Ara Güler’in, Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını çektikten sonra Ekşi
Sözlük’te süren tartışmalar üzerine yazdığım, ancak sonra sözlük’ten sildiğim “ara
güler” başlığındaki entry.
Savunusu çok kötü bir şekilde yapılıyor bu adamın.
Savunanların tezlerine kısaca baktım;
* Adam işini yapıyor.
* Mehmet Ali Birand da Apo ile görüştü.
* Adam, Salvador Dali gibi sanatçılarla arkadaştı.
* İşi bu. Hitler'i de çekebilirdi.
* Siz kimsiniz? Bu adamın eserleri yıllar sonrasına da kalacak.
Bu tezler arasında birbiriyle ilintili o kadar ilginç bağlantılar, kara delikler var ki...
Ara Güler, daha önce de defalarca belirtildiği gibi, kendisine sanatçı denmesinden hoşlanmayan, kendini foto muhabiri olarak tanımlayan biri. Muhabir, yani haber yapan. Tıpkı gazeteci gibi. Mehmet Ali Birand gibi tıpkı... Fotoğrafçılık ve gazetecilik, büyük oranda benzer birbirine. Her ikisi de, gerçeği bütünüyle değiştirebilmek ve mevcut gerçeklik yerine yeni bir yalanı gerçekmiş gibi gösterebilmek gücüne sahiptir. Hani klasik bir örnek vardır ya; bıçakla ekmek de kesebilirsin, insan da öldürebilirsin. Kullandığın amaca göre yararlı da olabilir, zararlı da. Fotoğrafçılık ve gazetecilik de, tıpkı bir bıçak gibidir; onu kullanış şekline ve amacına göre iyiliği ve kötülüğü değişebilir, bu nedenle de çok çok tehlikelidir.
Fotoğraf, hiçbir zaman gerçeği anlatmaz. Fotoğrafçı neyi, ne kadar göstermek istiyorsa onu gösterir. Bu bakımdan, tarihe tanıklık ettiği de her zaman doğru değildir. Örneğin her tarafı çöplerle dolu bir sokağın çöpsüz olan çok küçük bir parçasını çekerseniz ve bu fotoğraf yüz yıl sonraya kalırsa, yaptığınız işin adı tarihe tanıklık etmek olmaz. Tam tersine, tarihi çarpıtmış olursunuz bir yalanla. Kadrajın arkasından yoksulluk akarken salt zenginliği çektiğinizde, bir gerçeklikten söz etmiş olmazsınız. Tarihe tanıklık etmek için, olanı, olduğu gibi ve doğallığına hiç müdahale etmeden görüntülemek, yazmak zorundasınız. Fotoğrafını çekeceğiniz kişinin kravatını düzelttiğiniz anda dahi, gerçeklikle oynamış ve yeni bir algı oluşturmuş olursunuz.
Gazetecilik, bir gerçeği tüm çıplaklığıyla aktarmak olduğu gibi, bir propaganda aracına da dönüşebilir. Doğrudur, imkânım olsa ben de Abdullah Öcalan'la, Hitler’le vs görüşmek, röportaj yapmak isterdim. Bu röportaj; hazırlanan soruların niteliğine ve röportajın sunumuna göre çok farklı sonuçlar verir. Yaptığınız röportajın sonunda Öcalan’ı dünyanın en iyi kalpli insanı olarak da gösterebilirsiniz, yeryüzüne gelmiş en kötü kişi olarak da. Yani burada işinizin gazetecilik olmasından ziyade, onu ne amaçla ve neyi hedefleyerek kullandığınız önem kazanıyor.
"Adam işini yapıyor" mantığından yola çıkarsak, Ahmet Hakan'ı da eleştirmememiz gerekir, Ertuğrul Özkök'ü de. Sonuçta onlar işini yapıyor. Bir gazeteci olarak Erdoğan'ı yazıyor, çiziyor, anlatıyorlar. Onlara tepki gösterenlerin Ara Güler'i savunması tuhaf geliyor bana. Nasıl ki bir gazeteci, elindeki araçları kullanarak bir lideri olduğundan daha iyi gösterebilir ve toplum nezdinde sempati duyulmasını sağlayabilirse (ya da en azından bu amaç için uğraşabilirse), bir fotoğrafçı da aynı şekilde çektiği fotoğraflarla sanal bir gerçeklik yaratabilir, illüzyonlarla algı oluşturabilir.
Ara Güler'in işi ne? Fotoğraf çekmek. Yirmi yaşında ve amiri tarafından görevlendirildiği için mecburen herkesin fotoğraflarını çekmek zorunda olan birinden söz etmiyoruz. Canı istemezse, sevmediği kimselerin fotoğrafını gayet de çekmeyebilen biri söz konusu burada. Yani Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmek gibi bir mecburiyeti yok; tamamen tercih.
Fotoğrafçılık, eskiden gerçekten de daha önemli bir işti. Çünkü fotoğraf makineleri bu kadar yaygın değildi, fotoğraf çekebilecek pek az insan vardı. Ressamlar olmasaydı örneğin, yüz yıllar öncesinde yaşamış liderlerin neye benzediğini bilemeyecektik. Fotoğraf, bu konuda biraz daha gerçekçi bir araç oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk lideri Mustafa Kemal’in fotoğraflanması önemliydi. Bunun için siyasi görüş, sevip sevmemek gibi kıstaslar pek geçerli olamaz, o dönemdeki fotoğraf olanakları düşünüldüğünde. Eğer o dönem küçük bir çocuk değil de fotoğraf çekmeye başlamış bir yetişkin olsaydı Ara Güler, Mustafa Kemal’in fotoğraflarını çekmiş olması çok büyük bir önem taşırdı. Çünkü ülkenin liderinin görüntülerini bugüne aktarabilme olanağı çok çok kısıtlıydı. Aynı şeyleri Adnan Menderes için de söyleyebilirim. Olanaklar görece daha gelişmiş olsa da, bir ülkenin başbakanının gelecek kuşaklara aktarılması aynı şekilde önemli olurdu. Peki, bugün bir liderin görüntülenmesi için Ara Güler'e özellikle gereksinim mi vardır? Cep telefonuyla bile görüntü kaydedilebilen bir dönemden bahsediyoruz. Elbette Ara Güler gibi ustanın işini cep telefonuyla çekilmiş saçma sapan bir şeyle kıyaslayacak kadar dangalak değilim. Olanakların genişliğini ve bu işi yapabilecek usta fotoğrafçı sayısının çokluğunu anlatabilmek için verdim bu örneği. Dolayısıyla, burada da bir iş konusundan söz etmek çok doğru gelmiyor bana. Kişisel tercihidir, kendi arşivi için bile isteyebilir (ki buna da kimse bir şey söyleyemez), ancak zorunlu bir iş gibi düşünmek, sanırım çok doğru olmaz.
Gelelim bu fotoğrafların içeriğine ve kullanılış amacına... Fotoğrafın gayet bir propaganda malzemesi olarak kullanılabileceğini anlattım. Burada üzerinde durduğum konu, Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmiş olması değil; bu fotoğrafların içeriğinin ne olduğu. Daha önce paylaşılmış olan bir fotoğrafı örnek göstermek istiyorum;
Yüz yıl sonrasına tanıklık edecek fotoğraf bu işte. Cin Ali serisini bile okuduğu şüpheli olan birini kütüphanede kitap karıştırırken çekerek, üstelik de bunu doğal biçimde değil, tamamen mizansen oluşturarak mı tanıklık edeceksiniz tarihe? "Adamın işi" dediğiniz şey bu mu?
Şuradaki fotoğraflarına bir bakın örneğin; http://www.araguler.com.tr/istanbul.html
* Adam işini yapıyor.
* Mehmet Ali Birand da Apo ile görüştü.
* Adam, Salvador Dali gibi sanatçılarla arkadaştı.
* İşi bu. Hitler'i de çekebilirdi.
* Siz kimsiniz? Bu adamın eserleri yıllar sonrasına da kalacak.
Bu tezler arasında birbiriyle ilintili o kadar ilginç bağlantılar, kara delikler var ki...
Ara Güler, daha önce de defalarca belirtildiği gibi, kendisine sanatçı denmesinden hoşlanmayan, kendini foto muhabiri olarak tanımlayan biri. Muhabir, yani haber yapan. Tıpkı gazeteci gibi. Mehmet Ali Birand gibi tıpkı... Fotoğrafçılık ve gazetecilik, büyük oranda benzer birbirine. Her ikisi de, gerçeği bütünüyle değiştirebilmek ve mevcut gerçeklik yerine yeni bir yalanı gerçekmiş gibi gösterebilmek gücüne sahiptir. Hani klasik bir örnek vardır ya; bıçakla ekmek de kesebilirsin, insan da öldürebilirsin. Kullandığın amaca göre yararlı da olabilir, zararlı da. Fotoğrafçılık ve gazetecilik de, tıpkı bir bıçak gibidir; onu kullanış şekline ve amacına göre iyiliği ve kötülüğü değişebilir, bu nedenle de çok çok tehlikelidir.
Fotoğraf, hiçbir zaman gerçeği anlatmaz. Fotoğrafçı neyi, ne kadar göstermek istiyorsa onu gösterir. Bu bakımdan, tarihe tanıklık ettiği de her zaman doğru değildir. Örneğin her tarafı çöplerle dolu bir sokağın çöpsüz olan çok küçük bir parçasını çekerseniz ve bu fotoğraf yüz yıl sonraya kalırsa, yaptığınız işin adı tarihe tanıklık etmek olmaz. Tam tersine, tarihi çarpıtmış olursunuz bir yalanla. Kadrajın arkasından yoksulluk akarken salt zenginliği çektiğinizde, bir gerçeklikten söz etmiş olmazsınız. Tarihe tanıklık etmek için, olanı, olduğu gibi ve doğallığına hiç müdahale etmeden görüntülemek, yazmak zorundasınız. Fotoğrafını çekeceğiniz kişinin kravatını düzelttiğiniz anda dahi, gerçeklikle oynamış ve yeni bir algı oluşturmuş olursunuz.
Gazetecilik, bir gerçeği tüm çıplaklığıyla aktarmak olduğu gibi, bir propaganda aracına da dönüşebilir. Doğrudur, imkânım olsa ben de Abdullah Öcalan'la, Hitler’le vs görüşmek, röportaj yapmak isterdim. Bu röportaj; hazırlanan soruların niteliğine ve röportajın sunumuna göre çok farklı sonuçlar verir. Yaptığınız röportajın sonunda Öcalan’ı dünyanın en iyi kalpli insanı olarak da gösterebilirsiniz, yeryüzüne gelmiş en kötü kişi olarak da. Yani burada işinizin gazetecilik olmasından ziyade, onu ne amaçla ve neyi hedefleyerek kullandığınız önem kazanıyor.
"Adam işini yapıyor" mantığından yola çıkarsak, Ahmet Hakan'ı da eleştirmememiz gerekir, Ertuğrul Özkök'ü de. Sonuçta onlar işini yapıyor. Bir gazeteci olarak Erdoğan'ı yazıyor, çiziyor, anlatıyorlar. Onlara tepki gösterenlerin Ara Güler'i savunması tuhaf geliyor bana. Nasıl ki bir gazeteci, elindeki araçları kullanarak bir lideri olduğundan daha iyi gösterebilir ve toplum nezdinde sempati duyulmasını sağlayabilirse (ya da en azından bu amaç için uğraşabilirse), bir fotoğrafçı da aynı şekilde çektiği fotoğraflarla sanal bir gerçeklik yaratabilir, illüzyonlarla algı oluşturabilir.
Ara Güler'in işi ne? Fotoğraf çekmek. Yirmi yaşında ve amiri tarafından görevlendirildiği için mecburen herkesin fotoğraflarını çekmek zorunda olan birinden söz etmiyoruz. Canı istemezse, sevmediği kimselerin fotoğrafını gayet de çekmeyebilen biri söz konusu burada. Yani Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmek gibi bir mecburiyeti yok; tamamen tercih.
Fotoğrafçılık, eskiden gerçekten de daha önemli bir işti. Çünkü fotoğraf makineleri bu kadar yaygın değildi, fotoğraf çekebilecek pek az insan vardı. Ressamlar olmasaydı örneğin, yüz yıllar öncesinde yaşamış liderlerin neye benzediğini bilemeyecektik. Fotoğraf, bu konuda biraz daha gerçekçi bir araç oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk lideri Mustafa Kemal’in fotoğraflanması önemliydi. Bunun için siyasi görüş, sevip sevmemek gibi kıstaslar pek geçerli olamaz, o dönemdeki fotoğraf olanakları düşünüldüğünde. Eğer o dönem küçük bir çocuk değil de fotoğraf çekmeye başlamış bir yetişkin olsaydı Ara Güler, Mustafa Kemal’in fotoğraflarını çekmiş olması çok büyük bir önem taşırdı. Çünkü ülkenin liderinin görüntülerini bugüne aktarabilme olanağı çok çok kısıtlıydı. Aynı şeyleri Adnan Menderes için de söyleyebilirim. Olanaklar görece daha gelişmiş olsa da, bir ülkenin başbakanının gelecek kuşaklara aktarılması aynı şekilde önemli olurdu. Peki, bugün bir liderin görüntülenmesi için Ara Güler'e özellikle gereksinim mi vardır? Cep telefonuyla bile görüntü kaydedilebilen bir dönemden bahsediyoruz. Elbette Ara Güler gibi ustanın işini cep telefonuyla çekilmiş saçma sapan bir şeyle kıyaslayacak kadar dangalak değilim. Olanakların genişliğini ve bu işi yapabilecek usta fotoğrafçı sayısının çokluğunu anlatabilmek için verdim bu örneği. Dolayısıyla, burada da bir iş konusundan söz etmek çok doğru gelmiyor bana. Kişisel tercihidir, kendi arşivi için bile isteyebilir (ki buna da kimse bir şey söyleyemez), ancak zorunlu bir iş gibi düşünmek, sanırım çok doğru olmaz.
Gelelim bu fotoğrafların içeriğine ve kullanılış amacına... Fotoğrafın gayet bir propaganda malzemesi olarak kullanılabileceğini anlattım. Burada üzerinde durduğum konu, Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmiş olması değil; bu fotoğrafların içeriğinin ne olduğu. Daha önce paylaşılmış olan bir fotoğrafı örnek göstermek istiyorum;
Yüz yıl sonrasına tanıklık edecek fotoğraf bu işte. Cin Ali serisini bile okuduğu şüpheli olan birini kütüphanede kitap karıştırırken çekerek, üstelik de bunu doğal biçimde değil, tamamen mizansen oluşturarak mı tanıklık edeceksiniz tarihe? "Adamın işi" dediğiniz şey bu mu?
Şuradaki fotoğraflarına bir bakın örneğin; http://www.araguler.com.tr/istanbul.html
Bu fotoğraflar mı tanıklık eder tarihe, Erdoğan’ın
kütüphanede kitap karıştırıyormuş gibi yaptığı mizansen mi? Üstelik yıllar önce
verdiği bir röportajda, poz veren insanların fotoğraflarını çekmeyi
sevmediğini, hayatı doğal akışında görüntülemeyi istediğini söyleyen bir Ara Güler
çekiyor bu Erdoğan fotoğraflarını. Haa, elbette ünlüler portfolyosunda gayet
poz vermiş kişiler var ama, onlarda bile bu denli oynanmamıştır sanıyorum
algıyla.
İşte kendisine yönelik tepkilerin sebebi de, Erdoğan’ın fotoğrafını çekmiş olmasından ziyade, onun propagandasını yapmış, bu propagandaya aracı olmuş olması. Üstelik Erdoğan’ın iftar davetine katılan sanatçılar grubundan daha ciddi bir durum bu. Erdoğan karşıtları neden tepki gösterdi mesela Erdoğan’ın iftarına, davetine, eğlencesine giden isimlere? Diktatörün yanında oldukları için. Erdoğan, herhangi bir lider değil. Süleyman Demirel’den, Bülent Ecevit’ten çok farklı özelliklere sahip, toplumu bıçak gibi ikiye bölmüş ve toplumun yarısı tarafından diktatör olarak tanımlanan bir lider. Bu liderin yanında yer alanlara; Ali İsmail'leri, Berkin Elvan'ları hatırlatıp tepki koymak neyse, Ara Güler'e tepki göstermek de tam olarak odur.
Bu bakımdan, Salvador Dali ile olan arkadaşlığının referans gösterilmesi de ilginç olmuş işte. Bana göre dâhilikle uzak yakın ilgisi olmayan, dâhi taklidi yaparak parsayı toplamış, yaratıcı hayal gücüyle yeteneğini birleştirmiş, ama paragöz bir şarlatandır Dali. İspanya İç Savaşı'nda tarafsız kalmayı tercih eden bu Katalan ressam, İkinci Dünya Savaşı'nda da Fransa’yı terk etmiş, Orwell tarafından "Bir fare gibi kaçmakla" eleştirilmiş, savaş sonrası döndüğü Katalonya'da da faşist Franco rejimine tam anlamıyla destek vermiştir. Franco gibi faşist bir diktatörün idam kararlarını bile tebrik edebilmiş biridir Dali. Bu tavırlarından dolayı döneminin sürrealist sanatçıları tarafından dışlanan Dali referans gösteriliyor işte, "Ara Güler bu adamla arkadaştı" diye.
Zamanında Dali'nin Franco için yaptığını, bugün Ara Güler, Erdoğan için yapıyor. Olay, salt fotoğraf çekmek değil. Erdoğan’ın diktatörlüğünü olumluyor, hatta neredeyse güzelliyor.
Herkes istediği tarafta durabilir. Nasıl ki Ertuğrul Özkök, Yavuz Bingöl vs isimler Erdoğan’ın yanında duruyorsa, Ara Güler de tercihini bu yönde kullanabilir. Bu durumda, keskin bir şekilde ikiye ayrılmış ülkenin tarafları olarak, biz de diktatörün yanında kalmayı tercih edenlere tepkimizi ve tavrımızı koyabiliriz.
İşte kendisine yönelik tepkilerin sebebi de, Erdoğan’ın fotoğrafını çekmiş olmasından ziyade, onun propagandasını yapmış, bu propagandaya aracı olmuş olması. Üstelik Erdoğan’ın iftar davetine katılan sanatçılar grubundan daha ciddi bir durum bu. Erdoğan karşıtları neden tepki gösterdi mesela Erdoğan’ın iftarına, davetine, eğlencesine giden isimlere? Diktatörün yanında oldukları için. Erdoğan, herhangi bir lider değil. Süleyman Demirel’den, Bülent Ecevit’ten çok farklı özelliklere sahip, toplumu bıçak gibi ikiye bölmüş ve toplumun yarısı tarafından diktatör olarak tanımlanan bir lider. Bu liderin yanında yer alanlara; Ali İsmail'leri, Berkin Elvan'ları hatırlatıp tepki koymak neyse, Ara Güler'e tepki göstermek de tam olarak odur.
Bu bakımdan, Salvador Dali ile olan arkadaşlığının referans gösterilmesi de ilginç olmuş işte. Bana göre dâhilikle uzak yakın ilgisi olmayan, dâhi taklidi yaparak parsayı toplamış, yaratıcı hayal gücüyle yeteneğini birleştirmiş, ama paragöz bir şarlatandır Dali. İspanya İç Savaşı'nda tarafsız kalmayı tercih eden bu Katalan ressam, İkinci Dünya Savaşı'nda da Fransa’yı terk etmiş, Orwell tarafından "Bir fare gibi kaçmakla" eleştirilmiş, savaş sonrası döndüğü Katalonya'da da faşist Franco rejimine tam anlamıyla destek vermiştir. Franco gibi faşist bir diktatörün idam kararlarını bile tebrik edebilmiş biridir Dali. Bu tavırlarından dolayı döneminin sürrealist sanatçıları tarafından dışlanan Dali referans gösteriliyor işte, "Ara Güler bu adamla arkadaştı" diye.
Zamanında Dali'nin Franco için yaptığını, bugün Ara Güler, Erdoğan için yapıyor. Olay, salt fotoğraf çekmek değil. Erdoğan’ın diktatörlüğünü olumluyor, hatta neredeyse güzelliyor.
Herkes istediği tarafta durabilir. Nasıl ki Ertuğrul Özkök, Yavuz Bingöl vs isimler Erdoğan’ın yanında duruyorsa, Ara Güler de tercihini bu yönde kullanabilir. Bu durumda, keskin bir şekilde ikiye ayrılmış ülkenin tarafları olarak, biz de diktatörün yanında kalmayı tercih edenlere tepkimizi ve tavrımızı koyabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder