ANA SAYFA

13 Ocak 2016 Çarşamba

Bu Ülkenin Ekmeğini Yiyip Suyunu İçen İnsan

Devletin ekmeği
Bilumum siyasi tartışmada hemen öne sürülen bir model olduklarından "Bu ülkenin" kalıbı daha bir önem arz etmektedir. Şu yaşıma geldim (38'in sonları)(*), henüz tanışıp da sohbet etme olanağı, karşılıklı çay içme imkânı bulamadım kendisiyle. Godot gibi bir şey; oyunun başından beri ismi geçiyor, kendisini bilen, tanıyan, gören yok.

Kendisini ilk kez duyduğumda liseye gidiyordum. "Bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içiyor," gibisinden bahsedilince, bir sevinçle koşmuştum eve okul çıkışı. Apartman kapısında babamla karşılaştık.

- Nereye baba?

+ Su faturasını ödemeye. Gene bi’ ton para gelmiş.

- Aa, dur dur, gitme. Biz boşuna para veriyormuşuz. Bugün okulda söylediler.

Adam bir an heyecanlandı, yeni yasa falan çıktı diye. Anlattım durumu. Yüzüme baktııııı baktııı.... Hani şu Kibar Feyzo filminde "Deliğin içinde ne var?" sorusunu "Poh var!" şeklinde yanıtlayan çocuğun kafasına vuran adam tonlamasıyla yanıtladı beni;

- De sehtir ula!

Akabinde fırına gidip bedava ekmek almaya yeltenmedim tabii ki. Babam gerekli mesajı vermişti.

Bu ülkede parasını vermeden hangi hizmetten yararlandığımı düşündüm hep. Yediğim yemeğin parasını ben veriyorum, içtiğim suyun parasını veriyorum. Hem de öyle maliyetine falan değil ha, basbayağı kâr ettirerek veriyorum. Su faturasını inceledim. Salt suyun kendi parası da değil; katılım bedeli, kanalizasyon bedeli, hat döşeme bedeli vs şekilde suyun bana gelmesi için döşenen borunun parasını da veriyorum, o boruyu döşeyen işçinin parasını bile veriyorum.

"Seni bu devlet okutuyor," demişlerdi bana yıllarca. Okul kıyafetlerimi alan babam, kitabımı, defterimi, kalemimi alan babam. Beden dersinde oynayacağımız topun parasını veren babam. Cam kırılsa parasını veren babam. Parasını vermesem karnemi alamıyorum. Ama nasıl oluyorsa okutan babam değil de devlet oluyor. Demek ki herkes hakikaten beleşe getiriyor bu işleri, bir tek babam keriz gibi para harcıyor.

Muhtara giderim, "Bakın olm valla bile TC vatandaşıyım" diyebileceğim kâğıdı almaya, parasını veririm. "Aha burada oturuyorum" belgemi almak için yine para veriyorum. O yetmez, nüfus müdürünün verdiği cüzdanı noterden onaylatmam istenir, Ona ayrı para. Bu ülkede yaşadığımı, oturduğumu, ben olduğumu ispatlamam için bile para veriyorum.

"Ödediğiniz vergiler size yol, su, elektrik olarak geri dönecek" dendi bize senelerce. Deli gibi vergimizi verdik. Ancak yolun, suyun, elektriğin parasını ilaveten, hem de yatırım masraflarıyla beraber ödedim, ödüyorum. Aa, sonra bir baktık ki, ödediğimiz her kuruş vergi, bize yol-suz-luk olarak geri dönmeye başladı.

Lan ben her hizmetin parasını zaten her şeyiyle ödüyorsam vergilerim nereye gidiyor? Yok, vergilerimle bu işler dönüyorsa bu paraları ayrıca niye ödüyorum?

Bir dönem tepem attı. Lan madem bu devlet bana ekmeğimi, suyumu falan veriyor, mal gibi niye çalışıyorum ki deyip çıktım işten. Kaymakama gidip durumu anlattım. Kaymakam dediğin, devletin ta kendisi. "Ben bir süre evde oturucam. Bu süre zarfında devletin ekmeğini, suyunu, peynirini, zeytini, patatesini, bi paket cıgarasını, zahmet olmazsa hafta sonları birasını istiyorum. Adresim şu" dedim. Şerefsizim iki mahalle kovaladılar beni. Gene olgun adammış kaymakam, "Getirin şu meczubu" diyerek iki polis yolladı kapıma. Polis gözetiminde Kaymakam Bey'in makamına gittim. Devletin koltuğuna bedavadan oturttu. Çay söyledi. Devletin çayı ha, yanlış anlaşılmasın. Hayatımda ilk defa devletin suyunu içtim beleşe, onda da saf su değil. "İşsizlik sigortası" diye bir şey varmış meğersem. Devlet, bu gibi durumlarda vatandaşını mağdur etmezmiş. Çalışmadığı zaman, geçinebileceği kadar bir para verirmiş vatandaşa. E tamam aga, bağlatalım işte. Benim şimdiye kadar sigortalı olarak çalıştığım zama... bi dakka bi dakka. Ne sigortası? Benim sigortam yok ki? O zaman olmazmış. Niye lan? Sigortalı olarak görünmem lazımmış ki, devlet benim maaşımdan bana sormadan benim adıma kesinti yapıp, yine benim adıma tasarruf yapabilsinmiş. E, benim paramla bana artistlik yapmak bu? Ben çalışmışım, o parayı biriktirmişim, daha doğrusu benim adıma sen biriktirmişsin benim maaşımın bir kısmını, işsiz kaldığımda da benim paramı benim önüme koyarak "Al hadi al köfte, gözün insanlık görsün mına kodumun fakiri" diyorsun. Ben de kendi param için sana teşekkür ediyorum. Devletin çayını içip çıktım oradan.

Bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen insan ben değilim, orayı anladık. Babam hiç değildi. Üç çocuk okutacağım diye karda kışta inşaatta çalışırken, babaanneme oldu olan. Sağa sola dönüp bakıyorum, herkes kendi ekmeğinin kavgasında... Peki kim olm bu çalışmadan, parasını vermeden bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen insan? Lan parasını verdikten sonra Fransa'dan da getiririm ben o ekmeği, başka ülkenin ekmeğini de yiyebilirim. Parasıyla değil mi?

Arkadaş, her kimse bu, Allah rızası için çıkıp "Benim amına koyim" desin. O küfrü bana etmesin tabii, sikerim tahtasını da, çıkıp tanıtsın kendisini işte. Bu adamla/kadınla oturup çay içmek istiyorum ben. Bu işin hikmetine benim aklım ermedi zira, anlatıversin bi'zahmet nasıl olduğunu.


(29 Ekim 2014 - Ekşi Sözlük)


(*) Entry'i yazdığım tarihteki yaşım oydu, entry'i değiştirmemek için bu kısmı da aynı tuttum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder