Özellikle Ekşi
Sözlük’te hem Alevi, hem de ateist kimliğimle beni
tanıyanların zaman zaman dile getirdiği sorulardan biridir bu. Büyük bir kısmı
da, pot kırmamak veya bir Sünni olarak yanlış anlaşılmamak vs benzer
kaygılarla, merak ettiği halde soramaz: “Hem ateist, hem de Alevi nasıl
olunur? Dini olmayan birinin mezhebi nasıl oluyor?”
Konuya salt bu
açıdan bakılınca, yerden göğe kadar haklı bir soru ve doğru bir yaklaşım. Öyle
ya, inançsız olduğum halde Alevi kimliğimden neden vazgeçmiyorum?
Aslında bu
durum salt şahsımla sınırlı değil. Benim gibi Alevi bir aileye mensup olup
inançsız olan birçok arkadaşım da tıpkı yine benim gibi Alevi kimliklerini
reddetmiyorlar. Alevi inancının hiçbir ibadetini, hiçbir dini ritüelini yerine
getirmiyorlar ama o Alevi kimliğini de atmıyorlar üzerlerinden. Peki ama neden?
Aslında bunun
birçok nedeni var. Kendi bakışımı anlatmadan önce arkadaşlarım ve benzer
durumda olan diğer Aleviler üzerinden anlatmaya çalışayım.
Bilindiği gibi,
Aleviliğin ne olduğu konusunda Alevilerin tamamı bile fikir birliği içinde
değiller. Kimisi Aleviliği doğrudan İslam’ın içinde bir öğe olarak görüp “peygamber soyundan gelmek” fikrine
dayandırırken, kimisi de Arap emperyalizmine direnen başta Şamanistler olmak
üzere tüm pagan kültürün bir kimlik savaşı olarak kabulleniyor. Açıkçası ben de
ikinci gruptayım. Alevilik tarihinin çok kısa bir özetini ve Alevi inancının
nasıl ortaya çıkıp geliştiğini Ekşi Sözlük’te yazmıştım.(1)
Özellikle bu
ikinci gruptaki Aleviler, Aleviliği bir din, mezhep, inanç olarak değil de, bir
felsefe, bir kültür, bir “yol” olarak kabulleniyor. İşin ibadet kısmından
ziyade, o kültür ve değerlerini kabullenip kendilerini Alevi olarak
tanımlamaya, Alevi kimliklerini taşımaya devam ediyorlar.
Bir başka neden
de şu: Aleviler, kısa zaman öncesine kadar kimliklerini saklamak, kendilerini
gizlemek zorundaydı. Daha çocukken de ilk öğrendiğimiz şey, Alevi olduğumuzu
dışarıda hiçbir şekilde belli etmememiz, bu büyük “sırrı” korumak
mecburiyetinde olduğumuzdu. Gerek okullarda, gerekse herhangi bir sosyal
ortamda Alevilere alenen küfürler ve hakaretler edilirken tepki
veremeyişimizin, sessiz kalışımızın, sanki Alevi değilmişiz gibi üstümüze
alınmadan sağa sola bakışımızın nedeni buydu. Bu durum, yarattığı travmayla beraber o kimliğe sıkı sıkı sarılmayı da
beraberinde getirdi haliyle. Bu gizlenme zorunluluğunun, yüzyıllara dayanan
bir korkudan kaynaklandığını söylememe gerek yok sanırım? Durum böyle olunca, o
“büyük sırrı” paylaştığınız Alevi
arkadaşlarınıza da, kendi Alevi kimliğinize de kuvvetli bir şekilde
bağlanıyorsunuz. Osmanlı’dan beri sistematik olarak katledilen, Cumhuriyet’le
beraber görece nefes almış gibi görünse de egemen kültürün baskısı altında aynı
şekilde ezilen, bugün 2016 Türkiye’sinde bile devlet tarafından hâlâ yok
sayılan bir inancın mensubu, o azınlık psikolojisinin doğal bir sonucu olarak
Alevi kimliğinden vazgeçemez; ateist de olsa geçemez.
Benim açımdan
da durum bir parça böyle. Ancak bunun ötesinde çok daha önemli gerekçelerim var
Alevi kimliğimi koruyor olmamın.
Birincisi;
benim ben olmamda, kişiliğimin, karakterimin şekillenmesinde büyük oranda
belirleyici olmuştur Alevi öğretisi ve kültürü. Alevi bir anne ve Alevi bir
babanın çocuğu olarak en başta “Eline, beline, diline hakim ol!” gibi
değerle, insanı ve insan hayatını, insan sevgisini merkez alan bir anlayışla
yetiştiriliyorsunuz. Ezilen bir kültürden geldiğiniz için ezilenlerin yanında
durmayı, muhalif bir kültürden geldiğiniz için otoriteye boyun eğmemeyi
öğreniyorsunuz. Sadece insana değil; tüm canlılara, doğaya, dünyaya, evrene
saygı duymayı öğrenerek, dogmaları reddedip her şeyi sorgulayarak, müzik başta
olmak üzere sanatın o muhteşem estetiğine hayranlık duyarak, sanatı icra ederek
büyüyorsunuz. Yani değer yargılarınızı, siyasi görüşünüzü, hayata karşı
duruşunuzu, kişiliğinizi, karakterinizi doğrudan bu kültür, yani Alevilik
belirliyor. Bugün düşünüyorum; “Benden Aleviliği çıkarırsak, geriye ne
kalır?” diye, buna yanıt vermek çok zor. Sırf bu bile, Alevi kimliğimi
reddetmemek, ondan vazgeçmemek için yeterli bir neden benim açımdan.
İkincisi de,
devletin Alevilere yönelik yaklaşımı. Bugün cemevleri hâlâ yasal
statüde değilken; devlet hiçbir şekilde Aleviliği kabullenmiyor, Alevileri
tanımıyorken; o laik Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri Alevi köylerine zorla
cami dikmeye çalışılıyor, asimilasyon politikalarından vazgeçilmiyorken; Alevi
çocukları, din dersi adı altında Sünni inancın öğretildiği derslere zorla
sokuluyor, bu derslerde her türlü küfre ve hakarete maruz kalıyor, devlet
eliyle asimile edilmeye çalışılıyorken; Alevilerden de alınan vergiler,
kendilerini hiçbir şekilde tanımayan ve temsil etmeyen Diyanet’e
aktarılıyorken; gerici yobaz çevrelerin Alevilere yönelik nefret söylemleri
devam ederken bu söylemler devlet tarafından destekleniyor, sırf Alevi
oldukları için insanlar diri diri yakılabiliyor ve katilleri yine devlet tarafından
korunuyorken; benim, Alevi kimliğimden vazgeçmem mümkün değildir!
Tüm bu
anlattıklarımın da AKP ile ilgisi yok. Doksan üç yıllık devlet geleneği tam
olarak böyle. AKP, şurada sadece on üç yıldır iktidarda olan, ama en özünde
doksan yıllık devlet geleneğini sürdüren bir parti. Aleviler açısından AKP’den öncesi de farklı değildi. 1950’ye kadar
olan tek parti iktidarında da, 1970’lerdeki CHP hükumetinde de, 1990’larda SHP’nin
koalisyon ortağı olduğu dönemde de devletin Alevilere bakışı hep aynıydı. AKP,
bu nefreti doğrudan dillendiren bir parti oldu sadece, diğerlerinden farklı
olarak.
Bu tablo
değişmediği sürece de, ateist olmama rağmen Alevi kimliğimden hiçbir şekilde
vazgeçmeyeceğim. Çünkü Aleviler, gerçek anlamda bir varoluş ve kimlik savaşı
veriyor devlete karşı. Ne zaman ki
devlet elini Alevilerden çeker, Aleviliği resmi olarak tanır, cemevleri yasal
bir ibadethane haline gelir ve camiyle eksiksiz olarak eşit bir şekilde değerlendirilir,
ancak o zaman Alevilik öncelikli kimlik olmaktan çıkar benim için. Bunlar
olmadığı takdirde, Alevi kimliğinden vazgeçmek demek, devletin asimilasyon
politikalarına dolaylı olarak destek vermek demektir.
Her türlü din
ve mezhebin gericilik olduğunu öne süren arkadaşlarla da çokça tartışırız bu
konuyu. Her türlü milliyetçiliği de reddettiğini söyleyip Kürt hareketine
destek vermenin çelişki olup olmadığını soruyorum bu arkadaşlara. “Ezilen
ulus milliyetçiliği” diye bir kavramdan bahsedebiliyorsak, Alevilerin
kimlik mücadelesini de aynı şartlarda değerlendirmek zorundayız. Çünkü
ikisinde de, devletin asimilasyon politikası ve buna karşı kendi kimliğini
koruma mücadelesi var. Birisi ırk eksenli, diğeri inanç. Eğer birisi ırkçılık/milliyetçilik olmuyorsa, diğeri de
gericilik/yobazlık değildir.
Cemevi yapımını
önemsiyorum örneğin. Bu konuda abimle aramızda geçen bir tartışmayı özellikle
paylaşmak istiyorum. İnşaatı devam eden bir cemevi için para toplamaya
çalışıyoruz. Abimin geldiği bir gün konuyu açtım kendisine. Böyle bir şeye
karşı olduğunu belirtip şunları söyledi; “Gazi
Mahallesi’nde cemevi için nöbet tutmuşuzdur. Cemevine bir saldırı olsa, hemen
karşısında dururuz. Alevilerin haklarını elde etmeleri için her türlü desteği
de veririz. Ama camiymiş, cemeviymiş, kiliseymiş, bunlar gericiliktir.
İbadethane yapımını doğru bulmuyorum ben.” Çoğul konuşmasının sebebi,
kendisinin eski Dev-Genç’li bir
devrimci olması. İtiraz ettim; “Hem
kitlenin hakları için mücadele edip, hem de o kitlenin ibadethanesi olmaması
gerektiğini çelişki olarak nasıl görmüyorsunuz? Her tarafta mantar gibi cami
biterken, din olgusu Türkiye’de ezici bir baskı unsuruyken ve egemen anlayış
Aleviliği yok edecek derecede kuşatmışken, bu insanlara alan açmamak nasıl
devrimci mücadele oluyor? Senin bugün cemevi yapmadığın her Alevi köyü,
mahallesi, ilçesi, potansiyel cami alanıdır. Bugün onlara cemevi vermemek
demek, o kitleyi camiye mahkum etmek demektir.”
Bu konuşma
biraz daha uzadı aslında ve abim bir yerden sonra verecek pek bir yanıt da
bulamadı. Sohbet ilerledi, başka bir konuya geçtik. Devrimci mücadele içinde
bulunmuş eski arkadaşlarından birinin cenazesine katılmıştı ya o gün, ya da bir
önceki gün. Ölen kişi Aleviydi ve cenazesi camiden kalkmıştı. Abim onu
anlatırken, çok buruk bir yüz ifadesiyle; “Ulan,
hiçbir şey değil ama, cenazesinin camiden kaldırılması çok koydu içime”
dedi. Hoca da durur mu, yapıştırmış cevabı: “E, sen oraya cemevi
yapmayı reddedersen, o cenaze camiden kalkar tabii! Herkes bu kafada giderse,
senin cenaze de camiden kalkacak!”
Laikliğin kağıt
üzerinde kaldığı ve egemen anlayışın baskı unsuru olduğu bir ortamda
cemevlerini reddetmek, Alevi kitleye caminin yolunu “mecburi yön” levhasıyla gösterip Aleviliğin asimile edilmesine
doğrudan katkı sağlamak demektir. Türkiye’de laisizm sorunu ve Sünni
İslam baskısı çözülmediği sürece Aleviliğe salt din penceresinden bakmak çok
büyük bir hata olur.
Yani benim
Aleviliğimin dinle, itikatla ilgisi yok; tamamen kimlik mücadelesine dayalı bir
aidiyet durumu benimki. Bu kültürün, bu inancın, Sünni İslam baskısı altında
eriyip gitmesine, asimile olup yok olmasına da sonuna kadar direneceğim.