Bir sorunun çözümünde başarılı olabilmenin temel kuralı,
sorunun tam olarak ne olduğunu doğru tespit edebilmektir. Yani hastalığın tedavisi
için, öncelikle doğru teşhis gerekir. Doğru tespit için de doğru sorular
sormak, kavramları doğru şekilde tanımlayıp yerine koymak zorundayız. Ve
sanırım toplum olarak en büyük yanılgılarımızdan biri, sorunu kendimizden başka
her yerde ve herkeste arıyor oluşumuz. Çoğu kere de sorunun bizzat bir parçası
olduğumuzu görmez, faturayı sürekli olarak başka yerlere kesmeye çalışırız.
13 Mart 2016
tarihindeki Ankara katliamına dair bir şeyler yazmak için, öncelikle
saldırıyı kimin üstleneceğini bekledim. Hemen herkes gibi aklıma ilk anda TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri)
geldi ama, varsayıma dayalı olarak bir şeyler söylemeyi doğru bulmadım. TAK’ın
açıklamasından sonra ise farklı nedenlerle yazmak istememiştim. Ancak özellikle
sosyal medyada okuduklarım, günlük hayatta dinlediklerim, bizim, konuyu hiç
anlamadığımızı düşündürdü bana.
Saldırıdan iki gün sonra, CHP Milletvekili Selina Doğan, şöyle bir tweet attı:
“1992 doğumlu bir kadını, vücudunu patlatarak ölüm saçmaya iten sebepleri
konuşmadıkça terörle mücadele yalandır.” Bu tweet’in üzerine müthiş bir
linç girişimi başladı Doğan’a karşı. MHP ve AKP’den beklenen tepki zaten geldi
de, özellikle ulusalcılar, Makbule
Cengiz ve Adnan Bulut gibi
gazeteciler müthiş bir öfkeyle linç için hedef göstermeye başladı Selina
Doğan’ı. Doğan’ın dışında başkaları da “O kadının bunu yapmasını sağlayan
motivasyonu düşünüp anlamalıyız” biçiminde sözler söyledi ve hemen
hepsi de teröristle empati yapmak, buna teşvik etmekle suçlandı. Yine
görebildiğim kadarıyla gelen tepkiler, “Ben
neden teröristle empati yapmak zorundayım?” içerikli oldu. Bunun üzerine ben
de şöyle bir tweet attım;
Sonrasında, beklediğim açıklama geldi ve TAK, saldırıyı
üstlendiğini duyurdu. Açıklamada, hedefin
güvenlik güçleri olduğu, sivil kayıplar için üzüntü duyulduğu, Güneydoğu’da
yaşananlar devam ettiği sürece de bu radikal devrimci mücadelenin artarak süreceği
ifadeleri yer aldı.
Öncelikle ilk tanımımızı doğru şekilde yapalım. Bu saldırı devrimci bir eylem değil, düpedüz terör eylemidir. Dünyanın en
meşru örgütü de olsa, milyarlarca destekçisi de bulunsa, sivillere yönelik
gerçekleştirilen bu türden bir saldırının adı terör eylemidir. Bunun başka bir
tanımlaması yok. Terörün tanımı da tam olarak böyle bir şey zaten. Üstelik de,
devletin yaptığı terör tanımını ve yine devletin terörist etiketini hiçbir
şekilde tanımayan biri olarak söylüyorum bunu.
Şimdi…
Burada öncelikle ulusalcıları
muhatap alarak bir soru soracağım. Bu
bir terör eylemi midir? Evet, terör eylemidir. Bunda hepimiz hemfikiriz. Peki, PKK bir terör örgütü müdür? Bu
soruya da tereddütsüz evet yanıtının verildiğinden eminim. PKK bir terör
örgütüyse, bir terör örgütünün terör
eylemi düzenlemesi neden kabul edilemez geliyor size? Yani ortada bir terör
örgütü var, bu terör örgütünün terör eylemi yapmış olması “kabul edilemez” bulunuyor. Bunu, saldırı sivillere yönelik
gerçekleştiği için eleştiren çok sayıda kişi olduğunu gördüğümden söylüyorum. Bu
akıl tutulmasının nedeni, sanırım şimdiye dek alışılagelen genel tarzın,
eylemlerin güvenlik güçlerine yönelik gerçekleştirilmiş olmasıydı. Yani PKK
asker öldürür, polis öldürür, alışılan bu. Ama yeri geldiğinde de Serap Eser’in ölümüne neden olan
molotofun MİT tarafından değil de,
PKK tarafından atılmış olduğu söyleniyor ısrarla. Bu konudaki gazete
haberlerine rağmen. Ciddi bir kafa karışıklığı var ortada belli ki.
Ben bu ulusalcıların kafa yapısını bir parça tanıdıysam,
düşünme algoritmalarını (ki düşünmek de demeyelim ona, ezber diyelim. Düşünen
insan bu yargılara varmaz çünkü) bir parça çözdüysem, şu âna dek okuduklarından
sonra benim PKK’yi güzellediğimi, masum
göstermeye çalıştığımı ileri sürmüş ve bana karşı müthiş bir öfkeyle
dolmuşlardır bile. Oysa buraya kadar PKK’nin ne olup olmadığını değil,
ulusalcılardaki genel kafa karışıklığını ve eşyanın doğasına aykırı bir tavır
beklediklerini anlatmaya çalıştım.
Teröristle empati meselesi
Haftalardır, hatta belki de aylardır benim de anlatmaya
çalıştığımı özetlemiş bir tweet’le Selina Doğan. Bunu ciddi ciddi “Bakın ama, kendinizi onun yerine koyun.
Kim bilir onun da ne kadar haklı gerekçeleri vardı. Onlar neler neler yaşamış
ki bunu yapıyor. Kızmayın bombacılara, anlayıp hak vermeye çalışın”
şeklinde yorumlayan kalabalık bir kitle var. Gerçekten bunu söylediğimizi, o
motivasyonun düşünülmesini isterken bombacılara hak verilmesi gerektiğini ima
ettiğimizi sanan, böyle anlayan, yorumlayan müthiş kalabalık bir kitle var. Burada
bir itiraf yapmam gerekirse, bu kitlenin bu denli kalabalık oluşu, bu
kalabalığın ciddi bir idrak sorunu yaşayışı ve ne yazık ki düzelme ihtimali
bulunmayışı neden olmuştur biraz da asıl mesleğimi bırakmak istememde. Bir
yazıdan sonra gelen yorumları okuyup “Gerçekten
bu sonucu mu çıkardın?” diye hayretle baktığımı çok bilirim.
Hiç kimse, o saldırıları düzenleyenlere hak vermenizi
istemiyor. Suçsuz günahsız, masum insanların öldüğü bir saldırının nesine hak
verilir? Bir şeyi anlamakla, onu doğru
bulmak arasında uçurum vardır ve ikisinin ayrımını yapamayan bir kitleden
bahsettim bir üst paragrafta. En inançsız halimle bir IŞİD militanının neyi niye yaptığını anlayabilirim. Onu anlıyor olmam, ona hak verdiğim, onu
doğru bulduğum anlamına gelmez. Sadece, doğru tedavi için doğru teşhisin
ilk adımını atabildiğimi gösterir.
Yıllardır savaşarak bitirmeye çalıştığımız “terör” sorunuyla
ilgili sorduğumuz bir soru var: “Peki,
bu insanlar evlerini barklarını, çoluklarını çocuklarını, sevdiklerini bırakıp
kendi hayatlarını gözden çıkararak dağın yolunu niçin tutuyor olabilir?” En
milliyetçisinde bile bir yerde bir kırılma görüp, “E tabii, şimdi devletin de bazı hataları var, yok değil” yanıtını
almışımdır. Sorunu çözmek için güzel bir adım esasen. Burada konuyu en başa
taşıyıp “PKK niçin var, insanlar neden
dağa çıkıyor” gibi konulara girmeyeceğim. Neden veya nasıl bir kenara, PKK
var ve şu anda da Güneydoğu’da şehir savaşı yürütüyor. Bu savaş sırasında da
çok sayıda sivilin; çocuğun, gencin, yaşlının öldürüldüğünü biliyoruz.
Cenazelerin kaldırılmasına bile devletin izin vermediğini gördük. Peki bu savaş sırasında Türk tarafının
tavrı ne oldu? AKP’ye en çok karşı çıkan, en muhalif, hatta Gezi’de polis
şiddetini en sert şekliyle yaşamış kitle bile, Güneydoğu söz konusu olduğunda
AKP’nin bu kirli savaş politikasına destek verdi, hâlâ da Erdoğan’ın
değirmenine su taşımaya devam ediyor. “Sur’da
temizlik var”, “Cizre’de temizlik var” söylemlerine, yine sözünü ettiğim
sosyal demokrat, ulusalcı kitle eşlik etti.
Diktatörü diktatör
yapan, elindeki askeri güç değil, arkasındaki halk desteğidir. AKP ve MHP
tabanının kayıtsız şartsız destek verdiği bu savaş politikasına
ulusalcı/Kemalist tayfa da eklenince, Erdoğan’ın eli tamamen güçlendi. Halktan
aldığı bu destekle de savaşı daha kanlı ve acımasız hale getirmekte, gerekirse
sivilleri de işin içine katmakta herhangi bir sakınca görmedi. Ancak Kürtler,
Türk tarafının bu savaşı nasıl desteklediğini çok iyi gördü. Erdoğan’ın savaş
politikasından vazgeçmesini sağlatacak adımlardan birinin, halk desteğini
kesmek olacağını görmek için de müthiş bir teorisyen olmaya gerek yok.
Öncelikle düz mantıkla gidip komplo teorisinin üzerini
örteyim. Yalın seçenekten devam edelim. Kürtler,
savaşı niçin Batı’ya, Batı’daki sivillere çekmeye çalışıyor olabilir? TAK, bu
saldırıların artarak devam edeceğini söylemekle ne mesaj vermeye çalışıyor
bize? Akla gelen ilk iki seçenek; “Benim
sivillerime karşı senin sivillerin” misillemesi olabilir. Erdoğan bunu
önemser mi peki? Son açıklamalarına bakarak, hiç önemsemeyeceğini
söyleyebilirim. İkinci mesaj, doğrudan biz sivillere olabilir; “Eğer bu savaş politikasına destek vermeye
devam ederseniz, sizin de canınız yanar!”
Şimdi o yukarıda bahsettiğimiz “motivasyonun kaynağı”ndan söz edebiliriz. Bir örgüte katılan kişi,
öncelikle kendi canından vazgeçmiş, ölümü hiçleştirmiş demektir. Emin olun,
silahlı bir örgüte katılan hiçbir militan, uzun süre yaşayacağını düşünmüyor. O
yolda öleceğini en başından bilerek, bunu göze alarak, hatta bunu kabullenerek
katılıyor örgüte. Kendi hayatından vazgeçmiş bir insanın, senin benim ölümümü
önemsemesi beklenemez herhalde? Bu “feda
eylemleri”ni gerçekleştiren insanlar, “Benim
halkım baskı altında ve acı içinde yaşarken, bu topraklarda başkalarının da
mutlu olma hakkı yoktur” diyor. TAK’ın açıklamasından da çok net bir
şekilde anlaşılacağı üzere, Batı’daki
şehirlerde gerçekleştirilen saldırının amacı, Güneydoğu’daki baskıyı kaldırmak.
Bunun için de canımızı olabildiğince yakmaya hazır olduklarını belirtiyor
örgüt. Yani burada birkaç bomba daha patlar, acı ete gerçekten değmiş olur,
gerçekten canımız yanar, biz de bunun üzerine bu savaş politikasına destek
vermekten vazgeçer ve hükumete bu konuda baskı yapmaya başlarız. Yok ama, bu
baskıyı, “Ey hükumet, terörle savaş ve
bu saldırıların son bulmasını sağla” diyerek yapmaya devam edersek, patlayan
bombaların sokağımıza kadar gelebileceği anlamını taşır bu. Zaten iş o noktaya
gelirse, jeton da yavaş yavaş düşmeye başlayacaktır.
Teröre teslim mi olalım?
Sanırım zurnanın asıl zırt dediği yer de burası. Yine adım
gibi biliyorum ki, bir üst paragrafı okuyan milliyetçiler, ulusalcılar vs “Devlet teröre teslim mi olsun?”, “Ne
münasebet? Üç beş çapulcu karşısında boyun mu eğelim?”, “Teröristle pazarlık
yapılmaz”, “Terörle müzakere değil, mücadele edilir” ezberlerini milyon
kere söylemiştir sinir içinde. Çünkü bize sittin senedir öğretilen,
ezberletilen, kafamıza kazınan dil bu. Yedi ceddine sövülmüş gibi hissederiz
“pazarlık” konusu dile geldiğinde.
Şimdi sizden, anlatacağım mizanseni zihninizde çok iyi
canlandırmanızı rica edeceğim. Yani ciddi ciddi gözünüzü kapatın ve o sahneyi
zihninizde canlandırın. Bir süpermarkettesiniz. Yanınızda da çocuğunuz,
kardeşiniz, yeğeniniz (çok sevdiğiniz kimse işte) var. İçeriye silahlı
soyguncular geliyor ve çocuğunuzu rehin
alıyor. Olay yerine polis intikal ediyor. Soyguncular, kasadaki parayı alıp
gitmek karşılığında çocuğunuzu serbest bırakacak. Ancak polis, “Biz eşkıyayla müzakere yapmayız”
deyip, böyle bir pazarlığı kabul etmiyor. Ne yaparsınız? Çocuğunuzu kurtarmak
için eşkıyayla pazarlığı kabul mu edersiniz, yoksa “Eşkıyayla pazarlık olmaz, vurun geçin” deyip hem soyguncuların hem
de çocuğunuzun ölmesine razı mı gelirsiniz? “Yaa, ne alakası var? Aynı şey mi?” demeden önce iyice bir düşünün
bu sahneyi. Eğer gerçekten de çocuğunu gözden çıkarıp eşkıyaya galip gelmeyi
tercih ediyorsanız, alın hayrını görün memleketin.
“Ulan ne alakası var?
Biri basit bir market soygunu, diğeri devletin bekası. Devletin bekası için
seve seve canımı da veririm” dediniz, değil mi? Size bunu kim öğretti? Böyle
düşünmeyi, bu cümleleri kurmayı, bu dili kullanmayı nereden öğrendiniz? Devletten… Nedir devlet, kimdir?
Hükumet değildir, onu şimdilik kabul edeyim. Kim peki? Yani bunu yazan, dile
getiren, söze, sese dönüştüren kim? En neticede bir insanın beyninde oluşup
dilinden çıkıyor bu cümle. Kim o? Kimler veya? Hükumetten bağımsız birileri. Peki, size yıllarca, teröristle asla
pazarlık yapılamayacağını, terörle müzakere değil mücadele edileceğini söyleyen
o kimselerden herhangi birinin oğlunun, yakın akrabasının, herhangi bir
tanıdığının cepheye gittiğini gördünüz mü? Duydunuz mu? Şehit ya da gazi olmayı da geçtim, sadece cepheye
gittiğini bile hiç duydunuz mu? Benim
askerliğimde bir tümgeneralin oğlu, evinin hemen dibindeki orduevinde, her
türlü denetimden uzak bir şekilde tamamladı askerliğini. Orduevinde görevli
astsubay, hatta binbaşı bile, çocuğun yanına gidip keyfinin yerinde olup
olmadığını, bir ihtiyacının bulunup bulunmadığını soruyordu. Kendi oğluna böyle bir askerliği reva gören
baba ise, cephede vatan için ölmemiz adına bize her türlü kahramanlık
hikayesini anlattı, devletin bekasının her şeyden önemli olduğunu söyleyip
durdu. Ancak nedense, bu “devletin
bekası” denen şeyi sürdürmekle mükellef sadece bizler olduk hep. Ben bir
tane cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, asker, üst düzey bürokrat,
devlet yetkilisi vs oğlunun vatan için, devlet için cepheye gittiğini görmedim.
Hükumeti dışarıda bırakarak konuşayım hatta, devlet kademelerinde bulunan ve buranın kaymağını yiyenlerin bir
tekinin çocuğunun cephede kelle koltukta beklediğini ne gördüm ne duydum. Oysa
bekası devam edecek olan devletin rantını da yine bu kişiler ve onların
çocukları yiyecek!
“Teröristle müzakere
edilmeeeezzz, mücadele ediliiiiirrrr” (Deniz Baykal tonlamasıyla okuyunuz)
diyenler, o mücadeleden kendi çocuklarını ve yakınlarını çekerken, bizi sürüyor
ön plana. Burada bir problem var. Bir kandırmaca var daha doğrusu. Bunun adını
açık açık koyalım o vakit; biz hiç de öyle vatan savunması, devlet bekası falan
için gitmiyoruz cepheye. Birileri daha
rahat yaşasın, daha konforlu evlerde otursun, çocukları en rahat şekilde
büyüsün, gezsin, tozsun, eğlensin diye basit bir piyon olarak sürülüyoruz
namluların önüne ve bu kerizliğimizi örtmek için de “devletin bekası” gibisinden çok kutsi kavramlar kullanılarak
tabular oluşturuluyor beynimizde. Tanrı gibi tıpkı.
Bu bir kandırmacaysa, bu savaşa devletin kurumlarına
yerleşmiş üst düzey yetkililerin hiçbirinin çocuğu gitmiyor da sadece biz
gidiyorsak “devletin bekası” adına, öncelikle
bu aptal yerine konmayı reddetmemiz gerekiyor. Amaç devletin bekasıysa, önce bunu söyleyenlerin çocukları girecek o
savaşa. Girmiyorsa… İşte o zaman biz
de aptalca kendimizi, çocuklarımızı öldürtmek yerine, tıpkı o süpermarket
örneğinde olduğu gibi, kendimizin,
çocuklarımızın canını nasıl kurtaracağımızı düşüneceğiz. Müzakere mi? Evet,
müzakere! “Teröristle müzakere
olmaaaazzzz” diyene de, “Tamam o
zaman, kendi çocuğunu yolla o halde” diyeceğiz. Hiçbiri bu kanlı savaşa
kendi çocuğunu yollamayacağı için, mecburen o barış masasına oturacak. İşte o
zaman o kanlı ve kirli savaş politikası iflas edecek ve bizim sokaklarımızda o
bombalar patlamayacak.
Yukarıda, bu terör saldırılarıyla bizlere verilmek istenen
mesajı anlatmaya çalışırken, “Öncelikle düz mantıkla gidip komplo
teorisinin üzerini örteyim” demiştim. Örtüyü kaldırır da düz mantığın
dışına çıkarsak, bambaşka bir ihtimalle karşılaşırız. Yukarıda anlattığım
şeyleri düşünmeyecek, hatta bu satırları okuduysa bile benim ne büyük bir “vatan haini” olduğuma kanaat getirip
bana en ağır küfürleri edecek kitlenin, sağduyu sahibi kitleden kat be kat
fazla olduğunu ben de çok iyi biliyorum, devlet de, hükumet de, PKK de. Yine
çok iyi biliyoruz ki, bu terör
saldırıları devam ettikçe, AKP’ye en büyük muhalefeti yapan sosyal demokratlar
bile, terörü çözmesi için AKP’nin askeri operasyonlarına, devletin iyice otoriterleşmesine
ve şiddetin dozunu artırmasına destek verecek. Bu şekilde meşrulaşan askeri
yönetim biçimi, bir süre sonra “başkanlık”
rejiminin teminatı olacak. Erdoğan’ı
başkanlığa götürecek yolun taşlarını, PKK’nin gösterdiği adresten alan savaş
yanlıları, elleriyle döşeyecek. AKP ve MHP kitlesi neyse de, sıtmadan kaçmaya çalışırken ölüme açılan
kapıda ucuz amelelik yapacak olan ulusalcı/Kemalist tabanın budalalığı, ileride
tarih kitaplarında özel bölüm olarak işlenecek.
Not: Yazıyı yazıp bitirdiğim saatlerde İstiklal
Caddesi’nde patlama meydana geldi. Saldırıyla ilgili kesinleşmiş bilgiler
bulunmadığından herhangi bir şey yazmıyorum o konuya dair. Şimdilik.
Dimağına sağlık. Bilal'e anlatır gibi değil; Bilal de askere gitsin diyen dillere zeval olmaz.Umarım meramın anlaşılır da PKK'nin sosyal medyadaki yeminli kalemi olarak anılmazsın.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Ekşi Sözlük'te bu şekilde anıldığım, hatta hem PKK'li hem de aynı zamanda DHKP-C'li olduğum bile söylendi :) Bir alttaki yorumda olduğu gibi, Kürt sanıyor beni bazıları. Kimin ne düşündüğünü de çok önemsemiyorum açıkçası.
SilŞımarık istediği oyuncağı alınmamış çocuklar... İşine gelince mağdur işine gelince ağa olan feodal zihniyetsiniz. İki yüzlü.
YanıtlaSilKürt değil Türk'üm. Önyargınızı anlatmaya bu yeter sanıyorum.
Silyahu bu yazılanlardan nasıl şımarık çocuk yorumu çıkarılabilir anlamıyorum. ağa çocuğu falan bu yorumlara nerden geliniyor:) yani bu yazı ile hemfikir olunmuyabilinir anlarım problem değil. düzgün dille eleştirilse saygıda duyarım. ancak ortada sunulan fikre karşı bir arguman yok ki! sadece kişisel sataşma var. ve bu ülkede sürekli olan, hatta köşe yazarlığı seviyesinde bile olan bir durum.
Siltarih kitaplarında korkaklara yer yoktur bizler devletin bekasını Kazım KARABEKİRDEN Fevzi ÇAKMAKTAN Mustafa KEMALDEN öğrendik diğerleri bizi ilgilendirmez vahdettin damat ferit bunlarda kaçmıştı çoluğunuz çocuğunuz nerde diyenlerde kaçtı o aptal dediğin kitle düşüncesindekiler sayesinde varsınız savaş olursa gerekirse savaşırız hatta böyle belirsizlik yerine savaş olsun temizlensin her gün ölmektense bir kere ölürüz
YanıtlaSilYaklaşım biçiminizi yanlış buldum.
YanıtlaSilDoğru tespitlerin olduğu bir yazı bence. İster Türk ister Kürt, insanların birbirlerine bu kadar düşman olmalarından zaman geçtikçe hep birileri nemalandı, zengin oldu. Katılıyorum.
YanıtlaSilGayet bilimsel bir dille anlatılan bu yazının profesyonelliğini son cümle "AKP ve MHP kitlesi neyse de, sıtmadan kaçmaya çalışırken ölüme açılan kapıda ucuz amelelik yapacak olan ulusalcı/Kemalist tabanın budalalığı, ileride tarih kitaplarında özel bölüm olarak işlenecek." biraz bozuyor ama bence. Bu değerlendirmeyi çok daha farklı bir dille ifade edebilecek birisiniz bence, o çizgiyi bozmayın benim temennim. İyi çalışmalar.
Sağduyu sahibi azınlık olarak biz karanlıktan aydınlığa çıkmanın yolunu arayıp sesimizi duyurmaya devam edelim en azından bunu birbirimize borçluyuz...
YanıtlaSilPeki,sen de şu yönden bak. Hiçbir devlet, herhangi bir grubun,kendi karasal sınırları içinde bağımsız bölge ilan etmesini oturup izlemez. Hele ki, bahsedilen bölgelere trilyonlarca yatırım yapılmış, bağımsızlığı için senelerce savaşılmışsa. Doğudaki batıya iç rahatlıyla gelip gezip tozarken, biz teröristler yolumuzu kesecek diye doğuya gitmeye çekiniyorsak, kimin daha haklı davası olduğunu bikere daha düşün. Teröristle tabiki pazarlık yapılmaz, bunu ezberlemene gerek yok, mantığını kullan, en basit mantıkla bak olaya. Her isteğini şiddetle, kanla kabul ettirmeye çalışan bir terörist kitle, her saldırıda her istediklerine eyvallah dersen, istekleri hiçbirzaman bitmez. Hiç kusura bakma da, ülkenin bölünmesini istemiyoruz, ha, bence şöyle birşey olabilir. Cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadarki tüm yatırımlarımızı, tüm masraflarımızı, kuruşu kuruşuna ayrılmak isteyen bölgeler öder, kaçak kullanılan elektrikler de dahil, yapılmış kamu yatırımları dahil, ondan sonra istedikleri yere gidebilirler. Mevcut yasalar teröristleri içeride tutmaya yetmiyor, sınırlar delik deşik elini kolunu sallayarak herkes girebiliyor, sadece Türkiye içindeki teröristler olsa bitirmek mümkün olabilir operasyonlarla, ancak durmadan terörist ithal ediyoruz. Taksimdeki bombacı "aranan" IŞİD üyesi çıktı, sorun da bu, aranan suçlular gerçekten aranmıyor. İhbar gelmeden polis pek uğraşmıyor, memur kafasındalar. Yasalar terör suçlarında gerçekten doğrudürüst işlese,stihbarat zaafiyetimiz olmasa ve sınır güvenliğimizi başta sağlayabilsek, teröristlerin tüketilebileceklerini düşünüyorum. Ki ben, terör suçuna karışıp silahlı örgüte katılan kişilerin vatandaşlıktan çıkarılmasından ve sınır dışı edilmesinden yanayım.
YanıtlaSilYazdığın yazı bilimsel bi mantıkla yazılmış olduğu idda edilmiş ama, bana oldukça düz mantık kullanılmış gibi geldi: 1-) Üst yöneticilerin çocukları çepheye giderse bu durumda sorunda ortadan kalkacak bu yazıya göre. Demogoji olmuş bu bildiğin. 2-) Markette çocuğu rehin alınan insana tüm sorumluluğu yüklemek nekadar doğru bi yaklaşım, üstelik bu benzetmede sürekli gerçekleşen bir tehlike iken bu, çözüm tamamen duygusal davranacak birine bırakılıyor, buda başka tür bi demogoji oldu. Başka bir deyişle PKK nın vermek istediği, biz acı çekersek size de çektiririz mesajının içten içe halka birde bu şekliyle yedirilmesi gibi olmuş 3-) Bu yazıyı yazan arkadaşımız kendini de ait gördüğü küçük ama zeki bir topluluğun dışında kalan, kemalist, ulusalcı, sosyal demokrat sağcı kim varsa zaten aklıyla hareket etmeyen bir topluluk olarak sınıflandırmış, sonra onların adına kendi kendine sorular sordurmuş, ve de gene onların anayacağı bir dilde cevaplamış. Ne diyim bu da sağlam bi bilimsel yaklaşıma benziyor. Yazının yarısı kendisi dışında kalanların ne derece zavallı bir grup olduğuna dair zaten.
YanıtlaSilBunların dışında bende yazı yazarken kendi argümanlarını kendi verileriyle değerlendirmesini başkasını katagorize etmemesini öneririm. Ayrıca PKK nın ezilenlerin oluşturduğu bir melekler ordusu değil de (neyseki terörist olduğunu kabul etmiş) giddikçe vahşileşen kaynak savaşlarında kendi halkı üzerinde oynanan oyunlara her zaman alet olmuş kirli bir mafya teror örgütü olduğunu hatırlatmak isterim. Aksi taktirde kürt şehirlerini bir çephaneliğe çevirip sivillerin arasında bir savaş başlatmazdı.
Tıpkı daha önce ülkenin bir din devletine doğru dönüştürüldüğünü bu yazıda aşağılanan kemalistlerce söylendiğinde onlarla dalga geçildiği ve bu günlerde lütfen yanıldıklarını kabul etmeleri gibi, veya (kendisi onlardanmıdır bilmem ama) yetmez ama evet kampayanlarındaki büyük rezillikleri gibi yanılgılarını hatırlatmak isterim. Ve bence bu konuda da yanılıyorsunuz. Bende bi genelleme yapacak olursam; geçmiş yanılgılarınız bugünkü yanılgılarınızın teminatıdır.
Sırf hükümet düşmanı olduğunuz için devlet düşmanlığı yapmayın.Muhalefet olun,karşı durun,dik durun ama teröristlere destek olmayın..
YanıtlaSil