ANA SAYFA

11 Mart 2015 Çarşamba

Yine Bir Gün Kokoreççiyim

Çok yakın bir akrabamın kokoreç tezgahı var sahilde. Seyyar araba değil; sabit, büyük bir tezgahı olan ve 6 masası bulunan bir açık hava mekanı. Zaman zaman uğrarım oraya; bazen sırf kokoreç yemek için, bazense ayaküstü laflamak için. Geçen hafta sonu kokoreç yemeğe gittim. Hafta sonu nedeniyle öyle bir yoğunluk vardı ki, müşterilere yetişemiyorlardı. Öz abim gibi de sevdiğim biri olunca, yardım edeyim dedim. Müşterilerin kalktığı masaları temizledim, siparişleri masaya götürdüm falan filan işte.

Geçen akşam abim aradı. Kendisinin acil bir işi çıkmış, ortağı da yokmuş orada ve yardım gerekiyormuş. Gelip gelemeyeceğimi sordu. Aslında üzerinde çalıştığım bir iş ve o işe bağlı beklediğim bir telefon vardı. Üstelik benim için gerçekten önemli ve dönüm noktası olabilecek bir iş ve yeni tanıştığım önemli birinden beklediğim telefon… Saat 23.00’den sonra arayabileceğini söylemişti. Öte yandan abimi de severim, çocukluğumdan beri beni koruyup kollamış yakın akrabam. Durum da acil olduğu için hemen hazırlanıp gittim tezgaha.


- Keysi hoş geldin. Benim acilen bir yere gitmem lazım. Sen kasaya baksan yeter.


Kasa dediği de, sandalyeye oturup baktığınız bir yazar kasa değil. Cebinden çıkardığı bir tomar para ve elime tutuşturduğu bir fiş koçanına kasa diyoruz. Parayı alıp cebime, fişi de tezgahın üstüne koydum. Abim gitti.

Kokoreç doğrayan bir usta, servise bakan bir eleman ve bir mobil kasa benden ibaret üç kişilik bir ekibiz. Başlangıçta fazlaca yoğunluk olmadığı için sıkıntı yoktu. Sonra birden bastırdı müşteri. Servise bakan arkadaş tek başına yetişemeyince ben de sipariş alıp servis yapmaya başladım. Üstümde açık renk bir keten pantolon, marka olduğu anlaşılan ve kolları katlanmış bir gömlek var. Bakımlı bir pis sakal, jöleli saçlar ve çerçevesiz gözlük... Çok benziyorum yani kokoreççiye! Masaya gidip "ben sivil polisim. Çıkarın lan kimlikleri" desem, kokoreççi olduğumdan daha inandırıcı olabilirim. Üç kız bir erkeğin oturduğu masadan sipariş alınacak. Elimde fiş, gittim masaya;


- Hoş geldiniz efendim. ne arzu ederdiniz?


Benimki de soru işte. Kokoreççi lan burası, etse etse ne arzu edebilir? Havaya girip "seni arzulamıştım" dese, olay zaten bambaşka bir boyuta geçecek.

Bu arada sesim de hiç öyle ince değildir. Tok bir sesten kararlı bir tınıyla gelen soruyla beraber masadakilerin kafası bir anda bana döndü, baştan aşağıya süzdüler beni. Adam, o görüntü ve o ses tonu karşısında birden ciddileşti. Basit bir kokoreççiye değil de, beş yıldızlı bir Fransız restoranının garsonuna sipariş veriyor sandı kendini.


- Mönüyü alabilir miyim?

+ Mönümüz henüz hazırlanmadı efendim.

- Anlıyorum. Ne alabiliriz peki?


Olay artık yarım ekmek kokoreç siparişi vermekten çıktı, kokoreç tezgahının alım ihalesine döndü.


- Kokoreç tavsiye edebilirim efendim.

+ Hmm… O halde bize dört adet yarım ekmek arası kokoreç verin.

- Baaşüstüne efendim.


Baaşüstüne efendim ney lan? Herifi nasıl havaya soktuysam, ben masadan uzaklaşırken arkamdan seslendi:


- Gelirken dört tane de ayran getir Sebastian!


Siparişleri iletmek için tezgaha gittim. Hüseyin abi tip tip suratıma bakıyor.


- Abi nabüyüsün sen?

+ N’apıyorum Hüseyin abi?

- Kokoreççi burası abicim, Hilton diil. Gidicen herife, “ne veriim abime” diicen, o sana siparişi söyliicek, “hemmmen geliyor abicim” diicen, oldu bitti.

+ Abi ben, hani müşteri memnuniyeti falan…

- E öyle seksi seksi konuşarak yatırıp sikseydin bari adamı? Hepten memnun olurdu?

+ Yok abi, estağfurullah...

- Neyse abicim. Neyi var şimdi onların?


Hüseyin abi aldı siparişi, elinde bıçaklarla takkada tukkada başladı kesmeye. Gözüm sürekli telefonda ve saatte. Beklediğim telefon için zaman var henüz. 23.00’den sonra arayacaktı.

Müşterinin biri gidiyor biri geliyor. Bir yandan siparişleri vermeye çalışıyorum, bir yandan hesap alıyorum, bir yandan ne alındı ne verildi tek tek yazıp kasa tutuyorum. Hüseyin abi seslendi;

- Benim arkada biraz malzeme yapmam lazım. Sen şu tezgaha geçsene.

+ Abi ben ne anlarım tezgahtan?

- Yav anlaşılmiicak bi’şey yok. Domotez doğrar gibi dilimliicen işte. Gel gösteriim.

+ Abi yok, valla beceremem.

- Yav bi gel beyaaa.


Haydaaaa… Yapacak bir şey yok, mecburen geçtim tezgahın başına. Hüseyin abi nasıl yapacağımı gösterdi. Çekmeceden bir bandana çıkarıp verdi, önlük taktı, eldivenleri de geçirdim elime, başladım kokoreç kesmeye. 


- Saat kaç?

+ On bire beş var.

- Hasssssiktir amına koyiiiimmmmm.

+ N’oldu abi?

- Hiç… Yok bir şey…


O telefon ben bu tezgahtayken gelirse sıçtık. O vaziyette zaten telefonu cebimden çıkarıp açmam pek mümkün değil de, açsam daha beter olacak. Gayet entelektüel geçmesi gereken bir görüşme var ve ben kokoreç tezgahındayım! Şansımın içine edeyim yaaa…

Kafamda bin bir düşünceyle kokoreç kesiyorum. Bir ara yorulup durdum, kafamı kaldırdım….. Hassiktir, hasssssiiikkttttttiiiirrrr, haaaaaasssssiiikktttiiiiiiiiiiirrrrrrrrrrrr…… Ebru geliyor! Şimdi sıçtım, şimdi sıçtım, hem de çok fena sıçtım! 15 gündür bu kızı tavlamak için uğraşıyorum. Kız beni gazeteci olarak biliyor. Allahım, n’apıcam ben şimdi? Tezgahı bırakıp uzaklaşamam, kokoreçler yanar yoksa. Zaten sipariş bekleyen müşteriler var. 


- Şşttt Ercan… Lan ercan… Ercaaaaaaaannnnnn!

+ Efendim abi?

- Çabuk gel.

+ N’oldu abi hayırdır?

- Soluma geç lan, çabuk.

+ Niye abi?

- Soru sorma Ercan, soluma geç!


Ebru yaklaşıyor. Kestiğim kokoreçleri kenara ayırıyorum, ızgaradaki diğer parçayı alıp kesiyorum, kalanları da kontrol ediyorum yanmamaları için. Başım eğik, gözlerimi kaldırıp Ebru’yu kesiyorum, giderek yaklaşıyor.

Derken telefonum çaldı! Kesin o arıyor! Bütün gün beklediğim telefon bu.


- Ercan, sağ arka cebimde telefon var. Şunu çıkarıp kulağıma tut.

+ Tamam abi.

- Laaaannn sağıma geçme hayvan herif! Solumda kalıp elini uzat.


Elini cebime sokmaya çalışıyor. Ebru beni görmesin diye Ercan’ı solumda tutup yüzümü saklayacak biçimde cephe alıyorum. Keten pantolonun cebi zaten dar. Çocuk da o koşullarda telefonu çıkarmakta zorlanıyor haliyle. Beklediğim telefon olabilir düşüncesiyle acele ediyorum bakmak için.


- Abi çıkmıyor.

+ Çeksene abicim şunu.


Ben panikleyip acele ettirdikçe, çocuğun da eli ayağı birbirine dolandı, iyice beceriksizleşti. Rahatça çıkarabilsin diye hafifçe öne eğildim, o elini cebime daldırdı…

- Keysi?




Durdum. Durduk. Her şey durdu. Hayatın puase tuşuna basılmıştı sanki.


- Keysi?


Yavaşça çevirdim kafamı. Kokoreç tezgahının başındayım, üzerimde önlük, başımda bandana, eldivenli iki elimde iki adet büyük kokoreç bıçağı, arkamda götümü kurcalayan genç bir çocuk, faltaşı gibi açılmış gözlerle bana bakan bir Ebru… Ben öyle dona kalınca, Ercan’ın eli de götümde sabit kaldı, benle beraber dondu çocuk. Yani ben öyle olduğunu umuyorum. Belki de fırsattan istifade fantezi yapıyordu it oğlu it. Sonunda çıkardı Ercan telefonu. Hasssikktttiiiirrr, o arıyor!


- Ebru bi saniye, şu telefona bakmam lazım.


Ercan telefonu kulağıma dayadı.


- Alo?

+ Keysi selam.

- Selam Nilgün.

+ Yolladığın maili aldım, yazılarını okuyorum şimdi.

- Usta, bi yarım kokoreç çeksene.

+ İki dakka bekle abicim, geliyor.

- Efendim?

+ Yok, sana demedim Nilgün.

- Mailini diyordum, bir kısmını okudum.

+ Nasıl buldun?

- Fena değil. Haftaya Bursa’ya gitme durumum var. Orada yönetmenle ayrıca değerlendireceğiz.

+ Kokorice geeeeeeeelllllll…

- Keysi, o ses ne?

+ Hiçbir şey Nilgün… Ercan, gırtlağını sikiim senin, baarma lan pezemenk!

- Anlamadım?

+ Bi’şey yok, bi’şey yok.

- Sen nerdesin şimdi? N’apıyorsun?

+ Kokoriç kokoriç kokoriiiiiiiiiiiiçççççç….


Ağlamaklı yüzümden çaresizlik akıyordu artık. Nilgün telefonda iş için konuşmaya çalışıyor, Ebru az ötemde hâlâ aynı şaşkın yüz ifadesiyle beni izliyor.


- Nilgün, ben seni sonra arasam olur mu?

+ Ama bu gece halletmemiz lazımdı bu işi?

- Nilgün, bu gece beni hallediyorlar zaten, sen sıkma canını.

+ Anlamadım?

- Nilgün…

+ Tamam Keysi, bay bay…


Ercan telefonu kulağımdan indirdi, gözlerimi sıkıca kapatıp başımı gökyüzüne doğru kaldırdım, gözlerimi açtım, kafamı çevirip Ebru’ya baktım… Laaan, kokoreçler yanıyor! Hızla aldım ızgaradaki kokoreçleri, tezgaha koydum. Ebru’ya döndüm.


- Keysi n’apıyorsun burada?

+ Iııı… şeyyy… Ben…. Yaa ben buraya aslında bir röportaj için gelmiştim.

- Röportaj?

+ Hı hı, röportaj yapıyorum.

- Kokoreçlerle mi?

+ Evet… Yani şey, hayır… Bi yazı dizisi hazırlayacağım da, kokoreççinin psikolojisini anlamaya çalışıyorum.

- Kokoreççi psikolojisi?

+ Usta… Bizim yarım vardı, n’oldu?

- Geliyor abi, geliyor… Bi dakka Ebru, şu ekmeği vermem lazım.


Durumu lehime çevirebilir miyim diye düşünüyorum. Hani kadınlar güzel yemek yapan erkeklerden hoşlanır ya, belki hünerli görünürsem etkileyebilirim. Fakat şöyle bir sorun var ki, mutfakta hiç iyi değilim. Normalde yavaş yavaş kesiyorum kokoreci ama kızın gözü önünde o kadar beceriksiz bir vaziyette kesmek istemedim. Derin nefes alıp kokorece baktım. Ebru da beni izlediği için iyice heyecan yaptım, ellerim titriyor. İlk hamlede kokoreci ıskaladım. O sinirle ikinci hamleyi daha sert yaptım. Kesilen parça uçtu, tezgahtan dışarı fırladı.


- Keysi ben gideyim en iyisi. Hem senin de işin var…

+ Ebru, tam öyle değil aslında.

- Hadi size kolay gelsin, hayırlı işler…


Gece eve nasıl geldim, duşa nasıl girdim, kendimi nasıl attım yatağa bilmiyorum. Nilgün aramadı bir daha, hayatımın belki de en önemli imkanını kaçırmıştım. Ebru’nun sağda solda “Gazeteciyim diye bizi kandırıyormuş. Bildiğin kokoreççi adam” dediği geldi kulağıma. Bir de tam bir yeteneksiz kabzımalın önde gideniymişim.

İki gündür çıkmadığım evimde oturmuş içiyorken telefonum çaldı. Abim arıyor.


- Keysi, bu akşam bir işin var mı?

+ Var abi var. Muhitteki cümle kokoreççiye sabaha kadar verecem bu akşam!


(2014 sonbaharında bir arkadaş için yazıp ilk olarak Ekşi Sözlük'te yayınladığım bir yazı)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder