Türkiye'deki en samimiyetsiz söylem hangisi diye sorsalar,
ilk sırada bu konuyu gösteririm sanıyorum.
Çok iddialı bir çıkış olacak belki ama, kadın hakları savunucusu görünen
erkeklerin çoook büyük kısmı, belki %90'ı, hatta belki %95'i bu konuda
samimiyetsiz ve ikiyüzlü. Bu konuyu gerçek anlamda içselleştirerek yaşam biçimi
haline getirmiş erkeklerin sayısı, belki bir elin parmaklarını geçmez.
Biz masa başında mangalda kül bırakmadan konuşmayı, klavye başında aslan
kesilip yardırmayı seven bir toplumuz. Kadın hakları konusunda sağ görüşlü
erkeklerin zaten bir taahhüdü olmadığı için onları konu dışı bırakıyorum. Ama
sol cenahın erkekleri bu konuda sapır sapır dökülüyor işin aslı. Konuşurken hepsi
aslan maşallah; yazarken hepsi duyarlı. Hani kadın olsam, oracıkta öpesim gelir bu duyarlılık ve incelik karşısında. Öyle süslü kelimeler, öyle yılmaz
bir savunuculuk... Oysa hayat pratiği hiç öyle değil.
Özellikle bu konuda en çok atıp tutan sosyalist/devrimci gruptan başlayalım. 8 Mart etkinliklerine müzisyen olarak katılırım çoğunlukla. Salon silme kadınla
dolu olur doğal olarak. Sahne arası sigara içmek için dışarı çıktım bir gün. Oha! Dışarısı, kadınlar tuvaleti önü gibi. İçerideki kadından daha fazla erkek
var kapı önünde. ÖDP'li bir abimizle konuşuyoruz. N'aber nasılsın faslında
verdiği cevap çok ilginç: "N'olsun işte. Hanımı getirdik etkinliğe, 1-2
slogan atsınlar." Bu ne lan? Bu nasıl bir mantık? Yengeyi de tanıyorum. Aslında hiç öyle siyasi bir birikimi, altyapısı falan da yok. İlkokul mezunu,
standart bir ev hanımı. Eve gittiğinde yine kocasının yemeğini hazırlayıp
çamaşırını yıkayacak. Abimiz zaten o ilişkiden hoşnut. Dışarıdaki adamlara ve
içerideki kadınlara baktım. Büyük çoğu, eşlerini kendi getirmiş, Etkinlik
sonrası da kendi götürecek eve ve kadınlar yine kendilerine yüklenen ev
işleriyle uğraşmaya devam edecek. Yani bir kadın, Kadınlar Günü etkinliğine
bile tek başına gidip gelemiyor da kocasının izin verdiği sınırlarda ve onun
himayesinde gerçekleştiriyor bu aktiviteyi. Bir parantez açalım ama burada,
haksızlık da olmasın. Uzak yerlerden gelenler var örneğin etkinliğe ve etkinlik
de akşam saatlerinde yapılıyor. Ulaşım sorunu, kadının araba kullanmayı
bilmemesi, saat itibarıyla belki güvenlik kaygısı gibi nedenlerle erkeklerin
eşlerini getirmesi normal. Bu, anlaşılabilir bir şey -ki, akşam belli bir saat
sonrası kız arkadaşlarım için ben de benzer bir korumacı tutum içine girerim. Benim eleştirdiğim şey, olaya bakış ve yaklaşımla ilgili. Aradaki farkın
anlaşılabildiğini umuyorum. Kapadık parantezi.
Eğitim Sen'e giderim sık sık. Sosyalist öğretmenlerden oluşan eğitimci
sendikası malum. Sendikanın bir lokali var. Bildiğiniz Sivaslılar kıraathanesi
gibi lokal. Erkekler ya okey oynuyor, ya iskambil, ya da içki masasında sohbet.
arada genç ve bekar kadın öğretmenler gelir, 1-2 bira içer. Eşleriyle beraber
gelen 2-3 öğretmen var bir de. Diğerleri? Diğerlerinin de eşleri çoğunlukla
öğretmen. Gündüz birlikte çalışıyorlar. Akşam olduğu zaman kadınlar ev işi ve
çocukla ilgilenirken, erkekler lokalde keyif yapıyor. Ama konusu açılsa, hepsi Duygu Asena'dan daha feminist!
Ev işleri ve çocuk demişken... Sözcüklere çok takılan ve sözcükleri çok
önemseyen bir insanım. Çünkü insan sözcüklerle düşünür ve düşündüklerini
sözcüklerle anlatır. Dolayısıyla bir insanın kullandığı sözcükler, aslında onun
bilinçaltını da gösterir. Bu ev işleri konusunda da kullanılan sözcüğe,
sözcüklere çok dikkat ederim. Kadın erkek eşitliği konusu açıldığında, çoğu
erkekten "Aaa tabiİ canım, ben evde eşime mutlaka yardım ederim"
sözünü duyarız. Şimdi... Kadınla erkek arasında iş bölümü yapılmıştır, erkek
çalışacaktır ve kadın da ev işlerinden sorumlu olacaktır, buna bir şey diyemem. Böyle bir durumda erkeğin zaten ev işine yardımcı olmak gibi bir misyonu
yoktur, yapmak zorunda olmadığı halde yapıyordur, kendi seçimidir vesaire... Kadın ve erkeğin çalıştığı bir ilişkiyi değerlendiriyorum. Karı koca birlikte
çalışıyorlar. Erkeğin ev içindeki durumu sorulduğunda, "Ben evde de eşime
yardımcı oluyorum" diyor erkek. Hatta kadın da destekliyor bazen;
"Yok canım, şimdi Allah için evde yardım ediyor." Fiile dikkat
ettiniz mi? Yardım etmek. Kime yardım edilir? Asli işini yapmakla yükümlü olan
birine, işini hafifletmek için yardım edilir. Yani kendisi gibi gündüz çalışan
kadına akşam da ev işinde yardım ettiğini söyleyen bir erkek, "Aslında bu
işler onun işi ama ben de ucundan tutarak lütufta bulunuyorum" diyor
bilinçaltında. Yani kadına yüklediği bir görev var erkeğin, bilinçaltında öyle eşitlik
meşitlik de tanımıyor, ama lütufkâr bir edayla "Al da gözün insanlık
görsün" diyerek bir nevi jest yapmış oluyor. Yani bu yardım etmek fiiliyle
aslında bir iyilik yaptığını vurgulayarak, kadını durduk yere borçlu
hissettirip kendisine minnettar olmasını sağlıyor. Evet, bence de iğrenç bir
bilinçaltı...
Geçen yerel seçim dönemi. HDP'nin bir ilçedeki seçim çalışmasını yürüten bir
arkadaşın dükkânında sohbet ediyoruz. Akşam saatleri. Eş başkanlık sistemini,
kadın adaylara verdikleri önemi, erkek egemen anlayışın yıkılması gerektiğini
anlatıyor arkadaş. Telefon geldi. Eşi arıyor. Ne yemek yapılacağını soruyor
hanım, "Ne istersin, ne pişireyim?" biçimli. Arkadaş sayıyor bir
şeyler, kapatıyor telefonu. Yemek saati geliyor, biz de dükkânı kapatıp
çıkacağız birazdan. Sordum;
- Eşin çalışıyor mu?
+ Evet. O da yeni gelmiş işten. Yemek hazırlayacak. Ben de çıkayım, Birkaç bir
şey alıp yardım etmem lazım.
- Kaç yıllık evlisin?
+ Dört.
- Dört yılda bir kez bile, "Eşim eve gelmek üzeredir. Gideyim de yemeği
yetiştireyim" diye bir şey geçti mi aklından?
O an bir mavi ekran verdi arkadaş. Devam ettim:
- Hiç, "Bugün ne yemek yapsam?" gibi bir kaygın oldu mu çalışırken?
Gülmeye başladı. Hani suçüstü yakalanan veya bir ayıbı ortaya çıkan
insanda pişkince ama bir o kadar da mahcup bir gülüş, daha doğrusu bir sırıtış
olur ya, aynen öyle sırıttı. Düşünüp kendini sorgulamaya başladı.
Bu çok iyi bir testtir bir erkeğin kadına ve kadın haklarına, kadın erkek
eşitliğine bakışı konusunda. Yardım etmek fiilini falan da geçin. Karı koca
çalışılan bir evlilikte eğer eve gidip yemeği bir an önce hazırlamak,
yetiştirmek kaygısı sadece kadının kafasında varsa, erkek sakın ola ki eşitlik
mücahidi kesilmesin boş yere. Yok, erkeklerin kafasında yemek, bulaşık,
çamaşır, temizlik, ev işine dair "Eşim işten gelmeden ben
yapmalıyım", "Aman oyalanmadan eve gideyim, hanım gelir birazdan,
yemeği yetiştireyim" gibi bir kaygı yok! Bu olmadığı sürece de masa başı
atıp tutmaları, klavyede süslü cümleler kurmaları tamamen göstermelik
davranmaktan ve aslında içten içe kadınları etkileme çabasından daha fazla bir
anlam ifade etmiyor.
Yani hamaset yaparken gayet başarılıyız erkek olarak ama anlattıklarımızı
içselleştirip yaşama biçimi haline getirmediğimiz de bir gerçek. Nitekim
bilinçaltlarında yatan erkek egemen anlayış, bir süre sonra ilişki içinde
kadını bastırmak, sözlü ve/ya fiziki şiddet olarak çıkıyor ortaya.
Velhasıl; kadına yönelik şiddete karşı çıkmakla, "Kadına el kaldırılır mı
ulan" demekle, mutfakta kadın yemek yaparken salata hazırlıyor olmayı
marifet saymakla olmuyor o eşitlik anlayışı. Ferhan Şensoy, çevrecilik
konusundan bahsederken şöyle der: "Türkler, arabanın camından yola bira
şişesi atmamayı çevrecilik sanıyor. Atmanın bir ayılık olduğunun bilincinde
değiller." Hah işte, özellikle bizim ülkedeki erkeklerin durumu da tam
olarak böyle.
Yok mu peki bunu gerçekten, ama gerçekten içselleştirerek yaşam biçimi haline
getirmeyi başarmış erkekler? Bir elin parmakları kadar işte, daha fazla değil. Geri kalan çoook büyük çoğunluk, büyük bir samimiyetsizlik içinde.
Ne kadar bilinçli, ne kadar farkında ve ne kadar aydın bir adamım, di mi? Evet,
ben de kadın olsam, bunları okuyunca bana hayran olurdum muhtemelen. Hiç öyle
değil be güzelim. Benim, bu anlattığım belki %90'lık, 95'lik erkek kitlesinden
tek farkım, olsa olsa aynı samimiyetsizliğe dahil olmayışım olabilir. Evet, o
bilinçaltına da indim, kendimle de yüzleştim, yazdıklarımın hepsini
içselleştirmeye de çalıştım ama... ama'sı var işte. Onu yıkabilmek, yıllar içinde
oluşmuş o bilinci komple söküp atabilmek kolay değil. Ki ben bir de daha
avantajlıydım bu konuda. Üç kardeşin tek ve en büyük erkeğiyim. Annem hiçbir
zaman erkek egemen bir anlayışla yetiştirmedi beni. Yani kız kardeşlerime,
"Abin su istiyor, kalk su getir" denmedi bizim evde. Tam tersine, "Kalk
kendi suyunu kendin al" dendi. İki kız kardeşimin üzerinde de öyle abi
hakimiyeti kurmadım; "Şunu giyemezsin, oraya gidemezsin" gibisinden
bir ilişki olmadı aramızda. Yani bizimkiler, böyle bir şeyi desteklemedikleri
gibi, asla da izin vermediler. Ama buna rağmen, özellikle ergenlik dönemimde,
yine de erkek üstün anlayış mekanizması harekete geçti bende; özellikle de bir
küçüğüme karşı. Bunu yıllarca çok düşünmüşümdür, neden diye. Aslında gayet
doğalmış. Dedem, babaannem, anneannem (ki onların da ilk torunuyum ve baba
tarafındaki tek erkeğim) aşırı pohpohlamışlardı beni çocukken. Ek olarak
dedemin babaanneme yaklaşımı, hatta bana kardeşlerim üzerinde hakimiyet kurmama
izin vermeyen babamın anneme olan yaklaşımı ve çocukluğumdan beri bunları
izleyişim, üstüne bir de toplumsal roller falan derken, o baskın anlayışın daha
çocuklukta oturmuş olması hiç şaşırtıcı değil.
Bunca farkındalığıma (ulan bu sözcükten de nefret ediyorum ya neyse...) rağmen
hâlâ ve hâlâ bilinçaltımda ev işlerinin aslında kadında olduğunu, biz her şeyi
yukarıda anlattığım şekilde paylaşsak bile bu yaptığımın kadın tarafından bir
lütuf olarak algılanmasını istediğimi de farkettim. Bunu yok etmek için de epey
bir uğraştım, uğraşıyorum. Sonuç konusunda henüz bir şey söyleyemiyorum.
Bunun böyle olmasında kadınların da büyük payı var elbette. Örneğin
arkadaşlarla evde toplanırız, kadınlı erkekli 10-15 kişi oluruz. Ben gitar
çalacağım için zaten "Üstat sen otur, senin işin ayrı" denilerek bir
iş yaptırılmaz bana ama, genel tablo şu şekilde olur: Masa hazırlanacak di mi? Kızlar kalkar hemen ayağa, erkeklere "Siz karışmayın, biz iki dakikada
hallederiz" derler. Erkekler genelde masada kalır, birisi mangalla
ilgilenir, kızlar masa hazırlar. Çocukluğumdan beri nefret ettiğim tablonun tam
içinde bulurum kendimi böylelikle. Bizimkiler akrabalarla toplanıyor diyelim. Erkekler balkonda rakı masasına oturur, kadınlar sürekli mutfakta bir şeyler
hazırlayıp masaya servis yapar, biz çocuklar da ya salonda takılırız, ya evin
önünde oynarız. Kadınlar, o işlerle uğraşırken ayaküstü sohbet eder, arada
boşluk kalırsa salonda otururlar. Balkondan bağırır biri, "Ayşeeee, buz
bitti." Ayşe Teyze, biten buzu yeniler. Az sonra başka bir ses,
"Fatmaaaa, şu tabağı alsana." Fatma Teyze o tabağı alıp temiz tabak
bırakır yerine. Nefret ettim bundan. Hep, "Büyüdüğümde asla böyle
olmiicam. Karılarımız da bizimle beraber oturup yiyecek, içecek. Buzumu da gidip
kendim alıcam" derdim. E, şimdi biz niyetleniyoruz işin ucundan tutmaya,
kızlar zorla oturtuyor bizi masaya. Ben şimdi o bilinçaltını nasıl
temizleyeceğim sorması ayıp?
Sevgililerim genelde hamarat, mutfak işlerinde gayet başarılı, epey hünerli
kadınlardı. Yemek yapılacak evde, ben de işe girişeceğim, hemen uyarı,
"Dur, sen karışma. Ben hallederim hızlı hızlı. Otur sen, sohbet ederiz bir
yandan." İtiraz edecek olursam, "İyi bari, sen tabakları falan götür. Yardım etmiş olursun" cevabı. Bir de bunun üstüne iltifat alıyorum,
"Çok düşünceli, ince bir adamsın" şeklinde. Böylelikle aslında
lütufta bulunduğum fikri iyice yerleşiyor bende. Bu şekilde üst üste üç
sevgiliden sonra dördüncü sevgilide bu kez ben bir işe el sürmeyince kavga
çıkıyor. Neden o yemek hazırlarken ben oturup onu seyrediyormuşum? Ulan
vicdansızlar, bir karar verin de ne bok yiyeceğimizi bilelim! Ailesiyle kalan
sevgilim olur, evime gelir, ille bir yeri temizler. Kızım bırak, yapma şunu. Ama salon dağınıkmış, odamın silinmesi gerekiyormuş. Ya bırak işte, ben
yapıyorum. Hiç olur muymuş.... Lisedeyken annemle kavga ederdim böyle.
- Yaa anne, odamı niye topladın?
+ E, dağınıktı evladım.
- E bırak, dağınıksa ben toplarım.
+ Üç gün oldu toplamıyorsun ama.
- Anne, güzel annem... Üç gün toplamam, beş gün toplamam ama altıncı gün
toplamak zorunda kalırım. Sen her gün gelip topladığın için ben toplayamıyorum
zaten. Bırak, alışayım şuna. İyi bir şey yapmıyorsun bana.
Annem önce tamam der, üç gün sonra yine aynı. Böylelikle, işlerimin bir kadın
tarafından yapılmasına iyice alışıyorum. Alıştım da zaten. Sevgililer de öyle
sağ olsunlar.
Demem o ki, erkeğin bu bilincinin oluşmasına en büyük katkıyı kadınlar sunuyor. Erkeklerse hiç bunlarla yüzleşmeden, gayet süslü cümlelerle nasıl eşitlikçi
olduklarını anlatmaya çalışıyor kadınlara. E, samimiyetsizlik bu, ikiyüzlülük.
Heeeeee, kadınlar... Şimdi bir de gelelim size. Okurken "Oh! Ne güzel de
sıçtı erkeklerin ağzına bıraktı" falan dediyseniz, ikiyüzlülük konusunda
erkeklerden baha beter bir yerde olduğunuzu söylemem gerek size de.
Erkeğin üstün olduğunu başından kabullenen, ev işleri vs gibi işlerin kadının
görevi olduğunu kabullenmiş ve bu şekilde yaşayan kadınlara bir şey
söylemiyorum. Onlar gerçekten tutarlı yaşıyor. Lafım, kadın erkek eşitliğini
savunan, "Ev işleri kadının görevi değildir" diyen, kadına bu tür
misyonlar yüklenmesine karşı çıkıp hayatın müşterek yaşanması gerektiğini söyleyen
tiplere...
Basit bir örnek: Evliyiz, karı koca birlikte çalışıyoruz. (Yaa kızım misal
veriyoruz burada. Evli falan değilim. Lan durduk yere kısmeti kapatıp dükkânın
bereketini kaçırmayalım). Bir arabamız var, karı koca birlikte kullanıyoruz. Arabanın kadında olduğu bir gün telefon gelir;
- Aşkım yaaa... Bu sileceklerin suyu bitmiş.
+ E dolduruver bi'zahmet?
- Ben anlamam ki.
+ Kullanmayı biliyon ama?
- İyi de, bunlar erkek işi!
Efendim? İşitmedim? Heeee, bunlar erkek işi... Akşam evde konuşuruz erkek
işini. Anca o kontağı çalıştır, sür götür. Bir günden bir güne kaputu açmak
yok, arabanın yağını suyunu kontrol etmek yok, periyodik bakımını yaptırmak
yok, arabada bir bok olacak olsa, "E ama aşkım, bunlar erkek işi!" O zaman ben tv karşısında gazetemi okuyup masanın hazırlanmasını beklerim aşkım;
o da kadın işi!
Hayat müşterektir, deyip bütün ev işlerine sizi eşit şekilde ortak eden kadın,
bir akşam çemkirir salonda;
- Yaa, mutfaktaki musluk su damlatıyor. Baksana şuna.
+ Sen niye bakmıyorsun?
- İyi de, o erkek işi.
+ Hayat müşterektir aşkım. Ben de gündüz senin gibi canım çıkana kadar
çalışıyorum. Alet dolabını aç, boru anahtarı var orada. Kolay gelsin tatlım.
Başka bir gün evin bozulan prizleri için usta çağırmak gereklidir. Hayatın
müşterek olduğunu söyleyen karınız arar sizi;
- Bi elektrikçi bulsana. Şu prizleri yapsın.
+ Sen niye bulmuyorsun?
- Ama bu erkek işi!
+ Hayır şekerim, erkek işi diye bir şey yok. Bu, tamamen toplumsal baskılarla
oluşturulmuş bir bilinç. Her birimize biçilmiş roller var ve bu rolleri
oynamamız isteniyor. Oysa biz ne yapıyoruz? Bu köhneleşmiş kalıpları
reddediyoruz. Bir erkek de pekâlâ ev işleri yapabildiği gibi, bir kadın da aynı
şekilde erkek işi diye şartlandırılmış işlerin üstesinden başarıyla gelebilir. İnternete girip bizim eve en yakın elektrikçiyi arayarak başlayabilirsin bu iç
devrimine. Hadi bakiim hayatım, kolay gelsin!
Hele öyle "Ay sen de bir şey söylesene yaaa... Bir de erkek olcek!"
kezbanlığına falan hiç girmiyorum bile. Bu kadar ilkel bir dili kullanan
kadından zaten uzak durmak gerekir.
Anlayacağınız, kadınıyla erkeğiyle hep beraber dökülüyoruz bu kadın erkek
eşitliği konusunda. Bizlerin tam ve gerçek anlamda o bilinç düzeyine ulaşması
için birkaç yüz yıl daha geçmesi gerekiyor.
Ulan ya da bunlarla hiç uğraşmayıp mağarada kalsaydık zamanında, acaba daha mı
iyiydi? Görev bölüşümü ve işin tanımı belliydi en azından!
Ekleme: kadınların
ikiyüzlülüğünü sayarken önemli bir maddeyi yazmayı unutmuşum: Alışveriş! Kadındaki eğilim genelde şu yönde: alır eline kağıdı kalemi, bir alışveriş
listesi hazırlar, tutuşturur erkeğin eline, "Sen şunları al gel." Neden? Prensesimiz yorulmayacak çünkü, eşya taşımakla uğraşmayacak. Bunlar
erkek işi. Ben o mutfak alışverişine tek başıma gittim mi? Gittim. İş bölümü
gereği de mutfaktaki işler aynen ellerinden öper bitanem.
Feminist geçinen kadınlardaki asıl yaklaşım da şu: Erkeği, ev işlerinin bütününe
tamamen ortak bir şekilde dahil etmek, ama kendisini yoracak, zorlayacak
işlerden kaçarak bu angaryaları erkeğin üstüne yıkmak. Oldu canım. bulursan
getir, beraber öpelim.
(1 Şubat 2015 - Ekşi Sözlük)