir. Onlar da nefis, hırs ve tama'dır. Bunlar da aynı soru ve olay kurgusuyla Adem'in göğsünde mekan tutarlar. Toplam 6 melek oldu.
Adem yine karşıya bakar ve yine bir melike görür. Sen kimsin der. Melaike, "Ben edep-haya'yım, Hakk(Allah)'ın özüyüm,nuruyum" der. Adem, "Mekanın neresi" der. Melaike, "Senin kalbin" der ve Allah'ın gizli hakikatı Adem'e(insana) geçer. Bu bir sırdır.
Adem 7 melaike üzerine yaratılmıştır. Adem, yaradanıiçinde taşıyan bir yaratılmıi varlıktır. Adem, sonsuzluğu içinde taşıyan bir sınırlılıktır.
Bunlar(mealen) metin kemal kahraman'nın çalışmaları/araştırmaları
Yazilar bir butun olarak yollanmiyor burda. e-posta olarak yollayabilirim.
YanıtlaSil