ANA SAYFA

25 Şubat 2015 Çarşamba

İç Güvenlik Paketinin Tehlikesi

(Ekşi Sözlük'te yazdığım bir entry. Sözlükte büyük harf kullanılmadığından, burada düzenlemeden aynen yayınlıyorum)

bu entry'i özellikle apolitikler, "ben siyasete bulaşmam" diyenler, "dünya sikime minare götüme yaşarım ben hacı" rahatlığıyla takılanlar sonuna kadar ve sabırla okusun.

son zamanların modasıyla fon müzikli yazı okumayı seviyordunuz siz sanırım. bu da müziğiniz olsun (bunu daha sonra başka bir yerde daha kullanacağım): http://youtu.be/1HtCquBppTc

çok kişi durumun ciddiyetinin ve hassasiyetinin hâlâ tam olarak farkında değil. ne yazık ki siyasiler de sivil toplum kuruşları (stk) da medya mensupları da paketi eksik tarafından, büyük fotoğrafı görmeden, göremeden yorumlayıp anlatmaya çalışıyor. şu ana kadar anlatılan "bu paket yasalaşırsa türkiye bir polis devleti olacak. polis istediği zaman evinize girecek. evde boş bira şişesi bulsa sizi alıp götürecek" vb şeklinde. keşke sadece bununla kalacak olsaydı...

önce önümüzde duran manzaraya bakalım: 3 ay sonra bir seçim var. seçimden sonra da başkanlık sistemini getireceğini söyleyen bir cumhurbaşkanı.

bu ülkenin 12 yılda nereden nereye geldiği zaten ortada. taa 12 yıl önce yaptığımız uyarıları "eki eki eki... uçmuş bunlar" diye alaya alanlar, "aaa bugün de şeriat gelmedi" diye dalgaya vuranlar, bugün o uyarılarda anlatılanların gerçekliğini gayet net olarak görüyor. niçin "köprüden önce son çıkış" diye bas bas bağırdığımızı da anlatmaya çalışayım.

bu ülkede hukuk bitti! 17 aralık 2013 ihale ve rüşvet operasyonu sürecinde, türkiye cumhuriyeti'nde bir ilk yaşandı. devletin savcıları, bir şüphelinin gözaltına alınması emrini verdi polislere ve devletin polisleri, mevcut yasaları da hiçe sayarak savcının emrine uymayı reddetti! polisler, bilal erdoğan hakkında verilen gözaltı emrine uymadı. üzerine, emniyet teşkilatı, sağlı sollu tokat atılırcasına tarumar edildi; emniyet müdürleri ve polis memurları görevden alındı, sürgün edildi... aynı şekilde hakim ve savcılara da benzer bir operasyon uygulandı.

bakın bunun daha ötesi yok, bitti! o biten hukuğun ardından son birkaç haftada yaşananlara bakın. bir cumhurbaşkanı, ilk kez çıkıp bir siyasi partiye oy istedi bu ülkede! askeri darbe zamanlarında seçime gidilirken işaret edilen lider/parti oldu geçmişte ama sivil yönetim döneminde, cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşandı ve bir cumhurbaşkanı, bir siyasi parti için oy istedi. bakın, seçimlere henüz 3 ay var bu paket henüz yasalaşmadan oluyor bunlar.

şu saatlerde de tbmm'de devam etmekte olan iç güvenlik paketi oylamaları sırasında, tbmm'de alenen hukuksuzluk yaşanıyor. türkiye büyük millet meclisi'nde iç tüzük hiçe sayılarak iktidar partisinin hukuk dışı uygulamaları devam ediyor. hem de canlı yayında, hem de gözümüzün önünde oluyor tüm bunlar. üstelik bu paket henüz yasalaşmadan...

bu paket yasalaşırsa, sen sadece tesadüfen geçtiğin yere atılan biber gazından ötürü yüzünü kapattığın için ceza almayacaksın. bu kadar basit bile olmayacak. eldeki verileri ve öngörüleri birleştirerek bakalım bence tabloya.

"köprüden önce son çıkış" diyoruz ya, köprünün öte tarafında ne olduğunu görelim o zaman.

ilk önce, ot gibi yaşayanları hemen ilgilendirmeyecek kısımdan başlayalım. üç ay sonra seçim var. tayyip erdoğan, daha şimdiden başladı akp'ye oy istemeye. seçime bir ay kala parti genel başkanı gibi seçim otobüsünün üstüne çıkıp açık açık oy istemeyeceğinin garantisini kim verebilir? "hassiktir lan, uçma o kadar" mı dediniz? bunun olması durumunda, hangi hakimin, hangi savcının erdoğan hakkında ceza uygulayacağını, bir ceza kesilse bile hangi polisin o ceza gereği kendisine dokunabileceğini de söyleyebilir misiniz? bakın, daha şimdiden oy istiyor işte hepimizin gözü önünde. daha bunun uçması mı var? sen diyelim ki "aaa, n'oluyor lan" deyip protesto etmek için sokağa çıktın, basit bir yürüyüş yapacaksın. bu yasa çıktıktan sonra o yürüyüşte başına gelecekleri artık biliyorsun ama di mi? daha bugün söylenene bakın: (bkz: sokağa çıkmak demokratik hak değildir)

aslında bu bkz bile korkutucu bu haliyle. çünkü bu yasa geçtikten sonra seçim çalışmaları kapsamında sokağa çıkanlara bir şey yapılıp yapılmayacağı bile sorgulanabilir.

şu şartlar altında nasıl bir seçim bir yaşayacağımızı ben kestiremiyorum açıkçası. gerek parti çalışmalarına, gerekse seçim sandıklarına polisle müdahale edebilirler. çünkü paket maddeleri buna izin veriyor. parti çalışmasına katıldın ve yorgunluktan kola içtin diyelim ki. polis seni elindeki boş kola şişesinden ötürü alıp götürebilir, "molotof yapma ihtimali vardı" diyerek. üzerindeki kıyafet ve/ya herhangi bir aksesuar, bir terör örgütünün sembolünü "andırıyor" diye polis seni götürebilir. çünkü meclisten geçen maddeye göre hakim "evet, bence benziyor" dediği anda terör örgütü üyeliğinden hapistesin. evet evet, "bence" vurgulu "mmm.. bence benziyo valla" demesi yeterli hakimin. sadece giysin, kolyen, küpen, bilekliğin, anahtarlığın nedeniyle bile götürülebilirsin.

şu yukarıda bahsettiğim tablo, gayet yasalara uygun bir şekilde gerçekleşmiş olacak. kimse de bir şey yapamayacak... bu şekilde geçirilen bir seçimden sonra olacaklara bakalım bir de.

ot kardeşim, bundan sonrası seni de ilgilendiriyor.

bu paket geçti, ardından da başkanlık sistemi geldi. o ak-saray'ın neden yapıldığını söylememe gerek yok sanırım? bundan sonrası, rejimin bitmesi demek zaten. cumhuriyet rejiminin fiilen ve tamamen bitmesi...

hani sen sadece işten eve gidip gelen, en fazla kahvede okey oynamaya çıkan, günü genelde evde pc oyunu oynayarak geçiren, başörtüsü takmayan, namaz kılıp oruç tutmayan, akarı kokarı olmayıp kendi halinde takılan bir tipsin diyelim ki. memlekette fişlenmeyen kimse kalmadığını biliyorsun. sırf başın açık olduğu için sana uyuz olan akp'nin polisi, sen işten çıkıp eve gitmek üzere otobüs durağına doğru yürürken kolundan tutup meçhul bir yere götürebilir seni bu yasa sonrası. bak, hiç etliye sütlüye karışmayan insansın. başın açık ve akp'nin dinci polisi uyuz oldu sana. bu yeterli işte götürülmen için.

tek derdi, işten çıkıp iki bira alarak eve gidip içmek olan adamsın. aynı polis sana uyuz olmayacak mı sanıyorsun? alkol sattığı gerekçesiyle akp'li melih gökçek'in zabıtalarının esnaf dövdüğü memlekette yaşıyorsun. alkol almana uyuz oldu adam. elindeki bira şişeleri, sen marketten çıktığın anda o siyah poşetin içindeyken bile suç delili artık. bırak öyle evine girip boş şişe aramalarını falan.

yani dindar değilsiniz diye, başörtüsü takmıyorsunuz diye, iş yerinde namaza gitmiyorsunuz diye, kısacası akp tabanından olmadığınızdan çok belli diye; top sakalınızdan, uzun saçınızdan, mini eteğinizden, askılı bluzunuzdan ötürü akp polisinin hedefine girebilir ve terörist diye götürülebilirsiniz. gayet de yasalara uygun olur bu ve kimse de bir şey yapamaz.

daha olabilecekleri söyleyeyim mi? yine geçen seneki yerel seçim sürecini hatırlayın. twitter'a erişim engellenmişti hatırlanacağı üzere. tayyip erdoğan çıkıp ne dedi? "gerekirse twitter'ı da youtube'yi de kapatırız. kimse kusura bakmasın." kapatabilirler. hatta bu yasanın ardından geçilecek başkanlık sistemiyle birlikte twitter, youtube komple erişime engellenmekle kalmaz, fazlası bile olur. ne mi? ekşi sözlük! evet evet, şaka değil. islamcı tayfanın sözlüğe nasıl gıcık olduğunu, dinci basının burayı her fırsatta nasıl hedef gösterdiğini biliyorsunuz. kapatma bahanesi çok kolay: "dini değerlere hakaret." tayyip erdoğan'ı eleştiren bir başlık, bir entry olması yeterli. son günlerde artan, "cumhurbaşkanına hakaretten tutuklama" olaylarını bilmeyeniniz var mı? varsa, işte o haber; sözlük kapandığında protesto edebileceğinizi düşünmüyorsunuz artık herhalde?

sizin anlayacağınız, bu yasadan sonra en ot takılan kişilerin bile güvenliği kalmayacak. interneti falan da unutmaya başlayın yavaş yavaş.

çok açık ve net bir şey söyleyeceğim: bu yasa çıkarsa, imkanı olanlar hiç beklemeden terk etsin ülkeyi! şaka değil, ironi değil, abartı değil. yasanın ardından yaşanacak seçimle beraber her şey bitecek. tünelin ucundayız ve son sürat bir tren geliyor üzerimize doğru.

o yüzden herkes aklını başına alsın. saçma sapan işlerle uğraşmak yerine olanı biteni ve olacakları, anlatabildiği herkese anlatsın. sosyal medyada paylaşsın. bire bir konuşsun, söylesin. twitter'da bir arkadaşın tespiti gayet doğru çünkü: "sokağın nabzını bildiriyorum: iç güvenlik yasası mı? o ne? haaa, molotoflu kürt çocukları, tabii tıksınlar içeri. "

şu an bu olup bitenler karşısında türkiye halkının gevşekliği akıl almaz bir durumda. yapılan protesto gösterileri yeterli değil. hükumet de baktı ki kimsenin iplediği yok, rahat rahat takılıyor.

umarım durumun ciddiyetini bu kez yeterince ve herkes için anlatmışımdır.

önümüzdeki günlerde akp'nin hem ülkeyi hem sözlüğü trolleme çalışmalarını da görebiliriz. onları da yazmak niyetindeyim. tabİi o sürede götürülmezsem :)

konu şimdi kafasına dank etmiş olanlar için bir yazı önerim: https://eksisozluk.com/entry/49442186

17 Şubat 2015 Salı

Ekşi Yazarları ve Şiddet Kültürü

Toplumsal olaylarda memleketin topyekûn tırlatmasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Bu ülke insanının akıl ve ruh sağlığının tehlikeli boyutta olduğu da daha önce çok kez dile getirildi. Özgecan Aslan katliamıyla beraber iyice ayyuka çıkan bu toplumsal cinnet hali, artık parçası olmaktan iyice rahatsız olduğum Ekşi Sözlük'te de dehşet bir şekilde görülüyor. 


Bir olay karşısında herkesin aynı anlayış ve tepkiyle hareket etmesi beklenemez elbette. Farklı fikirler, farklı bakış açıları, farklı anlayışların olması kadar doğal bir durum olamaz. Ancak doğal olmayan, bu farklı düşünceye verilen tepkinin biçimi.


Önce Özgecan'ın katilleri için tüyler ürperten vahşet senaryoları yazıldı. Bir önceki yazımda bunu anlatmaya çalıştım.(1) Daha sonra dün, Özgecan'ın babası çıkıp bir açıklama yaparak, tüm topluma sevgi çağrısında bulundu. Sözlük yazarları kısa bir süre afalladı önce. Bunu beklemiyorlardı çünkü. Onlar, kendileri gibi linç sevdalısı bir çığlık, katliam hevesli bir baba görmek istiyordu. Bekledikleri tepkiyi bulamayınca da babanın samimiyetini sorgulamaya başladılar. Adamın şoktan çıkamadığı için bu açıklamayı yapmış olabileceği, hatta aldığı sakinleştiricinin etkisiyle o sözleri söylemiş olabileceği yazıldı. Başka türlüsünün mümkünü yoktu çünkü onlara göre. Bu konuda bir şeyler daha yazdım ama yayınlamaktan vazgeçip kenara kaydettim. Şunlar yazılıydı;


anlamıyorsunuz değil mi? anlayamıyorsunuz. siz günlerdir "kan isterük", "kelle isterük" diye bağırırken, evladı katledilmiş bir babanın sevgiden bahsetmesini, "onlar da zulüm görmesin" demesini anlayamıyorsunuz. sizi anlayabiliyorum. hissiyatınızı anlayamıyorum tabi de, zihniyetinizi anlıyorum. size göre bu adam ya tehditle korkutulmuş olmalı ya şoktan çıkamamış ya da sakinleştiricinin etkisinde... başka türlü bir yaşam, başka türlü bir düşünce, başka türlü bir inanç tahayyül edemiyorsunuz çünkü. oysa bu dünyada herkes sizin gibi kanla beslenmiyor. herkes linç çığlıkları atmıyor. sizi anlıyorum, çünkü tanıyorum. şu sözlükte "rezalet" başlıkları altında mağdur olan insanları bile linç etmeden duramayışınızdan anlıyorum. 
siz bilmiyorsunuz ama, bu dünyada kan görmeden yaşayabilen insanlar da var. bu dünyada nefretin nefretle çözülemeyeceğini bilen, sevgi olmadan hiçbir yere varılamayacağını çok iyi bilen insanlar da var. siz, bunun mümkün olacağına inanmadığınız için, herkes sizin gibi kan içici diye düşündüğünüz için inanmıyor ve samimi bulmuyorsunuz adamı. 
sizin içinizde potansiyel bir katil olması, içinizde bir canavar yaşıyor olması, herkesin sizin gibi olduğu anlamına gelmiyor. adam sizler gibi kan istemiyor işte, bunu neden anlamak istemiyorsunuz?

Ardından Suphi Altındöken'in annesi Naciye Tan bir açıklama yaptı. O da "oğlumu asıııınnn" diye bağırmadığı için sözlük yazarlarının hışmından nasibini aldı. İş bununla da kalmadı, Suphi Altındöken'in 2 yaşındaki (bazı kaynaklarda 4) çocuğu konu edilmeye başlandı. Sözlük yazarlarına göre bu çocuğun genlerinde potansiyel bir katil bulunuyor ve bu nedenle ileride cinayet işlemeye çok elverişli. Dolayısıyla bu çocuk gözetim altına alınmalıydı. Dehşete düşürücü değil mi? Kesinlikle... Bunun üzerine bir entry yazdım sözlükte.(2) 

Bunların dışında yine sözlükte dönen çok sayıda tartışma arasından iki tanesi dikkatimi çekti. Biri, "aracımıza binen kadın namusumuzdur" başlığı, diğeri "filli boya" başlığı. İlk başlıkta, bir minibüs şoförünün aracına astığı yazı tartışılıyor. Bir grup yazıyı eleştirirken, diğer grup yerinde veya masumane görüyor. Diğer başlıkta da Filli Boya tarafından Özgecan için televizyona verilen reklamın tartışması sürüyor. Her iki tartışmada da eleştirilere karşı çıkanlarca kullanılan dil aynı ve tartışma üslubu "bazı orospu çocukları", "ekşici piçler", "amın oğlu", "amına kodumun çocuğu" gibi ana avrat dümdüz gidecek şekilde. Hatta öyle hırslılar ki, entry oylama butonunda "çok kötü" seçeneğine tıklamak kesmediğinden, monitöre çıkıp o butonun üstünde hırsla zıplamak istediklerini tahmin ediyorum. Böyle bir öfke, böyle bir nefret, böyle bir şiddet kültürü örneği az bulunur. Yeni bir tavır veya salt Özgecan konusuyla ilintili bir tutum değil bu tabi ki. Hemen hemen her başlıkta bu tavır zaten uzunca bir zamandır hâkim ama burada hem kadınlara yönelik duyarlılık taslayıp hem de en ufak bir anlaşmazlıkta eril bir dille kadın üzerinden taarruza geçiliyor olması mide bulandırıcı. Örneğin Filli Boya'nın reklamını savunup "farkındalık" oluşturduğunu iddia ederken "be amın oğlu", "ulan orospu çocuğu" gibi ifadeler kullanan bir erkeğin, kadına yönelik şiddet konusunda gerçekten duyarlı olduğunu söylemek mümkün mü?

Buraya kadar anlattıklarım, daha önce de gerek kendim gerekse başkaları tarafından zaman zaman parçalar halinde belirtilen şeyler. Şimdi bunu bir adım daha öteye taşımak gerek.

İçleri bu kadar nefret, bu kadar şiddet, bu kadar linç arzusuyla dolu, sürekli olarak nefret ve şiddet dilini kullanan yazarların sevgisiz bir çocukluk geçirdiğini görmek hiç zor değil. Ebeveynlerinden yeterli ilgi ve sevgiyi görmemiş, yetişkinliğinde de belki toplum içinde ya ciddiye alınmayan ya sürekli itilip kakılan, yani bir şekilde sevgi eksikliği taşıyan yazarların bu tahammülsüz halleri, gelecek nesiller açısından özellikle endişelendiriyor beni. Çünkü kendileri yeterli sevgi görmeden büyümüş kişilerin bugün gündelik hayatlarında kullandıkları bu nefret ve şiddet dili, varsa şimdiki çocuklarına ya da ileride doğacak çocuklarına etki edecek. Tıpkı kendileri gibi sevgisiz ve şiddet dilini kullanan çocuklar yetiştirecekler veya yetiştiriyorlar. Bu çocukların da gelecekte tıpkı Suphi Altındöken gibi toplum açısından potansiyel tehlike olacakları gün gibi aşikâr. Zira Suphi'nin annesinin açıklamaları dikkatle dinlenirse, çocuğunun sevgisiz bir ortamda ve sürekli şiddete tanıklık ederek büyüdüğünü anlattığı görülür. Tıpkı bugün o eril dille küfrederek kadına şiddeti eleştirdiğini sanıp aklınca duyarlılık taslayan yazarlar gibi, tıpkı sürekli olarak şiddet dilini kullanarak şiddeti meşrulaştıran yazarlar gibi...

Bu kitle, iyi kötü üniversite eğitimi almış veya almakta olan, yalapşap okuyup çalakalem yazan bir kesim. Bir de ülkenin geri kalanı düşünüldüğünde, gelecekte Türkiye'yi nasıl ciddi bir tehlikenin beklediği daha da net anlaşılır sanıyorum. 
  


14 Şubat 2015 Cumartesi

Özgecan Aslan ve Türkiye'nin Bilinçaltı



Türkiye, dünden beri Özgecan Aslan cinayetini konuşuyor. Yirmi yaşındaki üniversite öğrencisi genç kadının önce tecavüz edilip ardından öldürülmesi ve yakılması, ülkede tam anlamıyla infial yarattı. Gerek yaygın basında gerekse sosyal medyada, Özgecan Aslan'a dair haberler ve yorumlar paylaşılıyor. Özellikle Facebook ve Twitter paylaşımlarında en sık görülen yorum, idamın geri getirilmesi yönünde. Bu konuyla ilgili düşüncelerimi gündüz Ekşi Sözlük'te yazmıştım. (1)

Bu yaşanan olay, aslında bu toplumun hemen her ferdinin içinde potansiyel bir katil bulunduğunu gösterdi bizlere. Suçlulara uygulanması istenen ceza yöntemlerini okuyunca kanım dondu! Facebook, Twitter ve Ekşi Sözlük'te yüzlerce örneği görülebilecek ceza talepleri arasından, özellikle dikkatimi çeken Ekşi Sözlük entry'lerinden sadece birkaçını aşağıda sunuyorum:


ENTRY: "önce tek tek tırnakları sökülerek, ardından her parmakları tek tek kesilip, yok yok, önce kezzaplanıp, sonra tek yek kesilip, ardından gözleri önünde yakılıp. sonrasında, önce elleri ve ayakları bileklerden, sonra kolları ve bacakları diz ve dirseklerden kıtır kıtır kesilerek, gövdelerine ulaşana kadar budanması. son olarak da, penisleri köklerinden kesilerek, öylece bırakılması gerekmektedir. tüm bu işlem, 1 dakika gibi bir sürede yapılmalı ki, her anı hatırlayacak kadar ayık ve canlı kalabilsinler. öldürmeden ama, öldürmeden ve anestezisiz bir şekilde, bu halleriyle yaşatılmaları gerekir."


ENTRY: "filmlerde falan olur ya hani, karısı yaparlar böyle tecavüzcü orospu çocuklarını, ondan beter yapsınlar bunları. kucaktan inmesinler. her gün bir parmaklarını yaksınlar bunların. hergün havlu tıkayıp ağızlarına, kova kova su döksünler. öldürmeden, kendi boğazlarını kesecekleri güne kadar tecavüz edip işkence etsinler. yo dostum, böyle şerefsiz kansızlara, ölüm kurtuluş olur. uzun uzun, ağır ağır işkence etsinler bunlara."


ENTRY:  "1- aşil tendonlarının kesilmesi. bir daha yürüyememeli ki benzer bir olaya adım atamamalı.

2- el parmaklarının tek tek kerpetenle kökünden kesilmesi.
3- avuç içlerine beton çivisi ile delik açılması. üstteki 2. madde ile bütünlük oluşturuyorlar. bu ikisi yapılmalı ki bir daha kimseye dokunamamalılar. bu üçünü toplarsak intihar etmelerini de engellemiş oluruz. öyle yağma yok. ölüp kurtulamazsın hemen.
4- dilin kesilmesi. kesilecek ki bir damla suya muhtaç olduğunu kimselere diyemesin.
5- kastrasyon. yapılmalı ki bir daha sadece işemeden işemeye kullansın.
6- bu madde özellikle tecavüz suçluları için. burnun kesilmesi. bu damga bir ömür duracak ki yüzünde, herkes ne bok olduğunu bilsin."

ENTRY: "bu yaratıkların hepsine tek tek defalarca tecavüz edeceksin, tecavüz silsilesi bittikten sonra cinsel organlarını keseceksin, sonra onları yavaş yavaş yakarak öldüreceksin. biraz yakacaksın, sonra söndüreceksin. biraz bekleyip tekrar yakacaksın. ölümleri organlarının iflas etmesinden değil çektikleri acıdan olacak."


ENTRY:  "ibreti alem için önce yaralayıp sonra yakacaksın."


ENTRY: "salacaksın bu orospu çocuklarını meydana. vücutları lime lime olana kadar, şekilsiz et parçalarına kadar dönene kadar icabına bakacak halk. televizyonlar yayınlayacak."


ENTRY: "elime silah verseler ve deselerki 5 saniyeligine adam oldurmek suc sayilmayacak. ilk 3 saniyesini ucunun kafasina tek kursun sıkarak geri kalan 2 saniyesini de ustlerine tukurerek geciririm."


ENTRY: "bunu yapan orospu çocuklarına idam ödüldür. götlerine benzin döküp ateşleyerek yanmalarını izlemekten yemin ederim zevk alırdım."


Bunlar, sadece 10 dakikalık basit bir taramanın ardından seçtiklerim. "11 şubat 2015 özgecan aslan cinayeti" başlığı altına şu dakikaya dek girilen 860 entry arasında bunlar gibi çok sayıda ve çok daha korkunç örnekler var. 


Bunları yazanlar belki ailemizden biri, belki en yakın arkadaşımız, belki mesai arkadaşımız, belki sınıf arkadaşımız, belki her gün bir şekilde iletişim kurduğumuz insanlar. Bireylerin içindeki potansiyel katilin, potansiyel işkencecinin farkında mısınız? Yani her gün yanlarında güvenle yalnız kaldığımız, oturup yemek yediğimiz, bir şeyler içip sohbet ettiğimiz insanlar, içlerinde çok tehlikeli bir cani taşıyorlar ve en küçük kıvılcım, onları Özgecan Aslan'ın katillerinden çok daha vahşi ve merhametsiz davranmaya yöneltebilir. Bu istemler, "Aman canım, gerçekten yapacaklarından değil. Öfkeyle söylenmiş sözler" şeklinde geçiştirilebilecek şeyler değil. İnsanların bilinçaltlarında yatan potansiyel katil bir yana, bir insana yönelik işkence yöntemlerinde ne derece vahşileşebileceklerini, zihinlerinin bu konuda nasıl çalışabildiğini görüyoruz açıkça. 


Farkında mısınız bilmiyorum ama, hepimiz potansiyel katillerimizin arasında güven içinde yaşıyoruz. "Yok canım, o hayatta yapmaz öyle bir şey" diyeceğimiz insanların hemen yanı başında duruyoruz. 


Türkiye, dünden beri bilinçaltını kusuyor farkında olmayarak ve bu bilinçaltı, çok korkutucu bir gerçekle yüzleştirdi bizleri: Bu toplumun çok çok büyük bir bölümü potansiyel sapık ve katil!


Konuyla ilgili bir başka entry'im: https://eksisozluk.com/entry/49167430


13 Şubat 2015 Cuma

Sokak Eylemleri

Yıllardır türlü çeşitli protesto gösterilerine, yürüyüşlere, mitinglere katılırım. Hiç değişmeyen manzara şudur: Biz elimizi kolumuzu sallaya sallaya keklik gibi gideriz alana. Tam teçhizatlı polisler gelir, jopla, biber gazıyla, tazyikli suyla saldırır kitleye. Sonra biz yine aynı hıyarlıkla, hiçbir korunma önlemi almadan, yine elimizi kolumuzu sallaya sallaya gideriz ve yine dayak yiyip geri döneriz. Bu, yıllardır hiç değişmedi. İlk kez nasıl olduysa Gezi zamanında gaz maskesi takmayı akıl etti insanlar. Onu da bizim 40 yılın eylemci solcuları değil, ilk kez eyleme katılan apolitik "yeni yetme" 90 kuşağı düşündü. Yoksa biz ne güzel salak gibi gazı, biberi, dayağı yiyip dönüyorduk eve.

Her eylemde aynı dayağı aynı savunmasızlıkla yiyip bir sonraki eyleme aynı dayağı aynı savunmasızlıkla yemek amacıyla koştura koştura gitmek için ne kadar bir zeka geriliği gerektiği tahmin edilebilir sanıyorum. Bunun iki nedeni olabilir bana göre: 1) Her eylemde kafamıza aldığımız darbeler sonunda bizde ciddi bir oranda zeka geriliği oluştu. Beyin hücrelerimiz kalıcı olarak zarar gördü. 2) Dayak arsızı olup çıktık. İyice mazoşiste bağladık, o dayağı yemeden rahat edemiyoruz. Cem Yılmaz'ın söylediği gibi "Ardinal, bir hormon! Dayağa karşı isteği arttırıyor."


Özellikle televizyondan izlerken nasıl hıyar bir görüntüye neden olduğumuzu tek fark eden ben değilimdir sanıyorum. 10 tane polis, 100-150 kişiyi önüne katıp kovalıyor, yakaladığına ağız burun dalıp indiriyor yere. O kitle de bir kez olsun "Lan biz onlardan daha kalabalığız. Biz neden kaçıyoruz ki?" demiyor Allah rızası için.


İstediğimiz elbette ki şiddet değil. Tabii ki hiç kimsenin burnu bile kanamasın istiyoruz. Ama bunu sadece bir tarafın istemesi bir anlam ifade etmediği gibi, herhangi bir kazanıma da neden olmuyor. Özellikle son yıllarda artan hukuksuz gözaltılar, orantısız şiddet (ki bu gerzekçe tanımı da dilimize ve bilinçaltımıza oturttular. Şiddetin orantılısı ne ki? Sadece yürüyüş yapan insanlara saldırmak, vurmak, hangi oranda kabul edilebilir? Niye kabul ediliyor ki bu şiddet, "orantısız" olunca kızıyoruz sadece?) ve gerek yargının gerekse kolluk kuvvetlerinin her türlü hukuksuz uygulaması karşısında ya hiçbir şey yapmıyor ya da sadece sokaklarda iki tur atıp iki slogan patlatmakla yetiniyoruz. Ki bu da hiçbir şey yapmıyor olmakla eşdeğer.


Örneğin bugün, 13 Şubat 2015 tarihinde yaşanan hukuk dışı gözaltılar, protestoculara uygulanan aşırı derecede şiddet, bir kez daha kendini gösterdi. Birileri, hukuku hiçe sayarak yığınla insanı gözaltına alıyor, çok daha fazlasını dövüyor ve bizler sadece akşam saatlerinde "Onur Kılıç yalnız değildir" sloganları atıp basın açıklaması yapmakla yetiniyoruz. Ne geçti elimize? Neyi değiştirdik? Ne elde ettik? Biz öyle toplanıp bağırınca, yaptığından mı utanacak polis? Pişman olup serbest mi bırakacaklar tutuklananları? Hayır. Biz öyle keklik gibi yürüyünce, onlar için yeni idman tahtaları olmaktan daha öteye gidemiyoruz. "Onlar kesmediyse biraz da bizi dövün" der gibi, elimizi kolumuzu sallaya sallaya gidiyoruz yürüyüşlere.


Artık bu salaklığa son verip, gerçekten somut şeyler elde edeceğimiz bir şeyler yapmamız gerektiğini konuşmamız gerek. Polis, canının istediği gibi dövüyor, sakat bırakıyor, hatta öldürüyor bizleri. Hiçbir hukukî geçerliliği olmayan gözaltılarla hapsediyor. Peki, biz neden arkadaşlarımızı "almaya" gitmiyoruz? Neden üstümüze saldırılacağını bile bile kendimizi koruyacak, hatta nefs-i müdafaa yapacak şekilde hazırlıklar yapmıyoruz? Eğer ki polis, hiçbir yasal gerekçesi olmadan insanları alıp karakola götürebiliyorsa, o sokaklarda toplanan kalabalık da o karakollara gidip o insanları geri alabilmeli. Çünkü bugün ülkenin geldiği nokta artık tam anlamıyla bir polis devletidir ve bizler, bu açık faşizme izin veriyoruz sustukça. Sokaklarda çıplak bir şekilde açık av olmaktan vazgeçmek için bir parça zeka bile yeterli oysa. Polisin gelip bizi kafasına göre öldürmesini beklemekten vazgeçmek için, biraz zeka yeterli. Bu aptal yürüyüşlerle hiçbir şey elde edemeyiz, edemiyoruz. Biz çıkıp "Onur Kılıç serbest bırakılsın" diye bağırdığımız zaman serbest bırakılmayacak. Bunu görüp anlamak için ortalama bir zeka kâfi. Öyleyse? Öyleyse şartları eşitleyeceğiz ve bizi keklik gibi avlayamayacaklarını göstereceğiz. Hiç kimseyi kafalarına göre sorgusuz sualsiz alıp götüremeyeceklerini, bunun o kadar da kolay olmayacağını bilecekler!


O kadar insan öldürüldü, sakat bırakıldı, dayak yiyenin haddi hesabı yok ve bizim bu pasifist tutumumuz, onların giderek artan bir şiddetle bize saldırmalarından başka hiçbir işe yaramıyor. Eğer öyle olacaksa, evde oturup evlilik programlarını veya tarz yarışmalarını izlemek daha mantıklı. En azından boku bokuna ölmekten, sakat kalmaktan, dayak yemekten ve tutuklanmaktan kurtulmuş oluruz. Gezide ölenler ve sakat kalanlar, öldüğü ve sakatlandıklarıyla kaldılar çünkü.


Ben bu salaklığa daha fazla ortak olmak istemiyorum.