Aşağıdaki hikaye, Aziz Nesin'in "Mahmut ile Nigar" isimli kitabında yer almaktadır. Türkiye toplumunun belki de en güzel tasvirlerinden biridir.
Hikayeyi, birkaç sene önce yine kitaptan baka baka Ekşi Sözlük için yazmıştım (kopi peyst değil alın teri). Silinen entry'ler arasındadır bu da. Sözlükten buraya aktardığım için büyük/küçük harf ayrımı olmadı tabii. Ben de üşendim hepsini düzeltmeye. Aynen olduğu gibi aktarıyorum buraya.
Sonumun Yusuf Efendi gibi olması ise kuvvetle muhtemeldir...
************************************************************************
hafta arası bigün, bakırköy akıl hastanesine bir genç adam geldi. hastane kapısında beyaz gömlekli işçilerden birine,
- yusuf efendi'yi görmek istiyorum, dedi.
+ hangi yusuf efendi?
- mıcırlı yusuf efendi. .. aşağı mıcır'dan yusuf efendi...
+ hangi serviste çalışıyor?
- çalışmıyor. hasta. aşağı mıcır köyünden yusuf efendi... iki ay öncesi köyden alıp buraya getirmişler... yaşlı bir adam...
+ ziyaret günü geleceksin. canın istediği zaman hastayla görüşülmez. ziyaret günü gel!
- baştabibi görsem...
+ baştabibin işi var.
- nöbetçi doktoru?...
+ deyha, karşıda...
hastane bahçesinde, çamın altında oturan iki beyaz gömlekli doktoru gösteriyordu.
- ben, köy öğretmeniyim. burada bizim köyden bir hasta varmış... burada olduğunu daha dün öğrendim. adı, yusuf efendi. iznim bittiğinden, bu akşam işime dönmek zorundayım. kendisini göremez miyim?
genç asistanlardan biri,
- buyrun, oturun... dedi.
tombul asistan,
- akrabanız mı? diye sordu.
+ hayır. ben o köyden değilim. orda öğretmendim. iki yıldır başka bir yerde öğretmenim. bu yusuf efendi'yi çok severim de...
sarışın asistan,
- tanıdım, dedi, kırmızı yüzlü bir adam değil mi? elli yaşlarında...
+ evet. altmış yedi yaşında ama genç görünür.
- benim servisimde... şimdi yemek zamanı. biraz bekleyin. buraya çağırtırız, görüşürsünüz. çok sakin bir hasta.
+ nedir hastalığı?...
- fikr-i sabit var. konuşmuyor.
+ hiç mi?...
- konuşuyor ama, durmadan aynı sözleri tekrarlıyor. bütün dediği: "iyi olur inşallah!..."
öğretmen derin derin göğüs geçirdi. gözleri dolu dolu oldu.
- şimdi anladım, dedi, yazık olmuş yusuf efendi'ye... iyi adamdı, yazık olmuş...
tombul asistan,
- bir derdi mi vardı? diye sordu.
+ derdi vardı, büyük derdi. bütün mıcır'ın derdi, hepimizin derdi.
sarışın asistan,
- anlatsanız, belki tedavisi için faydalı olur, dedi.
öğretmen bir daha içini çekti.
- anlatayım, dedi. ben, aşağı mıcır köyüne öğretmen geldim. seksen evlik bir köy... okul dedikleri yer de toprak tabanlı bir oda... hem bu odada yatıp kalkacağım, hem çocukları okutacağım. benden önce okulun öğretmeni yokmuş... ne yapıp ne edeceğim diye düşünüp dururken, benden on onbeş gün sonra bu yusuf efendi geldi. ondört yaşında köyden çıkmış. istanbul'da çalışmış, sonra asker olmuş. askerlikten sonra gemici olmuş. yabancı gemilerde çalışmaya başlamış. bütün dünyayı gezmiş dolaşmış. üç yabancı dil öğrenmiş. fransa'da, ingiltere'de, isveç'te uzun yıllar yaşamış. kırk yaşından sonra amerika'ya gidip orada yerleşmiş. epeyce de para almış. epeyce dersem, azımsanacak gibi değil... bütün aşağı mıcır köyünü, toprağı, evleri, hayvanlarıyla satın alabilir. gözünde memleket tüter dururmuş. memlekete bir döneyim de evleneyim, çoluğum çocuğum olsun, dermiş... böyle diye diye yaşlanmış zavallı. sıla özlemine dayanamamış, hiç olmazsa memleketimde öleyim diye kalkmış, köyüne gelmiş. mıcır'dan çıkalı elli yıl olduğu için, onu ilkin köyde kimse tanımadı. bir de onun kim olduğunu öğrenince, köylüler bu gelişi hiç beğenmediler. en çok kızanlar da akrabaları oldu. babadan kalma malını mülkünü almaya geldi sanmışlar. yusuf efendi'de para çok. dünyayı da gezip görmüş. adam, para döküp, aşağı mıcır'ı avrupa'da, amerika'da gördüğü köylere benzetecek. niyeti bu... ona buna paralar, hediyeler verince, köylünün yüzü güldü. yusuf efendi çok hoşuma gitti. canlı, bilgili bir adam... hiç mıcırlılara benzemiyor. ama siz, mıcırlıları bilmezsiniz ki...
sarışın asistan,
- enteresan... dedi.
öğretmen devam etti:
- yusuf efendi gelmese, çıldıracaktım. allahtan, o geldi de yüreğime bir umut düştü. uyanık adam. cin gibi ihtiyar. "hani okulun çocukları?" diye sordu. "yok," dedim, "daha ben de yeni geldim buraya... söyledimse de, hiç aldırış eden yok. kimse çocuğunu göndermiyor." yusuf efendi, "bak öğretmen" dedi, "seninle elele verip çalışacağız. bu köyü canlandıracağız." "aman, ben dünden gönüllüyüm." "hadi, yürü kahveye gidip anlatalım." yusuf efendi'yle kahveye gittik. köy erkeklerinin çoğu orada... yusuf efendi,
- merhaba ağalar... dedi.
mırıl mırıl sesler çıktı:
- merhaba...
birikisi, elini göğsüne bastırıp selam verdi. saat tutsan, bir elini göğsüne götürüp indirmesi iki dakika sürer. yusuf efendi, murat ağa'nın yanına oturdu. hepsine birden okulun ne demek olduğunu anlattı. çocukları okutalım, dedi. anlattı, anlattı, anlattı... kimsede bir ses, bir kıpırdanış yok... yusuf efendi, yine anlattı. murat ağa'ya baktım, gözleri kaymış gitmiş. mıcır'ın en ileri geleni o...
yusuf efendi,
- ne diyorsunuz ağalar?... dedi.
ses yok...
- murat ağa, sen ne diyorsun?
murat ağa baktı baktı,
- ne diyek yusuf efendi, iyi olur inşallah... dedi.
yusuf efendi, sözü baştan aldı. okulu büyütmek gerekiyordu. bir öğretmen odası yapılacaktı. iki sınıf ilave edilecekti. damı aktarılacaktı. bunların parasını da yusuf efendi cebinden verecekti. yalnız mıcırlılar işçilikte yardım edecekti.
- ne diyorsunuz ağalar? diye sordu.
ses yok... bu sefer kahveci hıdır'a döndü:
- ne dersin hıdır ağa?...
hıdır ağa peykeye yayılmış, gözleri süzülmüş:
- ne diyek... iyi olur inşallah...
yusuf efendi'yle kahveden çıktık.
- hadi muhtar'a gidelim, dedi.
muhtar'ın dükkânı vardı. dükkâna gittik. yusuf efendi, kahvede anlattıklarını bir de muhtar'a anlattı. muhtar dinlerken dinlerken gözleri kaydı, süzüldü, daldı gitti.
yusuf efendi sözünü bitirince,
işler böyle muhtar, dedi, bu işi elele verip, hep birlikte yapacağız.
muhtar hiç kalıbını bozmadan, öylecene bakıyor. yusuf efendi,
- ne diyorsun muhtar? dedi.
muhtar,
- iyi olur inşallah... dedi.
oradan ayrıldık.
- ne yapacağız yusuf efendi? dedim.
+ uğraşacağız... dedi, olmazsa gündelikçi çalıştırıp okulu yaptıracağız...
yusuf efendi kireci, kumu, çakılı, çimentoyu, keresteyi, herbir aracı, gereci yığdı. sarı musa, yapıdan anlarmış. yanına da altı delikanlı aldı. hespi de yusuf efendi'den gündelik alıyor. bunlar başladılar işe... ama, iş yürümez bitürlü...
- hadi, sarı musa...
+ olur yusuf efendi, olur... iyi olur inşallah...
yusuf efendi ertesi akşam geliyor. anlatıyor anlatıyor sarı musa'ya... sarı musa oralı değil... yusuf efendi'nin sözü bitince,
- sen gam etme yusuf efendi, iyi olur inşallah... diyor.
bir ay geçti, duvarlar diz boyu yükselmedi. bunun üzerine yusuf efendi, kasabadan adam getirtip okulu yaptırdı. şimdi de çocuk yok... imam'a gittik. imam, yirmi yıl önce mıcır'a gelmiş, burada yerleşip kalmış. yusuf efendi,
- aman, dedi, senin sözünü dinlerler imam efendi...
boyuna anlatıyor. imam'ın gözleri yusuf efendi'de... derken derken imam'ın gözleri bulandı, kaydı. sanırsın başka bir dünyaya göçtü. yusuf efendi sustu.
imamda ses yok...
- aman imam efendi... hep birlikte...
imam sakalı sıvazladı,
- iyi olur inşallah... dedi.
biz uğraşa didine okula onaltı çocuk alabildik. bir gece hep kahvede oturuyoruz. birden içeriye sarı musa girdi. ama, her zamanki sarı musa değil... bir canlanmış, bir telaşlı... çırpınıp duruyor. ineği sancılanmış...
- hayvancık ölecek ağalar... diyor.
bir murat ağa'ya gidip anlatıyor, bir kahveci hıdır'a... sarı musa bağırıyor:
- murat ağa, murat ağa... bişey de canım... bişey de de, yapalım; hayvan gidiyor be...
murat ağa'nın dudakları kıpırdıyor:
- iyi olur inşallah...
kahveci hıdır'a koşuyor:
- aman hıdır emmi, bildiğin bir ilaç var mı?
kahveci hıdır,
- telaşlanma, diyor, neyse o olur...
+ hayvan ölecek be!...
- iyi olur inşallah...
sarı musa, hepsine söğüp sayığ çıktı dışarı kahveden. ..
bigün kuyubaşında oturuyoruz. sarı musa ile hıdır da yanımızda... bir de baktık imam, cübbesinin etekleri uça uça koşup geliyor:
- aman ağala yandım!...
sesi titriyor, neredeyse ağlayacak. kıpırdanan yok. imam,
- koş musa, ocağına düştüm sarı musa... koş! harmanı yaktılar!... diye çırpınıyor.
sarı musa, esner gibi,
- dur canım, diyor, dur hele bir. ne olmuş? telaşlanma... iyi olur inşallah...
imam bağırıyor:
- ulan, ocağı batası, gayri iyisi kötüsü mü kaldı... harmanı yaktılar diyorum. koşsanıza...
hıdır, uyku sersemi bir sesle,
- ortalığı gürültüye verme, diyor; iyi olur, iyi olur inşallah...
imam, muhtarın dükkânına doğru koştu.
her gece yusuf efendi'yle oturup dertleşiyoruz. o bana,
- ne yapacağız? diye soruyor. ben ona,
+ ne yapacağız? diye soruyorum.
kış geldi. mıcır, temelli uyuştu kaldı. bir gece yarısı acı feryatla uyandım. ses kahveden geliyor. giyinip gittim. kahveci hıdır ağlayıp dövünüyor. karısını muhtar'la bastırmış. anlatıyor, bağırıyor, ağlıyor.
imam esniyor:
- iyi olur inşallah...
+ yahu, imam...
- iyi olur, iyi olur. hıdır ağa... iyi olur inşallah...
+ ulan imam, inşallahı maşallahı mı kaldı? muhtar'ı bastırdım diyorum. kendi samanlığında be...
murat ağa,
- sabırlı ol, diyor, allah'ından bulur. iyi olur inşallah...
hıdır köpürmüş, hepsine ağız dolusu sövüyor.
ertesi gün, olanları yusuf efendi'ye anlattım.
- kendi başına bir iş gelen canlanıyor, dedi.
ama, ertesi gün unutulur. mıcırlılar, günde beş kez ağızlarını açıyorlarsa, beşinde de "iyi olur inşallah" diyorlar. yusuf efendi olmasa, çıldıracağım. o da bana, "sen olmasan öğretmen, çıldıracağım" diyor.
bahar geldi. karlar kalktı. bigün muhtar'ın dükkânında, imam, sarı musa oturuyoruz. o koca murat ağa,
- muhtaar! muhtaar! diye bağırarak geldi.
murat ağa, yerinde çekirge gibi sıçrıyor. sakallarından yaşlar süzülüyor:
- muhtar, aman muhtar... aslan gibi yiğit oğlum gitti... koş muhtar!...
murat ağa'nın oğlunu pusuya düşürüp vurmuşlar. murat ağa hem ağlıyor, hem anlatıyor:
- bişey de muhtar, bişey de...
+ ne diyek ağam... iyi olur inşallah... başka ne diyek?...
- ulan gavat muhtar, ulan ırz düşmanı muhtar...
+ iyi olur inşallah, murat ağa...
- daha bunun iyisi mi olur, alçak muhtar. koca yiğit oğlum kanlar içinde yatıyor. öldü be... sarı musa, oğlum yandı.
+ iyi olur murat ağa, iyi olur inşallah...
neredeyse çıldıracağım. yusuf efendi, o gece bana geldi,
- bunun sonu ne olacak? dedi.
ben şaşırıp da,
- iyi olur inşallah yusuf efendi... demeyeyim mi?
yusuf efendi hırsından bayılıyordu:
- sen de mi öğretmen, sen de mi?...
+ vallahi değil, tövbe değil; ağzımdan kaçtı yusuf efendi...
aradan bir zaman daha geçti. bir sabah kahvedeyiz. küt diye kapı açıldı. muhtar alı al, moru mor içeri girdi:
- aman ağalar, aman...
hiç kimse de,
- ne oldu muhtar? diye sormuyor.
muhtar, saçını başını yoluyor:
- kalkın ağalar, kalkın! benim kızı kaçırdılar!
muhtar, bir murat ağa'nın önüne gidip dert yanıyor, bir hıdır'a gidip anlatıyor. imam da başını kaşıyor:
- yahu imam, kızı kaçırdılar, benim kızı...
sarı musa'nın sesi duyuluyor:
- olur olur... iyi olur inşallah muhtar emmi...
+ murat ağa kardeş, sana diyorum...
- iyi olur inşallah...
bir hafta geçti geçmedi, imam'ın gelinini dağa kaldırdılar. daha sonra hıdır'ın ikinci karısını kaçırdılar. sarı musa,
- karım ölüyor, yetişin! diye bağırdı.
sarı musa'nın kardeşini vurdular.
en küçük bir kıpırtı yok. çokça dürtütklenirlerse, kendilerini avutuyorlar:
- iyi olur inşallah, iyi olur inşallah...
bir akşamüzeri mezarlığın önünden geçerken başıma bir taş geldi. kafam yarıldı. kanlar içinde yusuf efendi'ye gittim:
- ben artık bu köyde duramam!... diye başladım. bütün içimi döktüm. anlattım da anlattım. baktım. yusuf efendi'nin gözleri dalmış gitmiş...
- aman yusuf efendi, bişey söyle canım...
+ ne söyleyeyim oğlum, iyi olur inşallah... demez mi?
okul tatil oldu. ben daha bu köyde kalmam, dedim. yusuf efendi üzüldü, ağlayacak gibi oldu:
- gitme, sen de gidersen, ben burada çıldırırım... dedi.
köyden ayrılacağım sabah, yusuf efendi, saçını başını yolarak kahveye geldi. zavallının evine hırsız girmiş.
- kim yapar bu işi... diye soruyor.
kimsede ses yok...
- kim yapar? bişey söyleyin!...
murat ağa,
- ne söylesek boş, iyi olur inşallah... dedi.
yusuf efendi, başını duvara vuruyor.
- paralar gitti... bunun da mı iyisi mi olur?...
ben, mıcır'dan ayrıldım. başka bir köye tayinimi yaptırdım. iki aydır istanbul'dayım. dün bir de duydum, bizim yusuf efendi çıldırmış.
tombul asistan,
- vah vah... dedi, çağırtalım da görüşün...
biraz sonra, kırmızı yüzlü, dinç bir ihtiyar getirdiler. öğretmen, sesi titreyerek,
- merhaba yusuf efendi, dedi.
yusuf efendi,
- iyi olur, iyi olur inşallah... dedi.
+ beni tanımadın mı yusuf efendi?
- iyi olur inşallah...
öğretmenin gözleri doldu:
- nasılsın yusuf efendi?
yusuf efendi'yi götürdüler. giderken, "iyi olur inşallah..." diye söyleniyordu. öğretmen, genç asistanlara teşekkür etti.
- iyi olur mu acaba? diye sordu.
sarışın asistan,
- iyi olur inşallah... dedi.
öğretmen de,
- iyi olur inşallah... dedi.
Aziz Nesin