ANA SAYFA

14 Ocak 2016 Perşembe

Türkiye

Bir iş nedeniyle Cumhuriyet tarihinin hem ekonomik hem de siyasal arşivini okumam, incelemem gerekti. Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze kadar yaşanan gelişmeleri okurken hem hafıza tazeledim, hem bilmediğim bazı bilgileri öğrendim, hem de 92 yılı bir film şeridi gibi izledim. En bilinçli olanlarımız bile, hayatın içindeyken ya hafıza yitimine uğrar, ya da yaprak gibi savrulur gider rüzgârda. Arada durup geriye bakmak gerekir; nereden geldik, nerelerden geçtik, şimdi neredeyiz, nereye gidiyoruz…

Bu arşivi tararken benim gördüğüm, bu ülkenin 92 yıldır hemen hemen benzer şeyleri yaşamış olduğuydu. Doksan iki yıl boyunca aslında hiç huzur gelmemiş; savaşlarla uğraşmışız, darbelerle uğraşmışız, ekonomik krizlerle uğraşmışız, siyasi çalkantılar hiç bitmemiş. En fazla 2-3 yıl görece bir rahatlama olmuş, sonrasında yine keşmekeş…

Tüm bunlar yaşanırken, hep aynı umut verici cümleyle kandırmışız kendimizi; “Bu günler geçecek, güzel günler göreceğiz.” hiç de görmemişiz o güzel günleri 92 yıl boyunca. Kimi zaman bireysel konforumuza bakıp her şeyin iyi gittiğini düşünmüşüz ama aslında ülkede o sırada yine kötü şeyler oluyormuş.

Bugün geriye dönüp özlemle andığımız, “O yıllar ne güzeldi” dediğimiz 70’ler de, 80’ler de, 90’lar da yine aynı şekilde ekonomik krizlerle ve siyasi kaoslarla geçmiş. İletişim ağı şimdiki gibi gelişmiş olmadığından, devletin medyası bize hangi illüzyonu sunmuşsa onu doğru kabul etmiş, belirli süreler hayal dünyasında yaşamışız.

Şimdi, 2015 Türkiye’sinde de farklı bir durum yok esasen. hem ekonomik, hem de siyasi bir kaos ortamında bulunduğumuzun herkes farkında elbette. Ancak yine aynı umut türküsü dökülüyor dudaklarımızdan; “Bugünler geçecek, güneşli ve güzel günler göreceğiz.” Bir süredir zaten itiraz ediyordum bu mesnetsiz iyimserlik tablosuna. Bahsettiğim çalışma ve arşiv incelemesi sonrasındaysa tümden kestim umudumu. Ne zaman fark etsek yokuş aşağı indiğimizi, en klişe yorum şu olur: “Dibe doğru gidiyoruz ama tıpkı bir top gibi o dibe vuracağız, sonra tekrar havaya yükseleceğiz.” Bunu son olarak bir sohbetimizde siyasetçi bir ablam da söylediğinde, şu yanıtı verdim: “O topun tekrar zıplayabilmesi için, zeminin beton olması gerek. Oysa topun vuracağı zemin balçık, daha da kötüsü top patlak! Çakıldığımız yere gömülüp kalabiliriz.”

Doksan iki yıl boyunca düzelmeyen, sürekli çalkantılarla boğuşan bu ülkenin iyi bir yere gitmeyeceği, düzelmeyeceği aşikâr. Zaten iyimser düşünmek için de hiçbir veri yok elimizde. Her fırsatta Türkiye’nin bir orta doğu ülkesi olduğunu söyleyip, bir orta doğu ülkesine barış ve huzur gelmesini beklemek mantıklı mı hem zaten? Emperyalistlerin, uluslararası silah tüccarlarının, bu topraklardaki savaşın bitmesine izin vermeyeceğini bilmek, çok zor olmasa gerek? Üstelik bizim gibi ilkel toplumlar savaşmaya bu kadar eğimliyken barış hayali kurmak, gereğinden fazla ütopik gibi geliyor bana.

Bu araştırma sırasında bir kez daha gördüm ki, bu ülkenin sağcıları, solcuların, özellikle de sosyalistlerin 30-40 sene kadar gerisinden geliyor. 1950’lerden beri ABD’nin emperyalist bir işgalci olduğunu, Türkiye’yi sömürdüğünü söylerken sosyalistler, dönemin sağcıları, ülkücüleri ABD’yi müttefik olarak görüp Türkiye’deki ABD çıkarları için uğraşmış. Sağcı, ülkücü camianın ABD’nin düşman olduğunu fark etmesi için, 40 sene geçmesi gerekmiş. Onlar, sosyalistlerin 40 yıl önce söylediklerine yeni yeni uyanıp dillendirmeye başladıklarında, sosyalistler çoktan yeni söylemlere geçmiş olmuşlar.

Aynı şekilde özelleştirmeye yıllarca sosyalistler karşı çıkmış. Salt sağcılar, liberaller değil, CHP’nin ulusalcı kanadı bile özelleştirmeyi savunmuş yıllarca. Aradan 30-40 sene geçince anlamışlar, özelleştirmenin o kadar da matah bir şey olmadığını.

Ulaşımda toplu taşıma ve raylı sistem örneğin… Bunu sosyalistler yıllarca savunurken, toplu taşımanın, özellikle de raylı sistemin komünist işi olduğu, Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne çevirmek isteyen bir avuç çapulcunun dileği olduğu söylenmiş hep. 1983’de iktidara gelen Turgut Özal, net bir biçimde, otoyolların ve otomobillerin hür teşebbüs olduğunu, hür teşebbüsün hürriyet olduğunu ifade etmiş. Bu algı o kadar güzel yerleştirilmişti ki, 1990’larda lisedeyken, arkadaşlarım trenle ilgili bir konu geçtiğinde, “Sen bayılırsın zaten, tam gomonist işi!” derdi. Bugün özellikle İstanbul’un durumu ortada ve trafik sorununun çözümü için toplu taşıma ve raylı sistem gösteriliyor.

Bunlar gibi yığınla örnek daha sayabilirim. Sosyalistlerin hemen her söylediğine itiraz edip vatan hainliğiyle suçlayan sağcılar, liberaller vs, aradan uzun yıllar geçtikten sonra sosyalistlerin söyledikleri noktaya gelmiş, ancak o zaman da sosyalistler yeni söylemlere geçmiş, sağcılar da sosyalistlerin yeni söylemlerine itiraz etmişler.

Bundan sonra da farklı bir şey beklemiyor sanki bu ülkeyi. Bu kez küçük bir fark var ama: Türkiye’nin sosyalistleri, hepsi değilse de bir kısmı, sosyalist hareketin özünden kopup etnik bir hareketin peşine takılmış, ona eklemlenmiş durumda. Buna itiraz eden, bu tavrın sosyalist ilkelerle uyuşmayacağını söyleyen ve uyarıda bulunan yapılar da var elbette. Ancak, sosyalist cenahın bir kısmında ciddi bir kafa karışıklığı olduğu da kesin.

16 Eylül 2015 itibariyle Türkiye’nin dünü ve bugünü, özetle böyle. Geçmişe bakarak, geleceğin de az çok nasıl olacağı kestirilebilir. Göremeyenler için küçük bir ipucu: Türkiye bugün, savaştan kaçıp buraya sığınan Suriyelilerin bile kalmak istemeyip kaçmaya çalıştığı bir ülke…


(16 Eylül 2015 - Ekşi Sözlük)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder