ANA SAYFA

13 Şubat 2015 Cuma

Sokak Eylemleri

Yıllardır türlü çeşitli protesto gösterilerine, yürüyüşlere, mitinglere katılırım. Hiç değişmeyen manzara şudur: Biz elimizi kolumuzu sallaya sallaya keklik gibi gideriz alana. Tam teçhizatlı polisler gelir, jopla, biber gazıyla, tazyikli suyla saldırır kitleye. Sonra biz yine aynı hıyarlıkla, hiçbir korunma önlemi almadan, yine elimizi kolumuzu sallaya sallaya gideriz ve yine dayak yiyip geri döneriz. Bu, yıllardır hiç değişmedi. İlk kez nasıl olduysa Gezi zamanında gaz maskesi takmayı akıl etti insanlar. Onu da bizim 40 yılın eylemci solcuları değil, ilk kez eyleme katılan apolitik "yeni yetme" 90 kuşağı düşündü. Yoksa biz ne güzel salak gibi gazı, biberi, dayağı yiyip dönüyorduk eve.

Her eylemde aynı dayağı aynı savunmasızlıkla yiyip bir sonraki eyleme aynı dayağı aynı savunmasızlıkla yemek amacıyla koştura koştura gitmek için ne kadar bir zeka geriliği gerektiği tahmin edilebilir sanıyorum. Bunun iki nedeni olabilir bana göre: 1) Her eylemde kafamıza aldığımız darbeler sonunda bizde ciddi bir oranda zeka geriliği oluştu. Beyin hücrelerimiz kalıcı olarak zarar gördü. 2) Dayak arsızı olup çıktık. İyice mazoşiste bağladık, o dayağı yemeden rahat edemiyoruz. Cem Yılmaz'ın söylediği gibi "Ardinal, bir hormon! Dayağa karşı isteği arttırıyor."


Özellikle televizyondan izlerken nasıl hıyar bir görüntüye neden olduğumuzu tek fark eden ben değilimdir sanıyorum. 10 tane polis, 100-150 kişiyi önüne katıp kovalıyor, yakaladığına ağız burun dalıp indiriyor yere. O kitle de bir kez olsun "Lan biz onlardan daha kalabalığız. Biz neden kaçıyoruz ki?" demiyor Allah rızası için.


İstediğimiz elbette ki şiddet değil. Tabii ki hiç kimsenin burnu bile kanamasın istiyoruz. Ama bunu sadece bir tarafın istemesi bir anlam ifade etmediği gibi, herhangi bir kazanıma da neden olmuyor. Özellikle son yıllarda artan hukuksuz gözaltılar, orantısız şiddet (ki bu gerzekçe tanımı da dilimize ve bilinçaltımıza oturttular. Şiddetin orantılısı ne ki? Sadece yürüyüş yapan insanlara saldırmak, vurmak, hangi oranda kabul edilebilir? Niye kabul ediliyor ki bu şiddet, "orantısız" olunca kızıyoruz sadece?) ve gerek yargının gerekse kolluk kuvvetlerinin her türlü hukuksuz uygulaması karşısında ya hiçbir şey yapmıyor ya da sadece sokaklarda iki tur atıp iki slogan patlatmakla yetiniyoruz. Ki bu da hiçbir şey yapmıyor olmakla eşdeğer.


Örneğin bugün, 13 Şubat 2015 tarihinde yaşanan hukuk dışı gözaltılar, protestoculara uygulanan aşırı derecede şiddet, bir kez daha kendini gösterdi. Birileri, hukuku hiçe sayarak yığınla insanı gözaltına alıyor, çok daha fazlasını dövüyor ve bizler sadece akşam saatlerinde "Onur Kılıç yalnız değildir" sloganları atıp basın açıklaması yapmakla yetiniyoruz. Ne geçti elimize? Neyi değiştirdik? Ne elde ettik? Biz öyle toplanıp bağırınca, yaptığından mı utanacak polis? Pişman olup serbest mi bırakacaklar tutuklananları? Hayır. Biz öyle keklik gibi yürüyünce, onlar için yeni idman tahtaları olmaktan daha öteye gidemiyoruz. "Onlar kesmediyse biraz da bizi dövün" der gibi, elimizi kolumuzu sallaya sallaya gidiyoruz yürüyüşlere.


Artık bu salaklığa son verip, gerçekten somut şeyler elde edeceğimiz bir şeyler yapmamız gerektiğini konuşmamız gerek. Polis, canının istediği gibi dövüyor, sakat bırakıyor, hatta öldürüyor bizleri. Hiçbir hukukî geçerliliği olmayan gözaltılarla hapsediyor. Peki, biz neden arkadaşlarımızı "almaya" gitmiyoruz? Neden üstümüze saldırılacağını bile bile kendimizi koruyacak, hatta nefs-i müdafaa yapacak şekilde hazırlıklar yapmıyoruz? Eğer ki polis, hiçbir yasal gerekçesi olmadan insanları alıp karakola götürebiliyorsa, o sokaklarda toplanan kalabalık da o karakollara gidip o insanları geri alabilmeli. Çünkü bugün ülkenin geldiği nokta artık tam anlamıyla bir polis devletidir ve bizler, bu açık faşizme izin veriyoruz sustukça. Sokaklarda çıplak bir şekilde açık av olmaktan vazgeçmek için bir parça zeka bile yeterli oysa. Polisin gelip bizi kafasına göre öldürmesini beklemekten vazgeçmek için, biraz zeka yeterli. Bu aptal yürüyüşlerle hiçbir şey elde edemeyiz, edemiyoruz. Biz çıkıp "Onur Kılıç serbest bırakılsın" diye bağırdığımız zaman serbest bırakılmayacak. Bunu görüp anlamak için ortalama bir zeka kâfi. Öyleyse? Öyleyse şartları eşitleyeceğiz ve bizi keklik gibi avlayamayacaklarını göstereceğiz. Hiç kimseyi kafalarına göre sorgusuz sualsiz alıp götüremeyeceklerini, bunun o kadar da kolay olmayacağını bilecekler!


O kadar insan öldürüldü, sakat bırakıldı, dayak yiyenin haddi hesabı yok ve bizim bu pasifist tutumumuz, onların giderek artan bir şiddetle bize saldırmalarından başka hiçbir işe yaramıyor. Eğer öyle olacaksa, evde oturup evlilik programlarını veya tarz yarışmalarını izlemek daha mantıklı. En azından boku bokuna ölmekten, sakat kalmaktan, dayak yemekten ve tutuklanmaktan kurtulmuş oluruz. Gezide ölenler ve sakat kalanlar, öldüğü ve sakatlandıklarıyla kaldılar çünkü.


Ben bu salaklığa daha fazla ortak olmak istemiyorum.

6 yorum:

  1. Bahsettiğiniz yöntemin iç savaştan öte bir sonuca varmayacağını düşünüyorum. Ayrıca insanların önemli bir kısmı, temel hakları ıçin bırakın tüm hayatını riske atmayı bir parça tatlı ya da hamburger keyfinden bile ödün vermezken bu tür bir girişimin tabana yayılacağını düşünmüyorum. Kendi adıma, insanların polisle çatışmalarından geçtim, şu boykotu devam ettirebilsek öpüp basıma koyarım. Mesela Onur bırakılana kadar gerekirse aylarca, gerekirse bir yıl, muhalif olanlar okulları boykot etseler öğrencilerin eğitimi sivil, alternatif bir organizasyonla sağlanabilse... Daha az cesaret gerektiren (yani tam bize göre) bir eylem olurdu. Ama görünen o ki bunu bile yapamayacağız. Nerede kaldı emniyeti basıp adam çikarmak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şurada anlaşıyoruz: Kendini garantiye alan hiç kimse, rahatını bozup da bir şeyi değiştirmek için uğraşmayacaktır. İç savaş konusuna gelirsek... Zaten tek taraflı olarak yaşıyoruz onu.

      Sil
  2. Peki biz neden arkadaşlarımızı "almaya" gitmiyoruz? Neden üstümüze saldırılacağını bile bile kendimizi koruyacak, hatta nefs-i müdafaa yapacak şekilde hazırlıklar yapmıyoruz?

    El cevap: Mal olmadığımız için. Kitle çizgisi izlediğimiz için. Amacımız sokak çeteciliği olmadığı için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya asıl mallık buysa? Ya kitle çizgisi dediğiniz şey basit bir sürü psikolojisiyse?

      Sil
  3. Öncelikle derdimizin ne olduğunu bilmek gerek. Derdimiz kitleleri harekete geçirmek mi? Yoksa kendi kendimizi tatmin etmek mi. İkincisi zaten burada açıklanmış ve katılıyorum. Ya birincisi.
    Kitleleri harekete geçirmek gezide belli bir ideoloji baskın olmadığı için ve ortak bir nefretin ürünü olduğu için katılım bu denli yüksekti. Ama öte yandan etkisi yine o kitlelerin etrafının dışına çıkamadı. Yani solun beslenmesi gereken işçi köylü dayanışmasının maalesef önünden bile geçemedi. Bunun sebebi veya suçlusu biz miyiz? Kısmen
    Solun Türkiye’de yükseldiği 1980 öncesi yıllarda solun hareket özgürlüğü daha genişti. (Bu halkın bilinci kastedilerek söylenmiştir. Faşizan devlet değil) 15-16 Haziran 1970 olaylarının öncesini araştıran herkes işçi sınıfının bilincinin bugüne oranla ne düzeyde olduğunu ve nasıl bir aydınlanma olduğunu görecektir. Şu an ise gözleri önündeki cinayet, hırsızlık, aşağılama, yalan… (vs. uzar gider bu) her türlü sahtekarlık ve caniliğe tepkisiz bir halk var. Tabi bunun 1980 sonrası sistematik devlet politikasıyla halka aşılanması da ayrı bir şey. Sanki yıllardır perde var bu halkın gözünde. O kitle gözünü açmadıkça, o perdeyi kaldıramadıkça, biz o meydanlarda daha çok, amiyane tabirle götümüze baka baka geri döneriz veya yitirdiklerimiz maalesef yanımıza kalır. Hesabını soramayız. Ama bu hesap hemen sorulamaz ki diyenler içinse şunu diyeceğim. Yarın bu hesap en fazla göstermelik olarak sorulur sonra yine birileri çıkar ve üstünü örter. Hiç olmadı zamanaşımı diye lanet olgu karşımıza çıkar. Biz o her zaman hor görülen ama bunu bile anlayamayacak durumda olan işçi köylü sınıfını yanımıza çekemedikçe o iş yaş be abicim afedersin.
    Son olarak tam bağımsızlığın anlamını kitlelere anlatamadıkça, o meydanlar hep birilerine mezar, birilerine ise zarar olarak geri dönecek. Solun öcü olmadığını kitlelere tekrar kanıtlamak zorundayız.Dikenli tellerle örülü ülkem de en zor meslek galiba insan olmayıve solu anlatabilmek. Herkese selam ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tam olarak kitlelerin harekete geçmesinden bahsediyorum ben de. Şu haliyle, kendi kendimizi tatminden daha öteye gidemiyor ne yazık ki.

      Gezi, ne yazık ki hiç kimsenin bir şey anlamadığı bir hareket olarak kaldı. O yüzden Gezi üzerinden konuşmayacağım. Sadece onca insanın her olayda somut bir kazanım olmadan salt dayak yemeye niçin gittiğini düşünüp sorgulamasını istiyorum.

      Sil